14. İstanbul Bienali bitmiş olabilir ama ben henüz yazmayı bitiremediğim için blogda devam ediyor. ;) 29 Ekim tatilini fırsat bilerek İsocum'la Bienal'in Galata Rum Okulu'ndaki kısmını da birlikte gezebildik. 26 Kasım'a kadar uzatılan İstanbul Modern'deki kısmı kadar etkilendiğimiz işler olmasa da burası da görmeye değerdi doğrusu.
En beğendiklerimden bahsedeyim kısaca. Girişteki o geniş avlu benzeri alana kurulmuş olan Tuz Tüccarları adlı Anna Boghiguian çalışması bence bu mekandaki en etkileyici işti. Kumaşlar, resimler, çizimler ve seslerden oluşan (dalga ve martı sesleri) bu çalışmada antik zamanlarda Antarktika'da kaybolan ve buzullar eridiğinde yeniden ortaya çıkan tuz yüklü bir teknenin M.S. 2300'de tekrar ortaya çıkışı anlatılmış. Şimdi ve sonra arasındaki bir zamanda tuz ve demir oksitlenmesi yüzünden aşınarak sona eren bir dijital çağın ardından dünya bu tekne sayesinde kendi geçmişini yeniden keşfetmektedir.
Michael Rakowitz'in Eti Sizin, Kemiği Bizim adlı iki odaya yayılan çalışmasında neler yok ki. Sivriada'da bulunmuş köpek iskeletlerinden parçalar, Anadolu'daki terk edilmiş Ermeni çiftliklerinden bulunan hayvan kemikleri, kabartma çizimler, Emek Sineması'ndan, Yıldız Sarayı'ndan kalma alçı kalıpları, yıkılmış özel birtakım binalardan parçalar ve daha pek çok yaşanmışlıktan artakalanlar... İstanbul'un Ermeni geçmişiyle de güçlü bağlantıları olan etkileyici bir projeydi bu.
Açık Okul'a buyurmaz mıydınız? Okulun arşivi ile beraber en aktif kullanılan kütüphane odasını yeniden işlevlendirmeyi amaçlayan bu çalışma 2013 yılından beri devam ediyormuş. Arşiv tarama ve araştırma çalışmalarının yanı sıra kütüphane mekanında gerçekleştirilen okuma seanslarıyla da uzun yıllar sessizliğe gömülen ve en son 2012'de Rum cemaatine iade edilen okulun kaybettiği sesi geri getirmek amaçlanıyor. Proje, Hollanda Başkonsolosluğu'nun MATRA İnsan Hakları Fonu tarafından desteklenmiş.
Aşağıda ise okulun değişik odalarından aklımda kalanlardan bazıları yer alıyor. Sol üst köşedeki çalışmanın adı Trans-formasyonlar. Prabhakar Pachpute ve Rupali Patil adlı iki genç Hint sanatçının çalışmalarından biri. Hayal gücünün öğrencileri baskıcı bir eğitim sisteminden nasıl özgürleştirebileceğini göstermeye çalışmışlar. El fenerleriyle girilen karanlık bir odaya hazırladıkları madencilerle ilgili enstalasyon da çok etkileyiciydi. Bu çalışmayla birlikte Soma'da can veren madencilere de dolaylı bir göndermede bulunmuşlar.
Kolajın alt sırasında yer alan okul sıralarındaki çizimler de yine Rupali Patil'e ait. Birinin Vizyonu, Kalanların İnancı Var adlı bu çalışma kapsamında sınıftaki tüm sıralarda değişik vizyonlarla tanışmak mümkün. Andrew Yang'ın en üst kattaki yerleştirmesinin bir parçası olan zillerle seslerin bitmek bilmez titreşimlerine siz de katkıda bulunabiliyordunuz. İyi mi kötü mü tartışılır tabi, zira o odadaki Bienal görevlisi kulaklıklarla oturuyordu. ;)
Bienal'in ikinci durağından da kısaca izlenimlerimi aktardığıma göre üçüncü ve bizim için son durağına geçebilirim artık. Ya da araya birkaç film ve kitap alayım, nasılsa Bienal bitti, acelemiz yok, değil mi? Hepinize sanat dolu bir hafta diliyorum. Öncesinde de derdim, ama artık daha şiddetle savunuyorum: bu ülkede hayat, ancak sanatla çekilebilir. Kendinizi sanatın her türlüsüne boğun ki, baskılanmaya çalışılan tüm hücreleriniz özgürleşsin ve nefes alabilin!
İyi haftalar diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder