İşte bence gezimizin en güzel günlerinden birini anlatmaya geldi sıra. Zaten benim de Milano'yu merkez alan bir gezi planı ayarlamamın ilk sebeplerinden biriydi burası: Como Gölü. Sabah erken saatlerdeki ilk trenlerden biriyle Como kasabasına doğru yola çıktık. Trenitalia'nın Regionale trenlerinden birine atladık (yani ekonomik ve hızlı olmayan) ve bir saatte Como'da olduk. Daha uzun mesafeler için hızlı tren tercih edilebilir ama 1-2 saatlik yolculuklarda trenin hızlı olup olmamasının çok önemli bir fark yarattığını düşünmüyorum. Siz de bizim tercih ettiğimiz trenlerle Como'ya gitmeyi düşünürseniz fiyat bilgisini de vereyim: gidiş-dönüş 8 EURO! Süper değil mi?
Como çok şirin bir İtalyan kasabası. Kasaba dediğime bakmayın, aslında bir il ama nüfusu yaklaşık 85,000 olan bir ile bizim buralarda kasaba deniyor diye öyle dedim. Bir dönemler dünyanın en önemli ipek üreticilerindenmiş ama sonradan Çin'in atağa geçmesiyle birlikte bu konumunu kaybetmiş. Yani "Como ipeği" diye satılan makul fiyatlı şal ve eşarpları değerlendirmenizi öneririm.
İstasyonda iner inmez on dakikalık bir yürüyüşle şehrin merkezine varabiliyorsunuz. Yani Duomo Meydanı'na. Yani her zamanki gibi şehrin en gösterişli ve büyük katedralinin olduğu yere. Ama katedrali, meydanı, müzesinden ziyade sokaklarında gezmenin keyifli olduğu şirin bir yer burası. Elbette sergilere ev sahipliği yapan ve müthiş bir bahçeye sahip Villa Olmo ve füniküler ile dimdik tepelere çıkıp manzara izlemek gibi alternatifleriniz olduğunu da unutmayın.
Şehrin önemli meydanlarından biri de Piazza Cavour. Çünkü göl kıyısında.. Çünkü bizi Bellagio'ya götürecek tekneye buradan bineceğiz. Bizim çingene vapurumuz gibi çok durakta duran ya da daha az yerde durarak hızlı giden tekneler kalkıyor bu iskeleden. Biz hızlı olanlarına biniyoruz, çünkü onunla bile gölde bir saatlik bir yolculuk bizi bekliyor. Tek yön fiyatı yaklaşık 12 EURO.
Como Gölü'nün çevresinde irili ufaklı birçok yerleşim birimi bulunuyor. İsviçre'ye yakın bu huzur dolu cennet köşesindeki birbirinden hoş köyler ve kasabaların hepsi kıyıya yakın yerlere sıralanmış. Belli bir seviyeye kadar evleri görebiliyorsunuz. Ondan sonrası ise gölü çevreleyen dağların tepesine kadar kopkoyu yeşillik. Ağaçlara hiç dokunulmamış. Normali bu olmasına rağmen bize nasıl şaşırtıcı geldi anlatamam. Bizim ülkemizde, hem de George Clooney'nin malikanesinin olduğu bir beldede (!), her karış toprağı ev yapmak için kaç bin ağacı gözünü kırpmadan yok edebilecek zihniyetleri düşündüm de bir an! İşte yurtdışında bu tür doğal (veya tarihi) güzellikleri gördüğümüzde hayran olma sebebimiz de bu zaten. Bizim ülkemiz de bir sürü güzellikle dolu ama içimiz burkularak, üzülerek baktığımız, bizlere rağmen hayatta kalma mücadelesi veren, yıpranmış güzelliklerle dolu. Orada ise gördüğünüz her sokak arası bile adeta el üstünde tutulan birer prensesler gibi. Işıl ışıl, mutlu, canlı, insanı da çok mutlu eden cinsten yerler..Tekne yolculuğu sırasında aşağıdakine benzer manzaralar arasından geçiyorsunuz.
Yeşille mavinin iç içe geçerek büyülü bir renk ortaya çıkardığı bu güzel göldeki yolculuğumuz Bellagio'da sona eriyor. Şimdi yine sokaklarında kendimizi kaybedebileceğimiz ve Como'dan daha şirin bir kasabadayız. Keşif zamanı! :)