Sosyal Sorumluluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sosyal Sorumluluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Buradayım!


Pera Film, Dünya AIDS Günü
için başlattığı 
Buradayım! adlı film programına bu yıl da devam ediyor. 

1 – 15 Aralık tarihleri arasında gerçekleşecek programda, 1988’de kurulan ve günümüzde AIDS/HIV konularında farkındalığı arttırmaya amaçlayan çağdaş sanat organizasyonu Visual AIDS’in devam eden HIV salgınında toplum bakımı stratejilerini vurgulayan yedi kısa filmden oluşan seçkisinin yanı sıra, Emmy ödüllü yönetmen Marlon T. Riggs'in 1989 yapımı, Siyah gay hayatı üzerine çığır açan belgeseli Çözülen Diller; gerçek bir hikayeden esinlenilen, HIV ile yaşayan bir kişinin samimi itirafını aktaran animasyon Kanıyorum ve ilk gösterimini Berlin Film Festivali’nde yapan, 1980'lerin sonlarındaki Arjantin’de AIDS ve polis şiddetine karşı mücadelenin nasıl birlikte ilerlediğini anlatan çarpıcı belgesel Pleybek yer alıyor.

Gösterim programı aşağıdaki çizelgede görüldüğü gibidir.

Filmler ve ziyaret ile ilgili daha detaylı bilgi için müzenin web sayfasından bilgi alabilirsiniz.
Şimdiden iyi seyirler.

Bu Son Şansımız mı?

İklim değişikliğinin gezegenimize etkilerini inceleyen gösterim programı "Bu son şansımız mı?", yedinci yılında SALT ve Garanti BBVA iş birliğiyle düzenleniyor. On belgesel filmden oluşan 2021 seçkisi, 26 Nisan -  4 Temmuz arasında Türkiye’nin her yerinden ulaşılabilir şekilde ve altyazılı olarak saltonline.org’da.  

SALT’ın, iklim değişikliğinin insana ve dünyaya etkilerine dikkati çekme amaçlı Bu son şansımız mı? gösterim programının 2021 seçkisi, Güney Afrika, Norveç, Fransa, Kanada, Bolivya ve Balkanlardan on belgesel filmi bir araya getiriyor. Yedinci yılında Garanti BBVA desteğiyle gerçekleştirilen program, 2019 yapımı One Table Two Elephants [Bir Masa İki Fil] filminin bir haftalık Türkçe altyazılı gösterimiyle 26 Nisan’da saltonline.org’da başlıyor. 

Gezegenimiz ısınıyor, okyanuslar asitleniyor, deniz seviyesi yükseliyor; iklim değişikliği nedeniyle ekosistemler zarar görürken biyoçeşitlilik hızla azalıyor. İklim kriziyle ilgili süregelen sorunlar ve çözüme yönelik çabalar, haberlerin yanı sıra belgesel yapımlarla geniş kitlelere ulaşıyor. Bu son şansımız mı? seçkisinde bu yıl, insanlar, hayvanlar, doğa ve şehrin uyum içerisinde nasıl bir arada var olabileceği sorusuna yanıt arayan filmler yer alıyor. Bir gençlik grubu dans ve müzik aracılığıyla şehirlerinin ekolojik yapısını korumaya çalışırken, bambaşka bir coğrafyadan bir topluluk köklerine sahip çıkarak geleceği inşa etmenin yollarını arıyor. Büyük Okyanus’un ortasında küçük bir ada ülkesinin verdiği iklim mücadelesi, dünyanın diğer ucunda karşılık buluyor. Bireysel, toplumsal ya da kurumsal olması fark etmeksizin; bugün yaptığımız seçimlerin yarınımızı tayin edeceği bilinci giderek artıyor.


SALT ve Garanti BBVA,
Bu son şansımız mı? programıyla iklime dair sorular soran, aciliyet gerektiren meselelere odaklanan, geleceğimiz için olası çözümleri araştıran ve toplumsal farkındalık oluşturan filmleri Türkiye’nin her yerinden ücretsiz erişime açıyor. Her filmin bir hafta boyunca saltonline.org’da altyazılı olarak sunulacağı programın, iklim ve ekolojik kriz üzerine düşünmeyi ve tartışmayı teşvik eden bir konuşma serisiyle sürmesi planlanıyor. Bilim insanları, akademisyenler, araştırmacılar ve sivil toplum örgütü temsilcilerini buluşturacak bu sohbetlerin, Kasım ayında İskoçya’nın Glasgow şehrinde toplanacak Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP26) ile eş zamanlı yapılması için çalışmalar devam ediyor.

Bu son şansımız mı? 2021 programı, SALT’tan Fatma Çolakoğlu tarafından hazırlanmıştır. 26 Nisan-4 Temmuz tarihlerinde gerçekleştirilecek programdaki filmler, birer hafta süreyle saltonline.org’da yayında kalacaktır. Bütün filmler, orijinal dilinde Türkçe ve İngilizce alt yazılı olarak gösterilecektir.

 

Bu son şansımız mı? Gösterim Programı

26 Nisan-2 Mayıs

Jacob von Heland ve Henrik Ernstson, OneTable Two Elephants [Bir Masa İki Fil], 2019


 

3-9 Mayıs

Miha Avguštin, Rožle Bregar ve Matic Oblak, The Undamaged [El Değmemiş], 2018

 

10-16 Mayıs

Alexander Glustrom, Mossville: When Great Trees Fall [Mossville: Ulu Ağaçlar Devrildiğinde], 2019


 

17-23 Mayıs

Pieter Van Eecke, Samuel in the Clouds [Samuel Bulutlarda], 2016

 

24-30 Mayıs

Matthieu Rytz, Anote’s Ark [Anote’nin Gemisi], 2018

 

31 Mayıs-6 Haziran

Jörg Adolph ve Jan Haft, Das geheime Leben der Bäume [Ağaçların Gizli Yaşamı], 2020

 

7-13 Haziran

Manuel Deiller ve Nina Ardoin, Longyearbyen, a Bipolar City [Longyearbyen: İki Kutuplu Şehir], 2016


 

14-20 Haziran

Meng Han, Smog Town [Dumanlı Kasaba], 2019

 

21-27 Haziran

François-Xavier Drouet, Le temps des forêts [Ormanların Zamanı], 2019

 

28 Haziran-4 Temmuz

Clement Guerra ve Sophie Guerra, The Condor and the Eagle [Akbaba ile Kartal], 2019


İyi seyirler!

İki Müthiş Belgesel Film

Kaş'a geldiğimden beri ne dizi ne film izlemiştim. Burada gökyüzü televizyonu en favorim her zaman. ;) Ama My Octopus Teacher  ve A Life on Our Planet'i o kadar çok gördüm ki sevdiğim Instagram hesaplarında, hemen izlemezsem olmaz dedim. Zaten tam benlik iki yapım ikisi de. Doğanın bilgeliğine ve akışına sonsuz bir inanç ve hayranlık duyanlar için birebir.   

My Octopus Teacher 


Hayatının bir döneminde son derece büyük bir ruhsal tükenmişlik yaşayan ve çıkış yolunu  kendisini en iyi ve canlı hissettiği okyanusun derinliklerinde bulan dalgıç Craig Foster'ın hikayesi. Bunu her gün büyük bir tutkuyla yapan Foster, her dalışında okyanus altındaki yaban hayatın parçası olan bir ahtapotu da izlemeye başlıyor. Ve aralarında müthiş bir bağ kuruluyor bu hayvanla. Hem çok etkileyici görüntüler hem de çok duygusal sahneler sizleri bekliyor bu belgeselde. Doğayla bir olmanın güzelliği ve iyileştirici, dönüştürücü etkisi her zamanki gibi hayranlık uyandırıyor içinizde. Mutlaka izleyin. 

A Life On Our Planet


İngiltere'de milli hazine olarak kabul edilen ve 50 yılı aşkın bir süre BBC'ye doğa tarihi programları hazırlamış olan 93 yaşındaki David Attenborough'un "tanık ifadem" dediği A Life on Our Planet da kaçırılmaması gereken belgesel filmlerden. Gezegenimizin tarihi düşünüldüğünde son derece kısa bir süre içinde insan türünün  verdiği zararı ve yok ediciliğini görmek, belki sürekli duyup da önemsemediğimiz "iklim krizi", "kıtlık", "salgın hastalıklar", "plastik kullanımının zararları", "yaban hayatın yok edilmesi" gibi kavramları yeniden ciddi bir biçimde düşünmemize yol açar. Çünkü bu sorunların hiçbiri artık göremediğimiz çok uzak bir gelecekte gerçekleşecek şeyler değil. Her geçen gün bizzat yaşadığımız ve izlediğimiz şeyler aslında. Yok edilen her yağmur ormanı parçası, her balık türü, yapılan her nükleer santral, hes'ler ya da fazladan yapılan her alışverişten tutun da aşırı et tüketimine kadar her konuda doğayı biraz daha tüketiyoruz. 

Çok şükür ki Çernobil örneğinde de gördüğümüz gibi doğa yeniden yaşamı yaratacak bilgeliğe sahip. İnsan da David Attenborough'un dediği gibi "buraya kadar zekasıyla gelmiş olabilir ama bundan sonrası için bilgelikle ilerlemek zorunda." Sürdürülebilir yaşamı kurmak zorunda kendisi için. Yine  Attenborough'un dediği gibi "bu işin gezegenimizi kurtarmakla ilgisi yok, kendimizi kurtarmakla ilgili." 

Enseyi karartmadan çözüm önerileri de sıralanmış belgeselde. Ama şahsen benim ense çok karanlık insan türü için (bizim ülke için zaten umudun kırıntısına sahip değilim!). Bence biz her türlü kendi kendini yok eden bir tür olacağız. Sonrasında doğa ve gezegen bizden kurtulduğuna bir oh çekip yeni bir yaşam kuracak kendine. Mutlaka izleyin. 

Ai Weiwei Porselene Dair

Sakıp Sabancı Müzesi'nde uzun bir süredir devam eden -hatta Kaş'tayken gözüme açıldığının haberi takılmıştı- ve Ocak sonuna kadar zamanı var nasılsa diyerek ancak geçen hafta annemle birlikte gezmeyi başarabildiğim Ai Weiwei sergisinden bahsedeceğim bugün.  Muhtemelen hakkıyla söz edebilmek için saatler harcayıp yine de yeterli olamayacağım ama olsun, amacım görmek için ilgi uyandırmak. Onu başarsam yeter. Hem müjdemi isterim: gördüğü yoğun ilgiden dolayı sergi 11 Mart'a kadar uzatıldı. Yani zamanım yoktu bahanesi yok, ona göre. ;)

Ai Weiwei sanatı politikadan ayırmanın çok yanlış ve hatta politik bir niyet olduğuna inanan, sanatın ifade özgürlüğü ve yeni bir iletişim biçimi olduğunu düşünen, kendi ülkesinde ve dünyada faşist iktidarlara karşı hep mücadele vermiş, doğaya ve insana değer veren, duyarlı bir insan, cesur bir aktivist ve çok yetenekli bir sanatçı. Günümüz dünyasıyla ilgili mesajlarını Çin'in geleneksel el sanatları ve porselen işçiliği aracılığıyla vermeye çalışan bir sanatçı ayrıca. Aşağıda da gördüğünüz gibi SSM'nin o nefis bahçesinde yer alan dokuz küple karşılaşıyorsunuz ilk olarak. Daha sonra müzeye girip içerideki çalışmaları görüyorsunuz. Birkaç örneği aşağıdaki kolaja ekledim.

Örneğin, tel askıdan porselene aktarılmış Asılı Adam sanatçının hayran olduğu Fransız sanatçı Marcel Duchamp'ın profiliymiş. Hemen solundaki kapı kolları ise 2012 yapımı Taksi Camı Kolu adlı çalışması. Çin Komünist Partisi'nin Tiananmen Meydanı'ndan geçen taksicilerin kışkırtıcı el ilanları atmasını önlemek için taksilerdeki cam kollarının çıkarılmasını emretmesine karşı yaptığı bir çalışma. Dijital sosyal medya çağında iktidardakilerin rahatı için bireyin fiziki varlığına kısıtlama getirmenin saçmalığına dikkat çekiyor. Sağ üst köşedeki Özgürce Konuşma Bilmecesi adlı 2017 yapımı çalışmasında ise bir araya geldiğinde Çin haritasını oluşturan porselen süsleri görüyorsunuz. Her süsün üzerine oyulmuş Çince imler sanatçının ifade özgürlüğü mücadelesini yansıtıyor. 


Sanatçının ikonoklastik, yani put kırıcı, eylemleri peşin hükümlü yargılarımıza ve kültür eserlerinin korunması konusundaki tutumumuza meydan okuyan nitelikte. Ejderhalı Mavi Beyaz Çanak (sağda) bu çalışmalarından sadece bir tanesi. Çin Kültür Devrimi'nde devletin kültür mekanları ve objeleri dahil geçmişi yok etme çağrısını hatırlatmak istemiş Ai Weiwei. Odysseia salonunun duvarlarında yer alan savaşlar, sığınmacı krizleri, sınırlar ile ilgili imgelerin arasında da Ai'nin Han Hanedanı Vazosunu Düşürmek adlı LEGO parçalarıyla oluşturulmuş duvar resimlerini görüyorsunuz.


En etkilendiğim eserlerinden biri de eserin kendisinden çok hikayesi nedeniyle Tabakta Beyin MR'ı Görüntüsü oldu. Bununla ilgili sanatçının hastanede MR çekilirken, öncesinde ve sonrasındaki konuşmalarının yer aldığı bir video da bulunuyor. Birçok okul binasının yıkılması ve yüzlerce öğrencinin ölümüyle sonuçlanan Sichuan Depremi konusunda şeffaf davranmaması nedeniyle Çin hükümetinin yolsuzluklarını eleştiren aktivist Tan Zuoren lehine ifade vermek için Sichuan'a giden Ai Wewei'yi otel odasında darp ederek, dışarı çıkmasını engelleyen polisin yarattığı görüntüleri tabağa aktarmış sanatçı. Yani o görüntüler gerçekten de bu darp olayı yüzünden beyin kanaması geçiren ve o yılın sonunda beyin ameliyatı olmak zorunda kalan sanatçının MR görüntüleri.  


Üstteki kolajın solundaki duvarda ve daha pek çok duvarda yer alan I.O.U (I Owe You/Sana Borcum Var) adlı borç senetlerinden oluşan duvar kağıdı çalışmasının da hikayesi tüyleri diken diken eden cinsten. Çin yetkililerinin 2011'de kimseye haber vermeden 81 gün göz altında tuttuğu Ai, sahip olduğu FAKE Kültürel Gelişim şirketinin vergi kaçırdığı suçlamasıyla 12 milyon yuan para cezasına çarptırılmış. Bunun sonucunda kendisine birçok destek bağışı gelmiş.Sanatçı da buna minnettar olduğunu göstermek için her bir bağışçı için ayrı ayrı bu I.O.U borç senetlerini oluşturmuş.

Aşağıdaki kolajda da yine bu gözaltıyla ve sonrasında pasaportuna iki yıl el konmasıyla ilgili barışçıl ve sanatsal protesto amaçlı yaptığı eylem ve eserleri görebilirsiniz. Bisikletinin sepetine koyduğu çiçekleri de yapmış porselenden. Duvarlarda sosyal medyada paylaştığı çiçek fotoğrafları, yerde porselen çiçeklerden halı... Ne zarif bir protesto!


Duyarlı bir aktivist olmanın zorluğunu anlatan bir çalışma da aşağıda. O yüzden herkes de bir Ai olamaz zaten. Hem kendi ülkesinde hem de dünyanın dört bir köşesinde çıkan güncel sorunlarla ilgili eylemlere katılan sanatçı, yaratıcılığı da "eyleme geçme gücü" olarak tanımlıyor. 3000 porselen kırığından oluşan Kaplan, Kaplan, Kaplan adlı çalışması da buna bir örnek. Her bir kırığın üzerinde kaplan figürü yer alıyor. Hikayesini ise baştan yazmayıp fotoğraf olarak ekleyeyim dedim. Bambaşka bir köşesinde, bilmediğimiz bir ucunda bile olsa böyle bir insanlık enerjisi yayan bir yaratıcı dehayla aynı dünyayı paylaşmak beni mutlu eden şeylerden biri. Bayılıyorum böyle insanların, böyle sanatçıların varlığına.


