Aegean Dream

Tatilimizi yazdıktan sonra biraz da kaldığımız tatil köyünden bahsedeyim. Aegean Dream ultra her şey dahil sistemi ile hizmet veren, 5 yıldızlı bir tatil köyü. Tesisin görünümü, büyüklüğü, aktivite çeşitliliği, temizliği, personelin cana yakın ve güler yüzlü olması, odaları falan çok güzeldi.. Ayrıca 2005 ve 2006 sezonunda uluslararası otelcilik ödülleri de alarak kendini bir anlamda kanıtlamış bir tesis. Tesisin iskeleden genel görünümü:

Ama bir iki eleştiri de yapmadan geçemeyeceğim.

Öncelikle tesisin Bodrum’un esintili havası ve dalgalı denizi için yapabileceği bir şey olmadığını biliyorum. Ama en azından denizin iskele çevresindeki bölümü için bir şeyler yapılabilirdi diye düşünüyorum. Ben denize bayılırım. Tatil köylerinde havuza bir kez bile girmediğim olur (burada da böyleydi). Ama burada denize de pek bayılmadım. Çünkü denize girdiğimiz yerin altında koca bir yosun ormanı bulunuyordu!! Ayrıca motorlu su sporları için ayrılan alan iskeleye çok yakındı. (Hatta banana için falan tekne iskeleden kalkıyordu.) O yüzden sadece iskele hizasında yüzülebiliyor, daha fazla açılmak mümkün olmuyordu. Bir de iki tane balıkçı kayığı (biri plajda, diğeri de yüzdüğümüz alanda) da hem görüntüyü bozuyor hem de yüzerken daha fazla tedirginlik yaratıyordu. (Zamanında Mersin sularında balıkçı teknesinden bırakılmış ağa takılmışlığım vardır!! ) Tatil için Bodrum’u tercih edecek olanlara Turgutreis’i tavsiye etmeyebilirim. Zaten esintili olan Bodrum havası açık alan olan Turgutreis’te daha da kendini gösteriyordu.
















İkinci eleştirim de yemeklerle ilgili olacak. Otelin değerlendirme formlarında da belirttiğimiz gibi yemekler pek de güzel değildi. Gerçi bizim için yemekten çok biranın tadı önemlidir!! O da klasik “sulu tatil köyü birası” kıvamında olmadığı için neşemizden bir şey kaybetmedik. Ama kırmızı et seçeneğinin yok denecek kadar az olmasını, gözlemelerin peynirli değil de peynir aromalı olmasını (!), bir de kompostoların ve soğuk mezelerde kullanılan turşuların bozuk ve teneke kokuyor olmasını böyle bir tesise pek yakıştıramadık. Ayrıca rakı olarak da tek seçenek Burgaz Rakı’ydı. (Gerçi kardeşim ve eşinin balayı için gittiği Kemer’deki Amara Dolce Vita’da da durum aynıymış. Tatil köylerindeki trend Burgaz galiba. Ama en azından alternatif olarak hiç riske girmeyip Yeni Rakı da bulundursalar iyi olurdu diye düşünüyorum.) Kahvaltıya ve yemeğe geç giderseniz pek bir alternatifiniz kalmıyordu. Ama acıklı yalvarmalarım sonucunda akşam yemeği büfesinde bitmiş olmasına rağmen mutfaktan krem karamel getirtmeyi başardım. Sıfırcı hoca olmayayım bu arada, krem karamele tam not veriyorum!

Sonuç olarak otelin odaları, su sporları, personeline ve aktivitelerine tam not vereceğim. Ama tesisin yemekler ve deniz kategorisindeki notunu kırıyorum! Bodrum’a giden tatilci ile Antalya’ya giden tatilcinin beklentileri de farklı olduğu için bu tesis belki Bodrum standartlarında son derece iyi olabilir. Ama bana göre Antalya’da Kemer ve Belek bölgesindeki tesislerle karşılaştırıldığında 4 yıldızlı bir tatil köyü kategorisine girecektir diye düşünüyorum. Biz oradayken bu eksilerin farkına bile varmayacak kadar keyfimiz yerindeydi, ama döndükten sonra objektif bir değerlendirme yaparak, siz okurlarımı doğru yönlendirmek istedim. :)

Daha fazla bilgi için:

http://www.aegeandream.com/v2/tr/

Tatiliniz bol olsun!

Bodrum Bodrum...

Bodrum aşığı falan değilim. Aslına bakarsanız, Bodrum’un denizine de, gece hayatına da, beyaz evlerine de bayılmam. Ben tam bir Akdeniz aşığıyım – denizi, yeşille mavinin buluştuğu doğası, iklimi tam bana göre. Ama hayatımın en keyifli tatillerinden birini bu sene Bodrum’da Aegean Dream’de geçirdim.

Toplam 10 kişiydik. 10 kişinin tamamen uyum içinde olabileceği bir tatili hayal etmek bile zordur. O yüzden hepimiz yanımızda nahoş durumlarda sığınabileceğimiz kitap, iPod ve psp gibi hayat kurtaran aletleri getirmeyi ihmal etmemiştik. Ama tatilin en az rağbet gören üyeleri onlar oldular. Çünkü yüzlerine bakan olmadı. İşte ekibin tamamı:



















Sabah 10’a doğru kahvaltıda başlayan günümüz, gece 2 gibi Pool Bar’da bitiyordu. Kahvaltı sonrası iskele üstündeki 10 şezlongluk yerimizi belirledikten sonra akşam 7’ye kadar genellikle orada oluyorduk. Çeşitli aktiviteler ve yemek için iskeleden ayrıldığımız oluyordu tabi, ama her ayrılanın dönüşü muhteşem oluyordu. Örneğin, “Acıkmışsınızdır diye düşündük, o yüzden birkaç atıştırmalık tabak getirdik” diyerek elinde gözlemeci kadının yaptığı tüm gözlemeler, ızgara tavuk şişleri tabağı ve patates kızartması tabakları ile dönenleri gördüm!! Ya da “içmeye başlarız değil mi, gençler?” diye öğlen 1’de 10 bardak birayla gelenleri de gördüm!! Ee tabi, böylesi bir iyi niyeti kırmak mümkün değil. Gelene hayır diyemiyor ve hatta bir süre sonra siz de getirme yarışına giriyorsunuz. Gün içinde ayrıldığımız tek zaman akşam yemeğine hazırlanmak için odalarımıza çıktığımız saatlerdi. Yani en fazla 1 saat.. Geri kalan her anı grup halinde geçirdik ve kendi adıma bir dakika bile sıkılmadığımı, aksine son derece keyifli bir tatil geçirdiğimi söyleyebilirim. Akşam yemeğinde buluşup yemek yedikten sonra ya terastaki bar ya da pool bar’daki yerimizi alıp, sohbet eşliğinde içkilerimizi içmeye devam ediyorduk. Gündüz ve gece:



















Bu standart bir tatil köyü günüydü.. Çoğunlukla günlerimiz böyle geçti.. Ara aktivitelerimiz ise şunlardı: banana, kano, deniz bisikleti… (lenslerim uçmasın diye banana ekibine katılamadım).. Bisiklet turu (dört kişiyi gaza getirip, oradaki 30 bisikletten sadece 6’sının çalıştığını öğrendiğimde ve çalışan bisikletleri de gördüğümde vazgeçerek step yapmak için geri döndüğüm ve kocamı, Serdar’ı ve Tracy’yi bilinmeyene uğurladığım aktivite)… Step (her gün yediklerimi eritmek için katıldığım, ısınmadan başlanan, bacaklarımızı çalıştırmamıza rağmen kollarımızı esneterek bitirdiğimiz, iki koreografiden oluşan, yararsız ama kendimi kandırmak için uygun bir aktiviteydi. İlk başlarda kenarda durup, benimle dalga geçmek için gelen ekipten Aysun ve Tracy’yi de son bir iki gün derse katılmaya ikna ettim.) Sörf (grup erkeklerimizden birçoğunun ve Tracy’nin denediği bir aktivite.. Tracy’nin farklı bir görevi daha vardı ama… Kocası için katlandığı fedakârlık takdire şayandır! :) ) Dalış eğitimi… (Mine&Serdar çifti ve Aysun havuzda denediler..7/7/2007 günü 707 no’lu odada kalan Mine&Serdar, dalış denemesi sırasında havuzda 1 YTL bulunca ısrarlarıma dayanamayıp Turgutreis merkeze giderek Sayısal Loto oynadılar.. İkramiyenin çıkacağına %100 emindik.. Zengin olunca beni de göreceklerdi ama hala sesleri çıkmadı.. Bu vesileyle onları bir kez de buradan kınamak istiyorum..:) ) Plaj voleybolu (3 günlük sefa da diyebiliriz buna.. Çünkü maalesef Ozan’ın sakatlanmasına neden oldu bu olay, Ozan’ın bu işi nasıl bir sefaya dönüştürdüğünden önceki yazımda bahsetmiştim. Ama vefakâr eşi Aysun’un desteğini yazmayı unutmuşum. Aysun arkadaşımızı bir kez daha takdir ediyor, ama eşlerimizin bizden beklentilerini artıracak bir model çizdiği için de kendisine içten içe kızıyoruz..:) ) Ayrıca masa tenisi, okçuluk, vs gibi başka aktiviteler de itinayla denenmiştir.























