Hadi Be Oğlum & The Square

Biri sıcak biri buz gibi diyarlardan iki film var bugün blogda. Kıvanç Tatlıtuğ'un merakla beklediğimiz Kaş'ta çekilen filmi Hadi Be Oğlum'dan bahsedeyim önce. Baş rollerde oyunculuk anlamında tavan yapmış bir Kıvanç Tatlıtuğ, şahane bir küçük yetenek Alihan Türkdemir ve güzeller güzeli Kaş olduğu için filmi sevmememiz düşünülemezdi bile. Film de temel olarak bir baba ile iletişim sorunu yaşayan oğlunun bağ kurma hikayesini anlattığı için zaten ilginizi çekiyor. Ama baba ve oğulun oyunculukları bu kadar iyi olmasa duygu anlamında sizi içine çekemeyecek kadar yüzeysel anlatılmış ve boşlukları olan bir hikaye var aslında elimizde.  Yücel Erten ve Büşra Develi'nin oyunculukları da bu yüzeysel hikaye çerçevesinde oldukça geri planda kalmış. Ama izlenir mi? Keyifle izlenir. Hatta ağlanır mı? Kapı gıcırtısına ağlayanlar kulübü başkanıysanız hüngür hüngür bile ağlanır. ;) Kıvanç'ı dekoru Kaş olan bir tiyatroda izlemek tadındaydı bana göre. Filmden alacağınız tadı kısaca öyle özetleyebilirim.   


Sırada soğuk diyarlardan The Square (Kare) filmi var. Dramatik-komedi kategorisindeki 2017 yapımı İsveç'te geçen bu filmin gösterimi ilk olarak bu yılki Cannes Film Festivali'nde yapılmış. Yönetmen Ruben Östlund sosyal ve sanatsal özgürlüklere hafiften dalgasını geçerek ve eleştirel bakış açısını ilginç bulmamak mümkün değil. Force Majeure filmiyle de zamanında kalbimize taht kurmuştu kendisi. Bu arada filmin o son performans sahnesiyle komediden çok dramatiğe yakınlaştığını da söylemeliyim. Neydi o Oleg yahu! "Sanat sanat içindir" fikrini benimsesen bile olmaz yani, o derece! ;)


Zaten aslında tam da bu yapmacıklıklar eleştirilmiş filmde. Birileri adına sanat dediği için bir galeride yere konmuş bir kol çantasına ya da pisuara sanat denebilir mi? "Medeni sanatseverler" olduğumuz için rahatsız edici ve hatta zarar verici bir sanatsal performansı öylece oturup izlemeye devam mı etmeliyiz? Sosyal statü anlamında daha üstün konumda olanların itibarı daha alt seviyede olanlardan daha mı değerlidir? Suya sabuna dokunmayan, haksızlığa ve yanlışa ses çıkarmayan medeniyet olur mu? Yoksa bunun adı iki yüzlülük müdür? Filmin sorguladığı ve iğneyi tam da kendine batırdığı konulardan bazıları bunlar. Geri kalanlar için izleyiniz, görünüz derim. 

İyi seyirler.
Ve tabi ki iyi haftalar!

Hiç yorum yok: