Son Okunanlar

En sevdiğimden başlayayım: George Orwell'den Boğulmamak İçin. Yıllar önce TAC'deyken görev icabı okuyup -günümüzde de bizzat yaşadığımız (!)- 1984 ve Hayvan Çiftliği dışında George Orwell okumamıştım. O romanlarını da bayılarak okumuştum. Baktım ki Can Yayınları yazarın bir sürü farklı kitabını yayınlamaya başlıyor ben de teker teker okumaya başlayayım dedim ve bu romanla başladım. Çok da sevdim Boğulmamak İçin'i. O romanlarda da böyle esprili bir dil var mıydı hatırlamıyorum doğrusu, nispeten çocukken okuduğumuz "çok ciddi" romanlardı onlar çünkü bana göre. Ama bu sefer yine çok ciddi bir konuyu -savaşı- ele almış olmasına rağmen hikayenin içinde hoş bir mizah da var. 1. ve 2. Dünya Savaşları'na denk gelen kırk beş yaşında, göbekli, orta halli, evli ve çocuklu sigortacı George Bowling'in ağzından anlatılan romanda savaşın ve "modern" dünyanın tüm boğuculuğunu ve yıkıcılığını hissedebiliyorsunuz. Ondan sonra çocukluğuma, köyüme, eski günlere bir dönüp bakayım demenin pek mümkün olmadığını da.


Alıntılar:

* "...Kutsal Kitap'ı hiçbir zaman anlamazdınız, zaten anlamaya çalışmaz ve bunu istemezdiniz de. Bir tür ilaçtı o, yutmanız gereken, bir şekilde gerekli olduğunu bildiğiniz acayip bir tadı olan bir şeydi. Siva, Nebukadnessar, Ahitofel ve Haşbaddana gibi isimleri olan; uzun kaskatı giysiler giyip Asur sakalı uzatan; tapınaklarda sedir ağaçlarının arasında develerle oraya buraya giden ve olağanüstü işler yapan insanlar hakkında harikulade bir tekerlemeye benziyordu. Bu insanlar yanmış adaklar adıyori kızgın fırınlarda dolanıyor, çarmıhlara geriliyor, balıklarca mideye indiriliyordu..."

* Gerçek şu ki çocukların şiirsel hiçbir yanı yok; onlar vahşi küçük birer hayvan ama hayvanlar tabi onların dörtte biri kadar bile bencil olamaz. 

* Çocuklar için "bağ" derler. Ama ona bakarsanız pranga da denebilir. (Burası bana tanıdık geldiği için alıntılanmıştır ;) )

* "...Bir insanın kalbi durunca -daha önce değil- öldüğünü söyleriz. Bana biraz keyfi geliyor bu. Sonuçta vücudun bazı kısımları çalışmaya devam ediyor; mesela saçlar, tüyler daha yıllarca uzuyor. Belki insan asıl beyni durunca ölüyor, yeni bir düşünceyi idrak etme gücünü yitirince. Bizim Porteous da öyle biri. Olağanüstü bilgili, olağanüstü zevk sahibi ama değişme kabiliyeti yok. Tekrar tekrar aynı şeyleri söylüyor, aynı şeyleri düşünüyor. Üstelik onun gibiler ne kadar çok. İçeriden durmuş ölü kafalar..." 


Diğer iki kitap da kolay okunmasına rağmen bende çok da öyle aman aman iz bırakmayan kitaplar oldu. Aylin Balboa takip edilesi bir genç yazar bana göre. Öykülerini su gibi okuyup bitirdim, anlatım dilini çok sevdim. Hem hüzünlü hem esprili öykülerini, içimi parçalasa da Tımarhane Notları serisini çok sevdim. Tanışmak isteyebileceğiniz genç kalemlerden. Blogu da varmış, takibe aldım bile.

Virginia Woolf da duruşuna hayran ama kitaplarına mesafeli olduğum klasik kadın yazarlardan. Sırf klasik ve kadın yazar olduğu için bile değerli bana göre ama işte Mrs Dalloway'i de kıvranarak bitirmiştim, bu Kendine Ait Bir Oda'yı da sürüm sürüm süründürdüm. Olmadı işte, tutmadı frekanslar. Mrs. Dalloway'i hatırlamıyorum bile desem? Bu kitapta da anlatılan başlık neyse o işte: "Bir kadın eğer kurgu yazacaksa kendine ait bir odası ve parası olmalıdır." İşte kitabı okudunuz. Biraz mahremiyet biraz da maddiyat dönüp dolaşıp kaç farklı şekilde anlatılabilir yahu! Cık, sıktı beni. Saygısızlık yapmış gibi olmayayım Virginacığıma. Kadın haklarını savunma konusunda falan sonuna kadar arkandayız, ama n'olur bir daha kitabını okumak zorunda kalmayayım. ;)

Hadi ben kaçtım. Mavilere, begonvillere, kedilere dönüyorum. İstanbul'a dönmemek için ne yapabilirim, bütün fikirlere, planlara, İso'yu oyuna getirmelere açığım. ;)

Deniz Kaplumbağaları ile ilgili Gelişmeler

Biliyorsunuz, en son Kaş'ta yaşadıklarımızı ve önerilerimi şu yazıda paylaşmıştım. Sadece blogda paylaşmakla kalmayıp WWF Türkiye, bazı yazarlar, Kaş Belediyesi ve BİMER ile de paylaştım. Blogger arkadaşlarım ve Facebook'ta oluşturulmuş Kaş Kolektiv grubu dışında bu saydığım yerlerin hiçbirinden gerekli ilgiyi göremedim ne yazık ki. Onlar da benim gibi üzgün, ama ne yapacağını nereden başlayacağını bilemeyen insanlar tahmin edersiniz ki. 

Ancak "bir musibet bin nasihattan iyidir" sözünü kanıtlarcasına iki gün önce Bodrum'da  bir tekne turunda beş kişiyi caretta carettalar ısırınca ve bu haber Hürriyet, Milliyet gibi medya organı olduklarını iddia eden büyük kurumların web sayfalarında "Bodrum'da dehşet", "carettalar insanlara saldırdı", "koyda korku dolu anlar" şeklinde abuk subuk manşetlerle verilince olaya nihayet tepki verildi. Caretta carettaların ısırmasına değil ama olayın böyle yansıtılma biçimine ve hayvanların fütursuzca suçlanmasına tepki verdi insanlar. 

Bir doğa derneği bile "insanla kaplumbağa arasında çatışma yaratmayalım" diye düşünerek bilgilendirme kampanyasına yanaşmazsa biz ne yapabiliriz ki kendi başımıza değil mi? Neyse ki bu olaydan sonra WWF-Türkiye web sayfasında, Facebook ve Twitter hesaplarında "Deniz Kaplumbağalarını Beslemeyin!" yazısını paylaştı. 


Yine WWF-Türkiye'den Ayşe Oruç'un kaplumbağaların saldırmadığı, tehdit altında hissettiklerinde kendilerini savunduğu açıklaması çok önemli. Elbette bu tür açıklamaların böyle kısıtlı sayıda insana ulaşan platformlar yerine daha çok insana ulaşan medya kuruluşlarında verilmesi daha da önemli. Yoksa zaten kaplumbağalarla ilgili ne yapması /yapmaması gerektiğini zaten bilen insanlar kendileri çalıp kendileri söylemiş olacaklardır. Ancak dün annem bana telefon ederek "İmge, az önce CNN Türk'te haberlerde bu konuyla ilgili çok güzel konuştular ilk kez. Hayvanların yaptığının saldırı değil savunma olduğunu, insanların korkutmaması ve beslememesi gerektiğini falan anlattılar," diye beni arayınca ne yalan söyleyeyim bir tık umutlandım. 

Bunlar dışında DEKAMER elinden geleni yapıyor, ona çok eminim. Ama kaç kişiye ulaşabiliyor, en önemli soru. Basında çıkan haberlerle ilgili şöyle bir yazı paylaştılar Bodrum olayı üzerine. Muğla Valiliği besleme yasağı getirdikten sonra Dalyan'da bu tür olayların bir daha yaşanmadığı bölümü çok önemli bence. Ayrıca aşağıdaki videoyu da Facebook üzerinden paylaştılar takipçileriyle. Bizde plajlar, tekneler, işletmeler "turist kaçar" diye "kaplumbağaların ısırdığından bahsetmeyelim" kafasındayken yurtdışında seyahat derneğinin paylaştığı bilgilendirme videosu bu:


Bunlar güzel gelişmeler ama bana göre "bu daha başlangıç, mücadeleye devam".

* Öncelikle "aman kaplumbağa ısırıyor diye duyulmasın" düşüncesinin çok yanlış olduğunu kabul edelim. Çünkü duyulmasın dedikçe fısıltı gazetesi sayesinde duyulur, hem de şehir efsanesi korku hikayeleri tadında duyulur. Bu çok daha tehlikeli bir durum olacaktır. Deniz korkusu yaratılacak, hayvanlar canavarlaştırılacak, denizleri o canavarlardan kurtarmaya kalkışan bilinçsiz işgüzarlar harekete geçecektir. Yani bu iş öyle "aman Ali Rıza Bey, tadımız kaçmasın" diyerek olmaz. Daha çok tadımız kaçar.

* Kaplumbağanın durduk yere ısıran bir hayvan olmadığından bahsetmeli sevimli animasyonlarla anlatılan bilgilendirme panolarında. Hayvan ısırıyorsa bir sebebi vardır. Beni denizde oramdan buramdan çekiştirseler, tekme atsalar, nefes almamı engelleseler ben de ısırırım! Bu kadar net bir neden-sonuç ilişkisi bu.

* Ve kaplumbağa evcil hayvan değil. Dolayısıyla doğada kendi yemeğini kendi bulması gerekiyor. Bu onun hayatta kalma becerileri açısından da yararlı, insanoğluna yaklaşmadan kendi yaşamını sürdürebilmesi için de gerekli. Kaplumbağaya tekneden yemek atmak, Masai Mara'da aslana pirzola, maymuna muz atmak gibi bir şey! Onu sevmeye çalışmak da öyle. O kadar abuk yani. Bunun için teknelerde ve plajlarda ceza uygulaması olması gerekiyor bence. "Kamplumbağaları besleyen, eziyet eden veya korkutanlara 250 TL ceza kesilecektir," diye  yazın, bakalım bir daha besleyen oluyor mu? Hatta hazır muhbirlik tavan yapmışken, böyle uygulamaları ihbar edene de o 250 TL'nin 50 TL'sini ödül olarak veriyoruz dersek başka bir şey yapmaya gerek yok. Arkamıza yaslanıp yazın tadını çıkarabiliriz kaplumbağalarla birlikte işte! #BirlikteMümkün 

(Olumlu muhbirlik de olsa işin muhbirlik kısmından emin değilim ama ceza kısmından eminim. ;) Zira insan denen "sözde gelişmiş canlı modeli" ancak ceza ile durdurulabiliyor birçok durumda.)

Neyse.. Enseyi karartmayayım. Güzel gelişmeler oluyor diyeyim. Daha güzel gelişmelerle karşınızda olmayı da umayım. Hayat birlikte ve uyum içinde güzel. Ve eminim doğa, içindeki uyumsuzu, zararlıyı temizlemeye kalksa, işe ilk olarak bizden başlardı. Bu kadar virüs olmamıza hiç gerek yok. 

Kaş Günlükleri #5 : Echo Bar'da Canlı Canlı

Geçtiğimiz haftalarda Kaş'ta iki muhteşem canlı müzik gecesine katıldık. Echo Bar her sene olduğu gibi aşağıdaki iki şahane ismi ağırladı yine. Biz Bülent Ortaçgil'i de Birsen Tezer'i de çok severek dinlememize rağmen ikisini de ilk kez canlı izledik. Ve harika iki gece geçirdik. 


Bülent Ortaçgil'e Erkan Oğur'un da eşlik ettiğini ve en az Bülent Ortaçgil kadar ilgi gördüğünü belirtmem gerek. Hatta konser çıkışı biz de kendisini yakalayıp İsmail Hakkı Demircioğlu ile birlikte ayrıca gelmeyi düşünüp düşünmediklerini sorduk.  Ve Eylül ayı içinde muhtemelen böyle bir organizasyon olacağını öğrendik. İsocum'a tarihini öğrenir öğrenmez haber verecekmişim, o da uçak biletini ve iznini kapıp gelecekmiş yanıma. ;) O zamana kadar Bülent Ortaçgil'e kulak verelim mi?


Bülent Ortaçgil'in tarzını, şarkılarını düşününce sahnesi hakkında zaten büyük beklentilerle gitmiyorsunuz. Çok keyifli bir dinleti oluyor, o da ruhunuza fazlasıyla yetiyor. Ancak Birsen Tezer için de aynı şeyi düşünerek büyük bir hata yapmışız. Kadın tam bir sahne canavarı çıktı, iyi mi! Tek kelimeyle muhteşemdi. Sesine, şarkılarına hayranız zaten ama sahnedeki tavırlarıyla da hayran bıraktı kendisine. Benim "rakı sofrası kadını" olarak tanımladığım ve bayıldığım bir tarz. Kendisine eşlik eden orkestranın ağır topu da Gürol Ağırbaş'tı. Minik bir eleştiri notu: gitarist ile davulcunun atışması bir seferlik güzel olabilir ama "Aşk Bu Değil" şarkısında asla olmamalıydı yahu! ;) 



