Haftaya harika iki film önerisiyle başlayacağım. İkisi de birbirinden etkileyici, iç açıcı olamayacak kadar gerçekçi, dünyanın bambaşka yerlerinden hikayeler olsa da tanıdık, nefis filmler.
İlki bir Rus yapımı. Aslında İngilizce adı The Fool olduğu için Türkçe adının Enayi olması Durak olmasından daha normal, ancak çoğu yerde Durak olarak geçiyor. Yönetmen Yuri Bystrov'un elinden çıkan film ciddi bir öz eleştiri niteliğinde. Kendi yozlaşmışlıklarına, sistemin bozukluğuna, çıkarlar söz konusu olduğunda göz ardı edilen insan yaşamına ve değerlere dair bir eleştiri. Küpünü dolduran inşaatçıdan rüşvet alan belediyeciye, gösteriş meraklısı görgüsüz zenginlerden dürüst memurlara, yoksul ve cahil halka kadar pek çok tanıdık figür sizi bekliyor. Ve Ruslarla ortak pek çok berbat yönümüz olduğunu biliyorduk, ama bu filmde onlarda da hiçbir iyiliğin, başarının cezasız kalmayacağını öğrenmiş oluyoruz! Lanet olası bozuk düzenlerde maalesef dürüstlük, iyilik, erdemli olmak gibi özellikler enayilikle eşdeğer sayılıyor. Ve buna da yine ancak cesur insanlar dikkat çekebiliyorlar.
İkinci film ise Beasts of No Nation. Uzodinma Iweala'nın romanından uyarlanan bu Cary Fugunaga filmi sizi Afrika'ya götürecek. İç savaş yaşanan bir Afrika ülkesinde mutlu bir ailesi ve yaşamı olan Agu'nun savaşın dinamikleri ile birlikte değişen, kabusa dönen, insanlıktan çıkan yaşamını izlemek gerçekten insanın içini acıtıyor. Mutlu, küçük bir çocukken canavar bir çocuk savaşçıya dönüşen Agu'nun hikayesi ve yaşadığı travma savaşın yıkıcılığının en önemli göstergesi. Agu'yu canlandıran Abraham Attah o kadar başarılı oynamış ki, ağzımız açık izledik. Agu'nun şu sözleri çığrından çıkmış günümüz dünyasının yıkıcı etkisini en derinden hisseden çocukların, kadınların, içinde insanlık olanların ortak isyanı gibi değil mi sizce de?
"Güneş, neden bu dünyanın üstünde parlıyorsun? Seni daha fazla parlayamayacağın ana dek ellerimin arasında sıkıştırmak istiyorum. Böylelikle her şey her zaman karanlık olur ve kimse burada yaşanan korkunç şeyleri görmek zorunda kalmaz."
İçinizi yeterince sıktıysam sizi bir kahve molasına alabilirim. Şişhane metro durağına yakın, Meşrutiyet Caddesi üzerindeki Noir Pit, geçen Cuma günü Müge'yle müze gezisi ve yemek (başka bir yazıda anlatacağım) sonrası sığınma durağımız oldu. Yağmurda sokağa bakan bar taburelerine yerleşip, kahve kokuları eşliğinde sohbet etmek çok keyifliydi. Kahveleri zaten güzel ama dekorasyonuyla ve sunumlarıyla da çok şirin bir kahve dükkanı burası; yolunuz düşerse mutlaka deneyin.
Kitap derken de asıl amaç İdefix Sanal Kitap Fuarı'nın bir kez daha hatırlatmaktı elbette. Şu an elimde Jack London'ın Martin Eden'ı var, çok severek ama biraz yavaş okumaktayım. Yine de ilk İdefix siparişlerim elime ulaştı bile. Böylece okunacaklar rafım da dolup taştı - ki bu hiç gözümü korkutmadığı gibi beni çok mutlu ediyor. Sanırım Aralık sonuna kadar ikinci bir liste daha yapacağım bu gidişle, şimdiden aklımda bir sürü ilave var çünkü.
İlk paketten bunlar çıktı işte. İkinci pakette mutlaka olsun dediğiniz neler var? Önerilerinizi dört gözle bekliyorum. Ve size film, kitap ve kahve dolu muhteşem bir hafta diliyorum. ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder