Kırık Dökük bir Ankara

Çarşamba'dan beri Ankara'daydım. Gezinin keyifli kısımlarını yazacağım diye oturdum, ama içimden gelmediğini fark ettim. Aslında hep beraber orada toplanmamızın sebebi anneannemi görmekti. Anneannem son altı yıldır ne yazık ki sevimsiz bir hastalıkla mücadele ediyor. İlaçlarıyla birlikte sürdürdüğü bu mücadeleden önceleri galip çıkar gibi olmuştu. Hatta bundan iki sene önce "acaba tahliller yanlış mıydı?" dediğimiz ve hastalığının tamamen gerilediği bir dönem olmuştu.

Ama son dönemlerde bu korkunç hastalığı iyice atağa geçti. Hiçbir şeyden haberi olmayan ve hâlâ yardımlarla da olsa yürüyebildiğine ve "elden ayaktan düşmediğine" şükreden canım anneanneme haince saldırmaya başladı. Tedavi yöntemleri ve ilaçlar etkilerini yitirmeye başladılar. Anneannem de giderek halsizleşmeye...

Ankara öncesi duyduğumuz haber bizi çok korkutmuştu. Bizden iki gün önce korkunç bir kalça ağrısıyla saatlerce acı çektiğini öğrenmiştik. İliklerinde dolaşan bu berbat hastalığın kemiklerine de ulaşmış olabileceği fikri hepimizi altüst etmişti. Çünkü bunun olması durumunda yaşanacaklar çok daha vahimdi! Ama neyse ki korkulan olmadı. Bunun zorlanmaya bağlı bir ağrı olduğu ve ağrı kesici ilaçlarla kontrol altına alındığı anlaşıldı. Gittiğimizde de anneannemi son iki senedir olduğu gibi yine halsiz gördük, ama hepimiz yine de bu duruma çok mutluyduk. Çok daha kötüsü olabilirdi...

İlk iki günü keyifli geçirdik. O da ilk geldiğimizde "Ben sizi böyle mi karşılardım!" diye üzülerek, takma dişlerini çıkardığında "tam nene oldum artık!" diye hayıflanarak, yarı duyup yarı duymadan salonda bizlerin sohbetine eşlik ederken çocuklarının ve torunlarının arasında olmaktan duyduğu mutlulukla bizlerin yanında oturmaya devam etti. Kendisinin kahvaltı yapıp yapmadığını hatırlamamasına rağmen "İmge, börekten yedi mi?" diye yardımcısına sormayı unutmadı! "İyi ki geldiniz, siz gidince ev bomboş olacak şimdi" diye günde sayısını hatırlamadığım kez tekrarlamasına rağmen evde durup, başını beklememiz içine sinmediği için "Hadi, dışarı çıksanıza, ne oturuyorsunuz, gidin, gezin benim yerime de" diye bizi alışverişe uğurladı. Ayağa kalkacak hali olmamasına rağmen hem annemle babam giderken hem de ben giderken "bastonum" dediği yardımcısıyla birlikte salon penceresine gelerek el salladı ve arkamızdan su döktürdü. Görünüşte her şey aynıydı...Eskisi gibiydi... Ama eskiden biz ona daha çok sarılır, öperdik sanki... O da aynı sevgiyle karşılık verirdi. Artık durum değişmişti. Biz onun zayıf bedenini incitmeden, narin bir şekilde ona sarılmaya çalışıyorduk, ama bu kadarı ona yetmiyor gibiydi.. Kollarını boynumuza doluyor, başını göğsümüze yaslıyor, ellerimizi tutup, bırakmak istemiyor ve öpüyordu. "Siz bana bakıyorsunuz, ben çocuk oldum artık" diyip, resmen kendini bize sevdiriyordu.

Bizim canımıza minnet tabi... Canım küçük kadınımı sevdim, öptüm, okşadım bol bol... Buruş buruş olmuş ellerine kremler sürerek, ona masaj yaptım, bir dahaki gelişimde birlikte çektirdiğimiz resimlerden getireceğimi söyleyip, onları büfesine koyması için söz aldım, ona baharda İstanbul'a gelme hayalleri kurdurdum. Hatta bir an ben bile o hayallere inanmaya başladım. Ta ki Cumartesi akşamı salonda bizlerle konuşurken, kendi farkında olmasa da burnundan bir damla kan gelene kadar.. Akabinde yapılan kan tahlili sonucunda en son kan verilmesinden bu yana sadece 10 gün geçmiş olmasına rağmen kan değerlerinin 2-3 ay içinde gelebileceği bir seviyeye düşmüş olduğunu öğrenene kadar... Bu hafta içinde yeniden kan verilmesi gerekeceğini öğrenene kadar.. Yani aklımıza getirmemeye çalıştığımız, ama sözde "beklenen" sonu aklımıza getirene kadar! Bu beklenen sonun ne kadar sürede gerçekleşeceğini bilemeyiz elbette. Belki üç ay, belki üç sene sonra.. Belki bir, belki üç, belki de beş vakte kadar.. Ne fark eder! Henüz ufak da olsa sinyalleri görmeye başlamak o kadar can acıtıyor ki!

