(Bu yazı o korkunç 15 Temmuz gecesinin sabahında yazılıp, 18 Temmuz Pazartesi yayınlanmak üzere taslaklarda duruyordu. Unutulduğunun yeni farkına varıldı. #KaşGünlükleri falan hikaye oldu tabi ama biraz kitap paylaşmaktan bir zarar gelmez diye düşünülerek yayınlıyorum kendisini bugün. Gak diyene darbeci guk diyene terörist dendiği için o gece ile ilgili yazmak istediklerim de içimde kaldı. Geleceğe dair çok umutlu bakabilenlerden değilim, ama yine de yürekten tek bir dileğim var: umarım bu topraklarda bir arada, farklılıklarımıza saygı göstererek, huzur içinde yaşamayı becerebiliriz. Akıl ve ruh sağlığınızı korumaya bakın bu dönemde ve sevdiklerinize, sizi mutlu eden şeylere sımsıkı sarılın.)
Yaklaşık iki hafta içinde aynı peştemalin ve şezlongun üzerinde bitirdiğim iki kitaptan bahsedeyim sizlere. İlki Ahmet Ümit'in son romanı Elveda Güzel Vatanım. Ahmet Ümit, yazım diliyle ve duruşuyla çok sevdiğim bir yazar olmasına rağmen polisiye türü ilk tercihim olmadığı için uzun süre ara vermiştim okumaya. Ama İsocum tüm kitaplarını alıp okumaya devam etti. Bu son kitabını da benim de seveceğimi, polisiye değil tarih romanı ve büyük bir araştırma ürünü olduğunu söyleyince okuyayım dedim. Ve gerçekten de çok sevdim.
Yaklaşık 550 sayfalık bu roman eski bir İttihat ve Terakki fedaisinin eski aşkına yazdığı mektuplar şeklinde yazılmış. Şehsuvar Sami, aşkıyla vatanı arasında bir seçim yapmak zorunda kalıp ikincisini seçmiş o İttihat ve Terakki fedailerinden. Ester ise "bu dünyaya bir kez geliyoruz, savaşla değil sanatla ve aşkla geçirmeliyiz günlerimizi, hadi birlikte yaşamlarımıza sahip çıkıp Paris'e gidip yaşayalım" diyen Yahudi sevgilisi. Hangi kararın daha cesur, daha doğru, daha mutluluk verici olduğu tartışılır tabi. Ben Ester'e hak verdim mesela, önümde onun gibi seçenekler olsaydı ben de onun seçtiğini seçerdim. Ama öyle bir dönemde, babasını II. Abdülhamit'in zulmü nedeniyle kaybetmiş olan Şehsuvar Sami'ye de seçimi için kızamadım elbette. O kendisine çok kızmış olsa bile.
Romanın içindeki aşk öyküsü içinizi sızlatabilir. Özellikle sonu beni bitirdi diyebilirim. Son sayfa ile birlikte bu aşkın iki karakterine de çok daha fazla saygı duydum. Ama aşkın dışında inanılmaz bir tarih bilgisi de var romanda. Birçok olayı -Bab-ı Âli baskını, 31 Mart Ayaklanması, İzmir Suikastı, Enver Paşa'nın denyolukları, İttihat ve Terakki'nin nasıl başlayıp neye dönüştüğü, Abdülhamit'in tahttan indirilmesi, Maksim Gazinosu'nun sahibi, vs.- ezber bilgimizin dışında çok daha gerçekçi ve net bir şekilde anlamamızı sağladığı için çok kıymetli bir iş yapmış Ahmet Ümit. O sayfalarca Kaynakça bölümü bile tek başına kocaman bir alkışı halk eder nitelikte. Böylesi önemli tarihi gerçeklikleri böyle sürükleyici ve heyecanlı bir kurgu ile roman haline getirmek ne büyük bir emek. Helal olsun!
Alıntılar:
* Sahi bizde niye düello yoktu? Daha mı az cesurduk Fransızlardan ya da Ruslardan? Hiç zannetmiyorum. Cesaretin ırklarla, milletlerle alakası yoktu. En az öteki milletler kadar cesurduk biz de. Sadece fert olarak gelişmemiştik. Abdülhamit'ten ya da Osmanlı devrinden bahsetmiyorum, bu toprakların evveliyatı da böyleydi. Hep güçlü hükümdarlar, güçlü devletler... Öyle büyük bir baskı vardı ki insanların üzerinde, fert ortaya çıkamamıştı bir türlü. Kimse kendisi olamamış, hep bir lidere, bir öndere ihtiyaç duymuştu. Zannederim bu sebepten, sadece iki kişinin karşılıklı karar verdiği, teke tek yapılan düello bizde yaygınlaşmamıştı. Onun yerinde bir güce dayanarak, düşman saydığımız kişileri yok etmeyi tercih etmiştik hep. Böylece linç, pusu ve jurnal en çok başvurduğumuz metodlar olmuştu.
* "İsyan anları turnusol kağıdı gibidir; bir toplumun hakiki karakterini gösterir," derdi Leon Dayın. Söylediği gibi oluyordu, riyakar toplumun riyakar insanları güç karşısında, adeta birbirleriyle yarışırcasına fikirlerini değiştirmeye başlamışlardı.
* "Fransa değil burası Şehsuvar. Millet, inkılap falan istemiyor aslında. Devletin geri kaldığını gören bizim gibi aydınların isteği bu. Devr-i istibdatmış, sürgünmüş, zulümmüş kimsenin umurunda değil. Fransa'da millet dökülmüştü sokağa. Bastille'i basanlar bildiğin işçiler, esnaflar, köylülerdi... Bizde ise meşrutiyeti "Çok yaşa padişahım" diye kutluyor millet. Zor, çok zor iş Şehsuvar...
Tarih nefis bir toplumsal ayna ve gelişim göstergesi aslında. Ve bizim toplumdaki görmedim, duymadım, bilmiyorum halleri çok anlaşılır aslında mevcut malzeme her zaman böyle olmuşken. Mutlaka okuyun bu kitabı. Çok seveceksiniz.
İtalya'dan Soğumasam Bari...
Gelelim ikinci kitaba. Adına vuruldum tabi: Bana İtalya'yı Anlat. "Ah! Anlat tabi ki. İstersen ben de anlatayım sana, karşılıklı sohbet ederiz birer kadeh Montepulciano eşliğinde," kıvamında elime aldığım kitabı "İtalya'dan soğumasam bari" diyerek zar zor bitirdim. Üstelik 200 sayfalık, denemelerle dolu incecik bir kitap. Ama Nedim Gürsel'in tarzı benlik değil ya. Şu Tehlikeli Sevişmeler denemesinden sonra hiç zorlamasaymışım iyiymiş.
İtalya bu kadar zorlama anlatılacak bir yer değil ki. Tamam, koskoca yazara saygısızlık yapmak istemem ama o da benim cıvıl cıvıl İtalyam'a saygısızlık yapmasın.;) Koskoca bir şehirle ilgili ne anlatacak diye beklerken, bilmem ne efsanesindeki bilmem hangi azizin resmedildiği bir freski düşünerek şarap içip, roman yazdım demesi, kırmızı saçlı kadını düşünerek yastıklara sarılması falan... Ya Nedimcim, bi git allah aşkına ya, diyesim geldi okurken. Etna, Taormina ve Bologna'da bir tık benim beklediğim o tada yaklaşmış olsa da genel olarak ben hayal kırıklığına uğradım bu kitapta. Yine de izlenecek filmler, araştırılacak isimler notları aldım kendime tabi. Örm: Fellini'nin Roma belgeseli ve Carlo Levi gibi. Ve arka kapaktaki şu sözlerine can-ı gönülden katılıyorum: "...Bu ülkede sanki hep güneşli yaz sabahlarına uyandım... İtalya deyince hep güzel günler, sevinçler, coşkular geliyor aklıma. Bu ülkede sanki hiç kötü günüm olmadı..." Onun dışında okusanız da olur, okumasanız da derim.
İyi haftalar!
2 yorum:
Hakikaten yazmak istediklerimiz içimizde kaldı. Çok yerinde bir yorum olmuş. Ben de umut ve umutsuzluk arasında gidip geliyorum ki normalde olumlu düşünen bir insanımdır. Ne diyeyim? Umarım geçer bu sıkıntılar.
Ahmet Ümit'in son romanına sıra gelmedi bende henüz. Sanırım birazdan sipariş vereceğim:) Nedim Gürsel tam dediğin gibi, bazen keyif veriyor bazen sıkıyor:) Kararsız kaldığım bir yazar.
İnstagram'da takipteyim, huzurlu bir yaz diliyorum. Kaş muhteşem!
sezer eser perker,
Ahmet Ümit'i sipariş ver mutlaka, seversin. Ben de Alain Botton'ın Seyahat Sanatı'nı aldım senden görüp yakınlarda. İyi yapmış mıyım, ne dersin? ;)
Bu arada gerçekten bu aralar en muhteşem şey Kaş! Beklerim her zaman.
Sevgilerimle..
Yorum Gönder