Bunun dışında bir gün tekne turu yaptık, bir gün de Bodrum gece turu yaptık. Tekne turu süperdi. Organizasyon için Serdar ve Mine’ye hepimiz adına çok çok teşekkür ediyorum. Otelin ayarlanması, havaalanı transferleri, Bodrum gece turu için bize özel minibüs tutulması, bize özel tekne ayarlanması gibi organizasyonları onlar yaptılar ve bize de sadece keyifle katılmak kaldı.. Akvaryum koyu ve Camel Beach’i içine alan tur rotasını seçtik. Deniz mükemmeldi. Turgutreis esintili olduğu için deniz de genelde dalgalı oluyordu ama tekne turunda durduğumuz koylar süperdi. Tekne turundan sonra Bodrum Kalesi’ni ve Sualtı Arkeoloji Müzesi’ni de gezdik.































Bodrum gece turu için de gece 11 gibi minibüsümüze bindik. Işıkları söndürüp, müziğin sesini sonuna kadar açıp, hızla Bodrum’a ilerleyen diskomsu minibüsümüzün içinde ıslıklarla ve oturduğumuz yerde oynayarak son derece motive bir şekilde geceye başladık. En ön sırada oturan Amerikalı çiftimiz Brian & Terry’nin şaşkınlıktan faltaşı gibi açılmış gözleri ve önlerindeki boruya sıkıca tutunarak sadece şoföre ve yola bakmaları hala aklımda. Muhtemelen o gece planına katılmakla pek de doğru bir karar vermediklerini düşünmüşlerdir. (Tracy’yi Amerikalı olarak değerlendirmiyorum bu arada, çünkü o neredeyse hepimiz kadar Türk.. :) Hatta bir iki hafta daha kalsa Rober Hatemo şarkılarını falan ezberlemeye bile başlayabilirdi.) Bodrum gece hayatı ile ilgili ufak bir not: 16-20 yaş arası gençlerin çoğunlukta olduğu, kalitesiz yerli ve yabancı turistlerle dolu, barların çoğu kapanmış ve tadı kaçmış bir Bodrum gördük. Yine en iyi yer “Hadi Gari” olacaktır diye düşündük ve geceyi orada geçirdik. Çok keyifliydi.. Koltuk değnekleriyle bize eşlik eden Ozan, bar taburesine yerleşip, ayağını başka bir tabureye uzattıktan sonra bu kadar yorulmasının karşılığı da fazlasıyla aldı. Oturduğumuz masanın hemen üstündeki açık kabin gibi olan bölmelerden Ozan’a en yakın olan iki tanesinde şov yapmaya başlayan dansçı Rus kızlar hepimizden fazla yorulan Ozan için tam bir ödül oldu. Ağzının kenarında sigarasını tutarak, şevkle el çırpan kocam da Rus kızların dans şovunu izlerken çocuklar gibi şen olan ikinci kişiydi!!!

Bu arada Mine’ye hepimiz adına yaptığı pazarlıklardan dolayı da teşekkür etmemiz gerekiyor.. Sayesinde hem Hadi Gari’de hem de deve fiyatında bile iyi bir indirim aldık..:)

Tatilimiz özetle böyle geçti.. (pek özet olmadı gerçi) En kısa zamanda bu keyifli grupla yeni tatillere çıkmayı diliyorum. Bir sonraki planımızı da şevkle bekliyorum. Hem artık önümüzdeki seneden itibaren Tracy & Serdar da Türkiye’ye taşınacakları için çok daha rahatlıkla planlar yapabilir, spontane geziler de düzenleyebiliriz diye düşünüyorum.

İki Özel Teşekkür…

Biliyorsunuz son birkaç ayımızı kardeşimin düğününe odaklanarak geçirmiştik. Kadınlar için düğün organizasyonunun önemli bir kısmını da saç, makyaj, kıyafet, vs gibi önemli detaylar oluşturuyor. Bizim durumumuz erkeklerin işe giderken giydikleri takım elbiseleri giyip düğüne gitmelerinden biraz daha farklı oluyor tabi…

Kuaför konusunda benim özel bir problemim var aslında.. Ben diğer kadınlar gibi sık sık kuaföre gitmekten hoşlanmayanlardanım.. Bir de kafamda yarattığım korkunç bir kuaför tiplemesi de var: hani şu “saçımın azıcık ucundan alır mısınız?” dediğinizde omuzlarınıza dökülen güzelim saçlarınızı kulak hizasına getiren ya da “saçımın doğal bir rengi olsun istiyorum, biraz güneşte açılmış gibi” dediğinizde sizi sarışın yapan kuaför tipi. Ondan sonra da bu rengin çok doğal olduğunu ya da saçınızın boyunun ideal olduğunu iddia ederek sinir krizi geçirmenizi sağlayanlar da vardır.

Bu yüzden yaklaşık iki sene öncesine kadar senede iki ya da üç kez fön çektirmek dışında kuaföre uğramıyordum. Saçımın doğal renk tonunu bile ben ayarlıyordum: Papatya suyuyla!! Ta ki eşimin süslü annesi ve süslü kardeşi duruma el atarak artık papatya suyuna son diyene kadar. Ankara’da kendi kuaförlerine beni götürerek artık üç renk olan saçım için birkaç deneme sonrasında (“hayııır!! bu çok sarı oldu” çığlıklarımla düzeltmeler yaparak) doğal bir renk elde etmeyi başardık. Hala saçımı kestirmek için gitmeye korkuyorum ve boya için de 6 ayda bir falan uğruyorum diyebilirim.

Ama artık korkmadan gideceğim bir kuaförüm (annemin kuaförü) var!! Daha önce de birkaç kez gitmiştim ama Adana’da olduğu için doğal olarak pek sık görüşemiyorduk. Düğün haftası sene boyunca gitmediğim kadar çok kuaföre gittim diyebilirim. Gelin başı provası için, boya için, fikir almak için, vs vs. Eminim düğünün bir an önce bitmesi için dua etmiştir İsmail! Ama olsun.. Artık korkmadan saçımı teslim edebileceğim birini buldum!! Ayrıca bana yine kâbus olarak gördüğüm topuzu bile sevdirmeyi başardığı için de kendisine teşekkür ediyorum. Hep açık saçtan yana olan ben, saçlarım topluyken de kendimi mutlu hissedebildim! Uzun ve açık dalgalı saç isteyen ve saç konusunda son derece titiz olan gelinimizi bile mutlu etmeyi başarması da ayrı bir artı özellikti. Adana’nın nemli havasına ve düğünde 4 saat boyunca tepinmemize rağmen saçlarımızın bir teli bile bozulmadı. Bir kadın için bunun ne kadar önemli olduğunu ancak kadınlar anlayacaktır. Otelde saçlarımız yapılırken hepimizin otuz iki dış sırıtan yüzünü gören babamın İsmail’e yaptığı yorumun doğru olduğunu düşünüyorum. “Kadınlar arasında bir efsane olmuşsunuz, İsmail Bey!” Evet, bu efsaneyi Adana’da yaşayanlar zaten biliyorlardır. Bilmeyenler için tarif ve tel: Kıpkırmızı’ya dönen sokağın tam karşısındaki sokaktan girince hemen sağınızda kalıyor. Kuaför İsmail tabelasını göreceksiniz. Tel: 0–322–453 09 50

İkinci teşekkürüm ise kıyafetimi aldığım Ayşem Modaevi’ne olacak. Koca İstanbul’dan kıyafet almayıp Adana’da tesadüfen gördüğüm ilk kıyafeti deneyip aldım. Bu da hayatımda bir ilk olmuştur. Çünkü pazardan beş liralık bir şey alırken bile en az üç yere bakmadan içi rahat etmeyen tiplerdenimdir. Ama abiye kıyafet alışverişi gibi zor bir işi beş dakikada hallettim. Bunun nedeninin Ayşem Modaevi’ndeki son derece zevkli çeşit çeşit kıyafetin yanı sıra modaevinin sahibi olan Feride Yılmaz’ın güleryüzlü, ilgili ve sıcak yaklaşımından da kaynaklandığını sanıyorum. Kıyafetime karşı ilk görüşte aşk yaşadım adeta! Ayrıca kıyafetimle birlikte benim için özel getirttiği tokalarla saçıma katkıda bulunduğu için de Feride Hn’a çok teşekkür ederim. Ayşem Modaevi’nin yeri Adana’da Sun Sineması sokağında. Tel: 0-322-458 44 10

Bundan sonra bu iki adresle de daha sık görüşeceğimi sanıyorum. Tanıdığım herkese de gözü kapalı önerebileceğim iki adres oldular benim için.. Düşünüyorum da diş ve göz kontrollerim için de Adana’ya gidiyorum, acaba orada da küçük bir daire kiralasak mı? Eşim de daha sık kebap yemek için bu fikre sıcak bakmayı düşünebilir mesela… :) Ya da belki de çekim yasasını kullanarak onların İstanbul’da bir şube açmalarını sağlayabilirim.. Enerji gönderiyorum, hazır olun!!! :)

(Kıyafetimin boydan resmini görüyorsunuz.. Saç ve tokaların güzel göründüğü bir resim maalesef elimde yok, ama dürüstlüğümden şüphe duymadığınıza eminim!! )

Not: Az önce gelinimiz Didem'den aldığım son dakika haberlerine göre kız evinin ( :) ) konukları da kıyafetime bayılmışlar ve hatta bir rivayete göre modelini peçetelere bile çizenler olmuş!! :)

Hazırlıklı Olmak?!?!!?

Yaklaşık 2 haftadır İstanbul dışındaydım.. Önce kardeşimin düğünü için Adana, sonra ise tatil için 1 hafta Bodrum.. Her ikisini de detaylı yazacağım, önce elimdeki resimlerin tamamlanmasını bekliyorum.. Ama bu arada yaşanan 3 olaydan dolayı hayatta her türlü tersliğin her an başımıza gelebileceğini, yaşam akışımızın nasıl değişebileceğini, programlarımızın nasıl etkilenebileceğini ve neler için ne kadar hazırlıklı olabileceğimizi bir kez daha düşündüm..

Bunlardan biri kardeşimin düğünü oldu.. Tamamen hazırlıklı olunan bir ortam, her şey en ince detayına kadar planlanmış, nikah şekeri olarak tasarlanan gümüş peçeteliklerden sandalye giydirmelerinde kullanılacak kumaşlara kadar, havuzun içindeki çiçek süslemelerinden mum ve şamdan seçimlerine kadar, nikah masasının görünümünden mönüdeki her bir tabağın içindeki her malzemeye kadar her şey aylar boyunca planlanmıştı. Adana’da havuz başı düğünü riskli olabilir deniliyordu, çünkü Adana çok sıcak olabilirdi, makyajlar akabilir, insanlar bunalabilir, saçlar bozulabilir, herkes ter içinde kalabilirdi.. Ama biz 10 gün öncesinden bütün yabancı hava durumu sitelerindeki derecelere bakıp çok da sıcak ve nemli bir hava olmayacağını öğrenmiştik.. O yüzden gelin ve damat da dahil olmak üzere hepimiz havuz başı düğünü için kendimizi hazırlamıştık.. Düğünün yapıldığı Seyhan Oteli ve ilgili organizasyon şirketi de İncirlik’ten aldıkları hava durumu raporunun gayet iyi olduğunu söylemişlerdi.. Ama o da ne!! 20.30’da nikah kıyılacakken ve saat 20.00 gibi tüm davetliler yerlerine yerleşmişken bir anda kara bulutlar geldi, önce birkaç damla, sonra ise Adana’da yazın asla görülmemiş bir yağmur indirmeye başladı.. Sıcağı düşünürken hiç beklenmedik şekilde yağmura yakalanmıştık… Neyse ki ortam anında kontrol altına alındı.. Misafirler hemen içeri bir salona taşındı.. Yarım saat geç başlayan düğünümüz, 2 saat falan geç bittiği için de (havuz başında olsaydı en geç gece saat 12’de müziğin kapanması gerekiyordu) keyfimizden ve neşemizden eksilen bir şey olmadı..:) Düğünü ayrıntılarıyla yazacağım resimleri alınca..

İkinci olay benimle ilgili olmasa da çok etkilendiğim bir haber oldu. Barış Akarsu’nun ölümü. 29. yaş kutlaması için Bodrum’a giden Barış’ın geçirdiği trafik kazası haberine hepimiz çok üzüldük.. Kim bilir ne kadar keyifle başlayan bir yolculuğun son aşamasındaydılar. Bodrum’a varmışlardı. Eğlenceye hazırlardı. Akıllarında sadece geçirecekleri güzel tatil günleri ve doğum günü kutlaması vardı. İşte bu da hayatı alt üst eden anlık bir deneyim. O korkunç trafik kazasıyla iki arkadaşı anında ölen Barış da fazla dayanamadı ve öldü. Ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum. Akademi Türkiye’den bildiğim Barış’ın çok düzgün, kendi halinde görünen, şöhretle şımarmamış bir çocuk olduğunu düşünürdüm. O yüzden CD’sini alıp dinlediğim bir şarkıcı olmasa da ve hatta yarışmadan sonra bir daha hiç izlemediysem de onun ölümüne gerçekten çok üzüldüm. Umarım burada olduğundan daha iyi bir yerlerdedir.

Üçüncüsü ise Bodrum’da 5 çift olarak çıktığımız tatildeki (bunu da daha sonra detaylı anlatacağım) bir çiftimizin erkeğinin gazi olması ile ilgili.. İlk iki gün deliler gibi sörften voleybola, bisikletten kanoya, dalıştan bananaya koşturan grup erkeklerimizden bir tanesi ikinci gün voleybol oynarken sakatlandı.. Halk arasında diz dönmesi denilen şey başına geldi.. Anında Özel Bodrum Hastanesi’ne götürüldü ve bacağı boydan boya alçıya alındı. Cumartesi günü kontrole gittiğinde ise 6 hafta boyunca takması gereken özel bir aparatla hastaneden ayrıldı. Ortopedide son derece önemsiz bir şey, kırık falan da değil ama tatil zamanı insanın sinirini bozan bir sakatlık oldu maalesef… Ona rağmen Ozan arkadaşımızı takdir etmemek mümkün değil diye düşünüyorum. Çünkü Bodrum gece turu ve tekne turu da dahil koltuk değnekleriyle bizlere eşlik etmeyi başardı.. Hatta bu ufak sakatlığın tadını bile çıkarmaya başlamıştı son günlerde.. Yemeğe ya da sahile geldiğinde değnekleriyle vurduğu anda hepimiz el pençe divan karşısına geçip şezlongunu, şemsiyesini hazırlayıp, yemeğini içkisini önüne getiriyorduk..:)

Yani sonuç olarak yaşamın o anki akışını alt üst eden farklı önem derecelerine sahip üç olay yaşandı gözümüzün önünde.. Hazırlıklı olmak ne derece önemlidir ve ne kadar hazırlıklı olabiliriz diye düşünmeden edemedim. Ayrıca hayırlısı olmuştur mutlaka diye düşünmek önemlidir (birinci ve üçüncü durumlar için bunu düşünebiliriz.. Çünkü belki de yaşanan bu terslikler daha kötü bir şeylerin gerçekleşmesini önlemiştir) ama bu değişikliklerden biri insanın hayatına mal oluyorsa bunda hayır aramak eminim ki çok zor olacaktır.. Hayatımızın bir anda değişebilecek kadar pamuk ipliğine bağlı olması biraz tedirginlik verici sanki! Belki de her gün bu şekilde olayların eşiğinden döndüğümüz durumlar yaşıyoruzdur ve farkında bile değilizdir… Belki öldükten sonra Tanrı’ya bize hangi durumlarda koruyucu meleklerini yardım için gönderdiğini sorabiliriz.. O da bize açıklayabilir mesela: “Bak sevgili kulum, seni şuradan geçerken trafik kazasından korudum, şu sokakta kapkaça uğrayacaktın ama son anda girmekten vazgeçtin, 29 yaşının ilk günlerinde o kadar isteksiz yemek yapıyordun ki seni korumak içimden gelmedi, bırakayım haşlansın da aklı başına gelsin dedim” gibi..:) Ama buna çok da takılmamak gerek aslında… Önemli olan olumlu şeylerin başımıza geleceğini düşünmek, iyi ve doğru insanlar olmaya çalışmak, başımıza gelen tersliklerin bile olumlu yönlerini görebilmeye çalışmak ve o haliyle de yaşamdan keyif almaya bakmaktır. Siren Ertan'ın lenf kanseri tedavisi görürken söylediği şu sözlere inanıyorum (aklımda kaldığı kadarıyla): "Hayat hem iyi hem de kötü şeylerin bir paket olarak sunulduğu ve şükretmemiz gereken bir armağandır. İyileri alıyorum, kötüleri almayayım deme şansımız yok." Dolayısıyla her nasıl bir durum yaşıyorsak, onu en iyi haliyle yaşamamız gerekir. Ve koruyucu meleklerimizin her daim omuzlarımızda olduğuna inanmak da içimizi kesinlikle rahatlatacaktır!