Cumartesi günü kaçan keyfimi bir türlü yerine getiremedim. Sürekli anneannemle ilgili kareler geçiyor gözlerimin önünden. Görünüşte her şey aynı durumdayken bırakıp, döndük hepimiz evlerimize, ama içimizdeki o his bize her şeyin aynı olmadığını söylüyor. Bu kırık dökük Ankara gezisinden geriye kalbimdeki ağırlık, gözlerimdeki yanma ve bir de üç sene küçük kadınımla birlikte yaşadığım evin penceresinden "güle güle" demek için uzanmış cılız bir el görüntüsü kaldı bana... Bir de "beklenen son" diye bir şeyin olmadığı, yalnızca "son" diye bir şeyin olabileceği ve o "son"a da hazırlıklı olmanın mümkün olmadığı gerçeğini ne yazık ki adeta dayak yemişçesine öğrenmek durumunda kalmanın acısı...

10 yorum:

Zamandan Sızan dedi ki...

Her şey yoluna girecek İmge
Ankara'nın hatırlarında en son böyle kalmasına izin verme..

Imge dedi ki...

Umarım Kıymet.
Teşekkürler..

Unknown dedi ki...

yürekleri sevgi dolu çcuklarım var buna şükrediyorum,annem iyi değil hepimiz biliyoruz ve bu hafta sonu ankara bizim için bir arada olduğumuz herzamanki özlem dolu duygular dışında hüzünde doluydu.ağlattın gene beni imgecim..nasıl atlatıcaz bilmiyorum..yüreğine sağlık kızım

mutfakfaresi dedi ki...

Okuduklarıma çok üzüldüm İmge. Ben de anneannemi çok severim içim burkuldu. Geçmiş olsun desem, acil şifalar dilesem bir faydası olur mu bilemiyorum...

Imge dedi ki...

Annoşum,

Seninle her an konuşuyoruz zaten, ama buradan da cevap yazmış olayım... Merak etme, anneannem açısından olabilecek en iyi şekilde atlatacağız bu süreci... En azından ona eminim...

Özlem'cim,

İçtenlikle sunulan iyi dileklerin ve ilginin faydası olmaz olur mu hiç? Çok teşekkürler...

Adsız dedi ki...

Geçmiş olsun :(

İnşallah sağlığının daha iyiye doğru gitmesiyle birlikte mutlu güzel günler görürsünüz.

Bu arada başlığın "Kırık Dökük Bir Ankara" olması çok peşimist bir yaklaşım gibi geldi bana ; bizim için lütfen "Herşey Güzel Olacak" ifadesini kullanın

Sevgiler

Imge dedi ki...

Romeo,

Çok pesimist bir başlık ve yazı olduğunu biliyorum, ama tam olarak içimden gelenleri yazdım. Başka şeyler yazmak için oturdum, ama geldiğimden beri aklımda olan tek şeyi yazıp rahatlamak istedim belki de... Rahatlayamadım gerçi.. Ve hemen bu sıkıntılı havayı dağıtmak için başka yazılar yazmaya karar verdim.

bu iç karartıcı yazıdan dolayı özür diliyorum. İyi dileklerin için teşekkürler ve umarım "her şey güzel olur."

Adsız dedi ki...

:((( beni yanlış anladın kabalık etmek istemedim blog senin blogun tabii ki yazıp rahatlayacaksın ama sürekli dertli şeyler düşünürsen çok iyi bilirsin ki yine dertlenirsin emmm anladım beni mazur gör ben daha senin konu başlığına karışacak kadar büyümedim :))) şimdi git birini hug'laa eminim kendine gelirsin ;)

Mehtap dedi ki...

İmgeciğim okurken benimde içim burkuldu.Allahtan şifa diliyorum.İnşaallah anneannen ile birlikte ve tüm sevdiklerinle çok daha güzel günler görürsün.Sevgilerimle.Çok şeker anneannende maşaallah.ellerinden öpüyorum.

Imge dedi ki...

Mehtap,
Çok teşekkürler..İyi dileklerine gönülden katılıyorum. Blogumun en karamsar yazısıyla sizlerin de içini kararttığım için özür...