En sevdiğimle başlayayım: White God (Beyaz Tanrı). Ve en son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim: izlememek büyük kayıp, harika bir film! Hatta son zamanlarda izlediğim en güzel filmlerden diyebilirim. Çok sert sahneleri var. Kan ve şiddet göremem diyorsanız bilemem, ama her şeye rağmen sokak köpeklerinin gözünden insanoğlu olarak nasıl göründüğümüzü görmenizi isterim. Ve bir gün gelir de o köpekler, o uyumlu, dostane, yumuşacık doğalarını değiştiren, kötücüllük abidesi insanlardan intikam almaya karar verirlerse ne olur simülasyonunu izlemenizi öneririm. Tek kelimeyle bayıldım.
Bazı sahneler o kadar sert ki, bir köpek sever ve çoğu zaman insan sevmez olarak mideme yumruk atılmış gibi kalakaldığım, rengim uçarak gözyaşlarımı tutamadığım yerler oldu. Film bittiğinde "İso hemen IMDB'ye girip bu filme 10 veriyorum, gerçi o köpeklerden birinin tırnağına bir şey olduysa notumu 1'e de indirebilirim!!" tadındaydım. Ama filmde gerçekten 250 köpek kullanılmış; onlarca eğitmen ile Budapeşte sokaklarında aylarca çalışılmış ve çekimler yapılmış ve en şiddetli sahnelerde bile köpeklerin aslında eğitmenleri ve birbirleriyle oynadıkları ve çok mutlu oldukları konusunda yapım ekibi bizleri temin ediyor. Bunun için minik bir video bile hazırlamışlar. Bakınız burada. Ayrıca filmde kullanılan köpeklerin tamamı barınaklardan alınmış ve sokaklarda görüle görüle Budapeşte halkının sempatisini kazanan birçoğu sahiplendirilmiş. Bu da filmin mesajı henüz bir yerlere ulaşmadan, çekildiği an itibariyle bile ne kadar güzel bir amaca hizmet ettiğini gösteren bir şey bana göre. Yazan ve yöneten Kornel Mundruczo'ya helal olsun diyorum. Çok sert, ama çok etkileyici bir film. Kaçırmayın.
Geçen haftanın ikinci en sevdiğim etkinliği de elbette "Globe to Globe Hamlet" temasıyla Londra'dan başladıkları iki yıllık dünya turnesinin 144. gününde üç performans için İstanbul'a uğrayan Shakespeare's Globe ekibinin sahnelediği Hamlet idi. Shakespeare'in ölümünün 450. yılı nedeniyle dünyanın her ülkesinde Hamlet'i oynamak gibi idealist bir amaçla yola çıkan ekibi Zorlu PSM'nin küçük salonunda izlemenin haklı gururunu yaşıyorum. Eğri oturup doğru konuşacak olursak, Shakespeare kasıyor arkadaşlar. Evet, bir çevirmen olarak bunu söylüyorum. O yüzden oyunu izledikten sonra Londra'da Shakespeare's Globe'da izlemediğim için mutlu bile oldum diyebilirim. En azından "ulen o aradaki yesternighta takıldım diye cümlenin nerede başladığını unuttum" diye başımıza ağrılar girdiğinde bakabileceğimiz bir çeviri ekranı vardı burada! ;) Bir de tabi birkaç gün öncesinde izlediğimiz Romeo & Giulietta gibi müzikal bir aşk hikayesi yok karşımızda.
Ciddi meseleler var krallıkla ilgili! Kral ölünce kardeşi tahta geçiyor, hatta kraliçeyi de kapıyor, ölen kralın oğlu Hamlet bir anlıyor ki amcası baya dalavereler çevirerek tahta ve annesine konmuş. Bunu kendi ayarladığı bir tiyatro oyunuyla kral ve kraliçenin (amcası ve annesinin) gözüne sokarak "her şeyi biliyorum" mesajını yollayınca elbette şimşekleri üstüne çekiyor. Bir de Ophelia, babası ve kardeşinin Hamlet'e karşı kışkırtıldıkları ilişki zinciri de bir yandan gelişiyor. En sonunda ortalık öyle bir karışıyor ki ruhu şad olsun Shakespeare'cim yine ortada yaşayan bir insan bırakmadan bu oyununa da son veriyor. ;) Bu ekibi ikinci sıradan izlediğim için çok mutluyum, harikaydılar. Ama yine de hak verirsiniz sanıyorum ki bir müddet klasiklerden uzak durmayı planlıyorum. E bu da kafa yani, kıh kıh.
Sırada pek de bayılmadan okuduğum bir Nedim Gürsel kitabı var: Tehlikeli Sevişmeler. Yıllar önce okuduğum Boğazkesen romanı dışında Nedim Gürsel'le yollarımız bir daha kesişmemişti. Ta ki Ayşe Arman röportajıyla birlikte aklıma bir kez daha gelene kadar. Ve konu da cazip gelince kitabı alayım dedim.
Peki, beğendim mi? Cık! Hatta hiç bayılmadım desem. Sanki o koca kalemden ancak bir ergenin kendini kanıtlama çabası ya da gözümüze sokulmaya çalışılan "ben daha ölmedim" mesajı dökülebilmiş gibi bir hal. Cinsel tabuları mı yıkıyor, yoksa uzun zamandır ortalarda değildim, dönüşüm cinsellik dolu olsun ki biraz garanti olsun mu diyor bilemedim. Kısa öykülerden oluşan, kolay okunan bir kitap. Merak ediyorsanız tabi ki bir de kendiniz okuyun derim. Girişinde şair Walt Whitman'ın şu sözleri sizi karşılayacak (ki kitabın en sevdiğim bölümü oldu diyebilirim, şşş çaktırmayın.;) ):
Güzelliğin tadını bilen ve utanmadan söyleyen erkeği severim.
Cinselliğin tadını bilen ve utanmadan söyleyen kadını severim.
Harika bir hafta olsun hepimiz için!
2 yorum:
Beyaz Tanrı'yı merak ettim, hele de filmin bahsettiğiniz gibi güzel bir de sonucu olunca izlemeden iyi not aldı benden:))
Eren O.
Mutlaka izleyin demeden önce sert bir film olduğu konusunda bir kez daha uyarayım. ;)
Sevgiler.
Yorum Gönder