İki güzel insan, nefis müziklerle dolu iki harika gece. Ruhumuza iyi gelen bu geceler için hem bu büyük sanatçılara hem de Echo Bar'a teşekkürler buradan. Bu hafta sonu olan Jehan Barbur'u da kaçırmayaydım iyiydi. :/


Bu arada bu konserler gece 23.30 - 00.00 arası başlayıp genelde 02.30 civarı bitiyor. Yani demem o ki çıkış saati tam sakatat saatine denk geliyor. ;) O zaman tam ihtiyaca göre nefis bir adres var karşınızda: Kuruköprü Paça Salonu. Bizim için mumbara niyet şırdana kısmet oldu ama gönül rahatlığıyla her şeyini deneyebileceğiniz, tertemiz ve çok lezzetli bir durak burası. Mavi'den içeri girince Queen ve Fırt Bar'ın da tam karşısındaki o minik avluda yer alıyor. 


Echo Bar ve Fırt Bar'ın canlı müzik programlarını linklerde yer alan Facebook sayfalarından takip edebilirsiniz. 

E o zaman müziksiz kalmayın! 
İyi haftalar. 

Kaş Günlükleri #4: Mumi, Cappari, Sardelaki, Müpptela, Nereid

Kaş'ta yeni keşif duraklarım ile karşınızdayım. Hafta sonuna girerken yararlı bir post olsun dedim. 

Önce plajlar 

Mumi ve Cappari geçen haftalarda keşfettiğim iki plaj oldu. İsocum gider gitmez Çınarlar'dan uzaklaşmaya başlıyorum artık. Onun hâlâ favorisi orası, benim de öyleydi ama ben açıkçası bu sezonki işletmeden memnun olmadığıma karar verdim artık. Tuvaletler temiz değil, sıcak ve soğuk kahveler iyi değil, muzlu milk shake olarak muzlu süt getirilen, ayranı ve limonatası ev yapımı olmayan bir yer. Sea View'ın abuk subuk müzikleri kulağımızda. Kalabalığı bunaltıcı. Cankurtaranı önceki yazıda bahsettiğim caretta caretta'nın Kaputaş'a atıldığını falan iddia ederek sinirimi ayrıca bozdu bu hafta. Yani üzgünüm ama tek başına Durmuş Abi benim için durumu kurtarmaya yetmiyor. İso gelene kadar Çınarlar'a ara. 

Bu sene ilk kez Deniz Feneri'nin sağ yakasındaki plajları denemeye karar verdim. Yıllar önce Kaş'a aşık olduğum o aile gezisinde Kaş Otel'de kalmıştık. Orası aynı şekilde duruyor ama o sırada Kaş Camping'e kadar bir sürü yeni plaj açılmış. Asmaaltı o tarafın Derya'sı olma yolunda anladığım kadarıyla. Gençler ve genç kalanlar orada müzikler, kokteyller, güneşe göre sürekli şezlong değiştirmeler eşliğinde keyifli vakit geçirebilirler. Benim gibi plajda ses istemeyen, kocaman gölgede yatarak kitap okumak isteyenler içinse Mumi ideal. Daha sakin bir yer de keşfettim ama ondan bahsetmeyeceğim, sakinliği kaçmasın. ;) Yine de tertemiz tuvaletleri ve soyunma kabinleri, rahat şezlongları, güzel yemekleri, ev yapımı ayranları ve yanık dondurması, kadeh şarapları ve şeker çalışanları ile favorilerimden oldu Mumi


Cappari Beach ise Çukurbağ Yarımadası'nda Cappari Aquarius Hotel'in plajı. O kadar sakin ki. Çimlerin üzerine atılan şezlonglara uzandığınızda sadece kuş seslerini duyuyorsunuz.  Deniz Yarımada'nın her yerinde olduğu gibi nefis. Ama hava da Yarımada'nın her yerinde olduğu gibi daha basık ve sıcak merkeze göre. O yüzden öğleden sonra 3 gibi orada olmanızı öneririm. Akşamüstü barı da çok keyifli olacaktır, günü orada batırabilirsiniz böylelikle.   


Ama biz günü yarımadada motorla turlayarak batırmaya karar verdik o gün. Her dönemeçte karşımıza çıkan nefis manzaraları izlemek ve fotoğraflarını çekmek için molalar vererek turladık cennetin Yarımada köşesini. 


Yeni Keşfettiğimiz Ölmeme Gecesi Durakları ;)

Öncelikle ouzo içtiğimiz gün de ölmüyormuşuz, onu da keşfettik. ;) Sardelaki henüz açılmasının üzerinden iki ay bile geçmemesine rağmen çok duyduğumuz yerlerdendi. Övgüleri ve Foursquare notunu kesinlikle hak ettiğini söylemeliyim. Mezelerin her biri ayrı ayrı çok lezzetliydi. Yoğurtla servis edilen ot kavurma enfesti. Ege otlarını ilk kez bu şekilde yiyoruz. Ahtapot ızgara ve İspanyol usulü karides mutlaka denenmeli. Saganaki ve ouzo ile kendinizi komşuda hissedeceğiniz, iskelenin üstünde denizin dibinde kadeh tokuşturabileceğiniz, çalışanlarıyla, şefiyle, mekana kadın eli değdiğini beli eden sahibesiyle bir numaramız oldu bu sezon Kaş'ta. Gerçi o son yirmilik ouzo'yu ve incir tatlısını  -acayip bir lezzet- söylemeyeydik iyiydi. ;) Mutlaka gidin. 


O meşum 15 Temmuz gecesi biz her şeyden habersiz Müpptela Ocakbaşı'nı denemeye gitmiştik. Çıkışta Çarşı'da bir tur atarken Ankara ve İstanbul'dan gelen telefonlarla eve dönüp Twitter'ın başına geçmemiz gerektiğini anladık! O yüzden gecenin damağımızda kalan tadını ancak anlatabiliyorum size. Burası bir kebap-rakı durağı. Ve biz çok methedilen Zaika'ya çok da bayılmamıştık. Onunla karşılaştıracak olursak burayı daha çok sevdik diyebilirim. Mezeler ve ara sıcak niyetine gelen o güveçte kaşarlı patlıcan çok lezzetli, etler bir harika. Tabi pirzola harika olsa da porsiyonda gelen o üç minnak parçayı düşününce biraz pahalı kaçabilir. Siz yine kebaptan şaşmayın derim ben. Sanırım burası bir aile işletmesi. Çok güler yüzlü bir çift tarafından karşılandık. Servis elemanları hızlı ve ilgiliydi. Ocakbaşındaki ustanın da ellerine sağlıktı. Daha ne olsundu, gidiniz işte, onu diyorum. ;) 


Sırada Mayıs ayında taşınma sırasında denediğimiz Nereid Meyhanesi var. Yıllardır gitmeye fırsat bulamadıklarımız arasındaydı bu meyhane ve iyi ki denemişiz dedim, çünkü bu kadar enteresan meze çeşidi sanırım başka yerde yoktur. Meyhanelerin olduğu sokakta yer alan bu mavi beyaz pötikare masa örtülü, şirin meyhanede yediklerimizin isimlerini hatırlamasam da aralarında ortalama lezzete sahip hiçbir şey yoktu, hepsi çok iyiydi diye hatırlıyorum. Tanıştırayım, o simit de bir ara sıcak, kendisi levrek simit oluyor. ;) Müzikleri, mezeleri ve ortamıyla meyhane gibi meyhane bana göre. Mutlaka deneyin. 


Şimdilik bu kadar. Ben Kaş'ın altını üstüne getirmeye devam ediyorum. Instagram'da #imgeKaşta etiketi altında ayak izlerimi günbegün takip edebilirsiniz. ;) Bu arada İsocum'un henüz haberi yok ama İstanbul'a dönmemek için de kendimi balkona zincirleyerek açlık grevine girmeyi düşünüyorum. Akşamları manzaraya karşı ağzıma birkaç damla şarap damlatacak bir düzenek hazırlarsam bu grevin de üstesinden gelebilirim bence. ;)

Keyifli bir hafta sonu olsun hepimiz için. 

Not: Meteor yağmurunu izleyecek karanlık köşeler bulmayı ve bol bol dilek tutmayı unutmayın. 

Kaş'ta Caretta Caretta'ları İnsandan Koruyalım

En son üç gün önce ve dün Kaş’ta yaşanan ve çok yanlış bir uygulama olduğunu düşündüğüm bir durumdan bahsedeceğim bugün size. Son dönemlerde Caretta Caretta’ların saldırganlaştığı söylentileri arttı burada. Oysa Kaş’ı burada ev alıp yerleşecek kadar seven bizler için Kaş’ı sevme nedenlerimizden biriydi onlarla yüzmek. O yüzden de bu söylentilere, “yine Caretta Caretta birini ısırdı” ya da “Küçükçakıl Derya Beach’te cankurtaranlar kaplumbağa görünce dışarı çıkarıyor insanları” sözlerine kulak tıkadık. Biz de genelde Küçükçakıl’da yüzdüğümüz ve keyifle kaplumbağa arayışına çıktığımız için ciddi bir durumla karşılaşmadığımızı söyleyebilirim. Ara sıra bir iki çığlık, panik olarak kaçan insanlar, kendi halinde yüzen kaplumbağalar. İşin özeti bana göre.

Ancak dün -07/08/2016- bir kadın çığlık çığlığa dışarı çıkarıldığında bacağında iki kocaman kan oturma izini görünce hayvanın saldırganlaşabileceğini anladık. Öncesinde anlatılan hikayede ise her zamanki gibi başka bir çocuğun hayvana tekme atmış olması vardı! Kaplumbağa saldırıya uğramış ve kendini savunmak için en yakınındaki insana –zavallı kadıncağız kurban oldu bu durumda- saldırmıştı. Ki bunun çok normal bir şey olduğunu doğada insan dahil her canlı için söyleyebiliriz herhalde! Ama çözüm olarak ne yapıldı: deniz boşaltıldı ve arama ekipleri kaplumbağayı buldu ve yaka paça denizden çıkarıp bir kurtarma botu tarzı bir şeyle kim bilir nereye götürdüler.

Dünyanın en profesyonel ekibi olabilirler, rehabilite etmeye götürmüş ve yeniden doğaya bırakacak olabilirler, hayvana hiç zarar vermemiş olabilirler. En iyi ihtimalleri bile düşündüğümde bile hâlâ içimden “Ne hakla! Ne hakla!” diye isyan ediyorum. Evinde saldırıya uğrayan, ama buna rağmen evinden edilen nasıl o kaplumbağa olabilir? Daha bir gün önce dört tanesini izlemişken, dünyanın en barışçıl ve yumuşak huylu hayvanıyken neden insanlar değil de o rehabilite ediliyor? Hele bir de binbir zorlukla yaşamlarını ve türlerinin devamını sürdürme mücadelesi verirlerken bir insan tekmesiyle doğasını değiştirme lüksümüz var mı? Oradan kaplumbağaları değil insanları çıkarmak gerekmez mi? Ya da insanları bilgilendirmek ve doğaya uyumlu hale getirmek?

Bunun için yapılması gereken ve Kaş gibi medeni bir yerde bile nasıl hâlâ yapılmamış olduğuna inanamadığım şeyler var:

*  Plajların tamamında buradaki caretta caretta’lar ile ilgili bilgilendirme panoları olmalı. Bu denizlerde onların da yaşadığını, fiziksel özelliklerini anlatan ve doğal yaşamdaki önemlerini vurgulayan yazılar, görseller olmalı.  (Dolayısıyla “ay ben denizde böyle kocaman bir şey olduğunu bilmiyordum, korktum tekme attım kafasına!” gibi abuk subuk durumlar önlenmiş, korkabilecek insanlar bilgilendirilmiş olur.)

*  Kaş’ın dalış ve şnorkel cenneti olduğundan her yerde bahsediliyor. Hem dalış turlarının broşürlerinde, hem de plaj girişlerinde mutlaka uyarılar olmalı. Kaplumbağalara ne yapılmaması gerektiği gibi. Örneğin: “asla yiyecek vermeyin”, “sakın üstlerinden yüzmeyin ya da kovalamayın”, “sakın dokunmayın, kabuğuna vurmayın”, vs vs.

Bunlar dışında bu türlerin el birliğiyle korunması ve sevdirilmesi için de çalışmalar yapılmalı. Her türlü bilgilendirme panosunda bu hayvanların denizde süzülüşünü izlemenin nasıl huzur verdiği, çok korkmadığı sürece asla insana saldırmadığı, çok yumuşak huylu bir hayvan olduğu anlatılmalı. Çocuklardan yetişkinlere burada yaşayan ve buraya gelen herkese denizlerde ev sahibinin onlar, bizlerin misafir olduğu ve bir misafir olarak ev sahibine saygı göstermemiz gerektiği anlatılmalı.

Yaşanan durumlarda insanın suçu ve sorumluluğu doğru aktarılmalı, “ya ben keyifle beach’te yüzüp mojito’mu içmek istiyorum, şu ısıran hayvanları çıkarın buradan” şımarıklığı hakkı insana verilmemeli. Hayvan doğasını yaşıyor, eğitilen ve rehabilite edilen insan olmalı. Bir köpekbalığı sörfçüye saldırdı diye rehabilitasyona gönderiliyor mu da bu kadar yumuşak bir hayvan saldırı karşısında kendini savunmak için insanı ısırdığında yerinden ediliyor? Ne hakla! Sörfçü köpekbalığı olduğunu bilerek o denize giriyor, hiçbir zarar vermese bile hayvana, kazalar yaşanabileceğini biliyor. Burada da insan denizde kaplumbağalar olduğunu bilerek girecek yüzmeye. Ve sadece onlara saldırırlarsa ısırılabileceklerini bilerek girecek.

(Şunu defalarca yaptık ve nasıl harika hissettirdiğini anlatamam. Bu güzelliği yaşamak varken, onları kendimize düşman etmek niye?)

Yurtdışında birçok yerde kaplumbağalarla ilgili bu tür bilgilendirme panoları bulunuyor. Özellikle Hawaii gibi onlarla dalış turlarının yoğun olduğu yerlerde bu canlıları tanımamız ve nasıl davranmamız gerektiğine dair bilgiler her yerde mevcut. Bizde de olması gerekmez mi? Başta Kaş olmak üzere kaplumbağaların olduğu her yerde. Hatta belki Dalaman, Bodrum ve Antalya havaalanlarında.

Belki bu konuda sizlerin de önerileri olabilir. Belki aklımıza yapabileceğimiz bir şeyler gelir. Bilgilendirme kampanyaları başlatırız. Sadece kendi çevremizi bile doğru bilgilendirerek işe başlayabiliriz en azından. Lütfen aklınıza gelenleri benimle paylaşın. Bu yazıyı da paylaşırsanız sevinirim. Böylelikle daha çok insandan öneri alabilir, fikir duyabiliriz. Olay anından beri kendime gelemiyorum doğaya yapılan bu saygısızlık karşısında. 

Ben elimden geleni yapacağım bu konuda. Şimdilik WWF ile temasa geçtim. Kaş'taki ekipleriyle konuyu paylaşacaklar ve benimle yeniden iletişim kuracaklar. Yarın da kaplumbağanın nereye götürüldüğünü öğreneceğim Küçükçakıl'daki plaj işletmelerinden. Ve Kaş Çevre Platformu'yla da görüşeceğim bu konuyu. O sırada çevre konusunda duyarlı Melis Alphan gibi yazarlarla da bunu paylaşmak istiyorum. Belki bir şey çıkar. O yüzden sizden de bu konuda destek istiyorum. 

Doğa ile uyumlu olmayı öğrenmek, insanoğlu için bir tercih değil bir gereklilik sonuçta. Bunu ne bizler ne de başka canlılar zor yoldan öğrenmesin dilerim. 

Kaş Günlükleri #3 - Yeme-İçme-Mutfak Alışverişi

Madem artık yarı buralıyız, elbette burada bir simitçimiz, manavımız, kasabımız, balıkçımız ve marketimiz olmalı değil mi? İşte şimdi biraz bu konulara değineceğim ve Kaş'ta ev kiralayarak yazlıkçı olarak gelmeyi düşünenlere de dev bir hizmet sunmuş olacağım.  ;)

Simit İçin 

İsocum simit konusunda her geçen gün kendini aşıyor. Her sabah uyanıp yüzünü denizde yıkamaya gidenlerden olduğu için dönüşte simit alma görevi onun. Ve simit ve ekmek konusunda en favori fırınımız Çiğdem Unlu Mamuller. Migros'tan Otogar'a doğru devam ederken solda göreceğiniz geleneksel bir fırın burası. Her boy simiti ve harika tam buğday ekmeğini buradan alıyorsunuz. 


Manav ve Kasap

Meyve sebze alışverişi için illaki Uçarlar Manav'a uğramalısınız. Cuma günleri kurulan pazardan bile daha taze ve bol çeşidi bulabileceğiniz, başka yerde eşini benzerini görmediğim büyüklükte bir yer burası. Klasik meyve sebzelerden avokadoya, misket limonuna ve deniz börülcesine kadar her şeyi bulmak mümkün. 

Hemen karşısında ise Likya Kasabı bulunuyor. Evlere servisleri de var. Nefis kasap köfte ve kasap sucuğu, kaburgası, antrikotu, bilimum et ve tavuk çeşitleri burada sizleri bekler. Bu iki durak da Carrefour'dan içeri girer girmez sağlı sollu karşınızda olacak.

Market için

İflah olmaz bir Migrosçu olmama rağmen burada Migros'a sadece kahvaltılık çeşitleri için gidiyorum. Carrefour temizlik malzemeleri ve içki açısından çok çdaha fazla çeşide sahip. Mezeler, içki, kuruyemiş, kedilere mama ve hatta şarap kadehi, lavabo pompası, vs gibi aklınıza gelen her şey için Muhtar AVM sizi bekliyor. Ben hep Muhtarlar demeye alışmışım buraya. Aynı şekilde plajda yanımızda konuşan bir gruptan birinin de Muhtarlar dediğini duydum. Arkadaşı hemen onu düzeltti ve "Muhtarlar değil, Muhtar" dedi. Çocuğun yanıtına çok güldüm: "Abi Muhtar olamayacak kadar kocaman orası ya. Ne sanıyor kendini, Carrefour musun, Migros musun sen? Muhtarlar olması gerek yani!" Kıh kıh.. Demek benim de bilinçaltımda böyle bir etkisi olduğundan Muhtarlar deyip duruyorum. ;)

Balık için

Maalesef hayallerimdeki gibi bir balık pazarı ile karşılaşamadım burada. Dondurulmuş ürünler ve şanslıysak havuz çuprası ve levreği bulabileceğimiz iki üç balıkçı var ama bahsetmeye değmez bence. Nerede benim Beşiktaş Balık Pazarı'ndaki Derya Balık'ım, nerede burası. Fethiye'de güzel balık pazarı var diyorlar, ama balık almak için bir saat gidecek değilim herhalde. Yine de yemelik olmayan başka balıklar aldım bu aralar. ;)


Sağdaki Atelier Vitray'dan. Fırt'ın karşısındaki minnak dükkandan bahsediyorum. Geçen sene Haziran'da oradan Kaş'ta ev sahibi olma niyetiyle bu nar ağacını almıştım ve niyetim gerçekleşirse mutlaka Kaş'a da oradan bir şeyler alacağım demiştim. Ekim'de, benim bile beklediğimden kısa bir sürede niyetim gerçekleşince Hilal'in uğurlu ellerine hemen yeni siparişimi verdim. Sarhoş -aşk sarhoşu- Balık ve Motorcu Akrep evimizin duvarını süslüyor şu an. ;) Fırt'ın sırasında devam ederken hoş otantik takılar da satan bir yerden de -adını unuttum, bakınca güncelleyeceğim yazıyı- balıklı halhalımı alarak balığa böyle doydum diyelim. ;)

Sırada farklı bir beach ve iki lezzet durağı önerisi var. Ayrıca Echo Bar'ın canlı müzik programlarını da sıkı takibe aldık. Onların da videolarını yükleyeceğim en kısa zamanda. Yani ülke gündemiyle bir anda bambaşka bir yere savrulmazsak tabi!


Begonvil güzelliğinde kalın!


Güzel Öyküler İçin

Birbirinden güzel öyküler için size bu iki kitabı okumanızı öneriyorum. Can Yılmaz, Klişe Hayatlar Matbaası'nda ağırlıklı olarak esnaf öykülerine yer vermiş. Hepsi birbirinden sıcak ve bizden olan bu öyküleri çok seveceksiniz. Ama bir tanesi var ki benim için çok özel kalacak. Son yaşanan olaylardan sonra endişe ve üzüntüyle donduğumu, adeta hissizleştiğimi düşünürken okuduğum Bir Mayıs Ütopyası adlı son öykü beni hüngür hüngür ağlatarak -ki yazarın bunu hedeflemediğini, benim sinirlerimin bozuk olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz-, ne kadar şaka yollu desek de "bu ülkeyi kafamda bitirememiş" olduğumu ve hâlâ umut kırıntılarıyla baktığımı, bizi gururlandıracak güzel şeylerin yaşanmasına ne kadar hasret olduğumu bana gösterdi. Sırf bu yüzden bile helal olsun Can Yılmaz'a. Artık gönül rahatlığıyla "Yılmaz Kardeşler" hastasıyım diyebilirim. ;)   


Nejat İşler ise ödünsüz duruşuyla, doğallığıyla, -mış gibi görünmek adına kılını kıpırdatmamasıyla en hayran olduğum insanlardan biridir. Yaptığı her işi tutkuyla yapan bu güzel adamın son dönemlerdeki tutkusunun da Gümüşlük olduğunu biliyoruz. Gerçek hesap Bu adlı son kitabının tüm geliri de Gümüşlük Spor'a gidecek zaten. Kitapta kısa öyküler halinde kendi anılarına yer vermiş Nejat İşler. Internet'te olur olmaz kendisine atfedilen aforizmaları kadar ilgi çeker mi bilmem, ama tüm içtenliğiyle yazmış işte yaşadığı birtakım şeyleri. Nejat İşler'i seviyorsanız, kitabı da seversiniz bence. 

İyi haftalar!

Not: Ağustos'un biri geldi bile. Yaz bitecek diye üzülmeye başlayanlar bir el kaldırsın, yoklama yapacağım. ;)