Gelelim pek çok yerde Ayçekirdekleri'yle gündeme gelen bu serginin o merak edilen köşesine. Hikayesi ve neyi simgelediğini yine yazmak yerine fotoğrafladım. 12 Ekim 2010'da Londra'daki Tate Modern'de sunduğu bu dev ölçekli yerleştirmede 100 milyondan fazla porselen ay çekirdeği bulunuyormuş! Porselen imalatıyla tanınmış Jingdezhen şehrinden 1600'ü aşkın zanaatkârın elleriyle biçimlendirip boyadıkları ay çekirdekleri onlar. Hem müthiş bir güç duygusu, hem de içimi ezen bir üzüntü hissettirdi bana bu dev ay çekirdeği yığınının önünde durmak. 


Kolumdaki ay çekirdeği ise müze dükkanından annemin hediyesi bilekliğim. Yanında da buzdolaplarımız için aldığımız magnetlerden biri duruyor. Uzun zamandır gördüğüm en etkileyici sergilerden biri oldu Ai Weiwei. Uzatıldığına göre belki bir kez daha gidip, çoğunu pas geçtiğimiz video çalışmalarını da detaylıca izlerim. İyi ki var! Ve emin olun sergide burada bahsettiğimden çok daha fazlası var.

Size de iyi gezmeler. Umarım bizim kadar etkilenirsiniz bu sergiden. 

Aziz Nesin 101 Yaşında

Eğitim, akıl, bilim, çağdaşlık anlamında yerlerde süründüğümüz şu dönemde Nesin Vakfı'nın yetiştirdiği yüzlerce çocuk sayesinde aramızda olmasa da anlamlı yaşamını sürdüren Aziz Nesin'in 101. yaşını böyle kutlamak güzel olmaz mı?


"Yok, böyle şıkıdım geceler bana göre değil" diyenleri de şöyle alabiliriz. Benim için bayramlar gibi yeni bir yıla yaklaştığımız Aralık ayı da güzel bir paylaşım ayıdır. Ve çok uzun zamandır çocukların çağdaş bir eğitim almasının her şeyden önemli olduğunu düşünüyorum. Yaşadığımız toplumun cennet ya da cehennem oluşunu belirleyecek en önemli faktör bu çünkü. 

İyi hafta sonları!

TEGV Kütüphane Projesi

Kitap ve çocukların bir arada olduğu sosyal sorumluluk projeleri en sevdiklerimden. İşte TEGV de böyle bir Kütüphane Projesi başlatmış Global Giving'de. Detaylar aşağıda:

Kütüphane Projesi, TEGV noktalarında çocuk dostu mekânlar yaratarak çocuklarımıza okuma alışkanlığı kazandırmayı hedefleyen bir proje. Kitap sevgisi aşılanan, okuma kültürü ile tanışan çocuklarımız hem okuduğunu anlama becerilerini geliştirecek, hem de birbirinden değerli kitaplarla tanışma fırsatı bulacaklar.

İşte bu amaçla dünyadaki en büyük bağış toplama sitesi olan Global Giving’de ‘TEGV Kütüphane Projesi’ni başlattık. Türkiye’nin dezavantajlı bölgelerinden olan Mardin Savur, Siirt Kurtalan ve Batman’daki çocuklarımızın yararlanması için 3 kütüphane kurmaya karar verdik.

Bu projemiz ile yılda 2000 çocuğumuzu kitapların sihirli dünyası ile tanıştıracağız. Gelir seviyesinin düşük olduğu, işsizliğin yoğun olarak yaşandığı bu merkezlerdeki TEGV kütüphaneleri için yapacağınız her bağış çocuklarımızın kendi güçlerini keşfetmesine yardımcı olacak.

Bugüne kadar gelen bağışlar Siirt Kurtalan’daki Öğrenim Birimimize aktarıldı. Henüz bitmemiş kütüphanelerinde birkaç kitabın minik yüreklerinde yarattığı mutluluğu görmek çok güzel.

Şimdi sıra sizde. Haydi, hep beraber kitapların o güzel kokusunu çocuklarımızla buluşturalım.

TEGV’in Kütüphane Projesi’ne bağışlarınız için:
https://www.globalgiving.org/projects/librariesforkidsinturkey/
 

"Hayırlı Cuma" işte tam da böyle bir şey olmalı bana göre. 
İyi hafta sonları!

Bimer'in Caretta Caretta'larla ilgili Başvuruma Yanıtı

Biliyorsunuz caretta caretta'lara yaz döneminde yapılan insan eziyetinden ve onları doğal ortamında rahatsız etmemizden ve hatta kimi zaman onları doğal ortamlarından etmemizden çok rahatsızdım. Ve bu konuda birçok kurumu ayağa kaldırmaya çalıştım yaklaşık bir ay önce. Sizi de bu konularda aşama aşama bilgilendireceğimi söylemiştim. En son bilgilendirme postum, yani son kaldığımız yer burada

(Görsel: Google sağ olsun. ;) )

O sırada henüz resmi ve yazılı açıklama gelmediği için bahsetmediğim BİMER (Başbakanlık İletişim Merkezi) konuşması da gerçekleşmişti ama dediğim gibi henüz yazılı açıklama gelmediği için oraya yazmamıştım. Ama söylemeden geçemeyeceğim bu konuyla en çok ve ciddi biçimde ilgilenen kurum BİMER oldu. Bekletmemek için arayıp telefonda bilgi veren çalışanları, konuyu ilgili başka kurumlar ve Kaş'taki plajlarla da takip eden çalışanları, teşekkür etmeleri ve önerileri dikkate almalarıyla kocaman bir "helal olsun"u hak ettiler benden - ki tıpkı Kaş Belediyesi gibi onlardan da hiç ses çıkmayacağını düşünüyordum. 10 Ağustos tarihli başvuruma son derece profesyonelce bir geri dönüşle beni yanılttıkları için çok memnunum.  

Uzun konuşmamız dışında gelen yazılı yanıtı da sizlerle olduğu gibi paylaşıyorum:

"Sayın İMGE TAN ,
Yapılan incelemede; Kurumumuz ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından herhangi bir ihbar alınmadığı ve resmi kanalla müdahalede bulunulmadığı öğrenilmiştir. Söz konusu olayla ilgili olarak, Derya Beach yetkilileri, Dalış hocası Özcan KEÇELİ ve DEKAMER (Deniz Kaplumbağaları Araştırma ve Uygulama Merkezi) müdürü Prof. Dr. Yakup KASKA ile de görüşülmüş ve olay hakkında bilgi alınmıştır. Yapılan tüm incelemeler ve görüşmeler sonucunda; Söz konusu deniz kaplumbağası ısırma vakası ile ilgili şikayetler üzerine, Prof. Dr. Yakup KASKA’nın bilgisi dahilinde deniz kaplumbağasına zarar verilmemesi, gerek işletmeciler gerekse halktaki tansiyonu düşürmek adına Kaş’ta bir dalış okulu hocası ve öğrencileri tarafından kaplumbağa denizden bir botla alınmış ve bu esnada deniz kaplumbağasının yaralı olduğu tespit edilmiştir. Ekte yer alan fotoğraflarda görüldüğü üzere, arka ve sol kabuk plaklarının kırık ve enfekte olması nedeniyle tedavisinin yapılabilmesi için Dalyan-İztuzu’ndaki DEKAMER’e gönderilmiştir. DEKAMER sorumlusu Prof. Dr. Yakup KASKA ile yaptığımız görüşmede de deniz kaplumbağasının şu anda tedavisinin devam etmekte olduğu, durumunun iyiye gittiği ve 1 aylık bir tedavi sürecinin ardından alındığı noktadan denize bırakılacak olduğu ifade edilmiştir. Kurumumuz tarafından olayın takibi yapılmaya devam edilecektir.
Son dönemlerde ısırma vakalarında yaşanan artışlarla ilgili olarak Deniz Kaplumbağaları Bilim Komisyonu üyesi olan DEKAMER Sorumlusu Prof. Dr. Yakup KASKA’nın konu ile ilgili açıklamasında;
"Çeşitli amaçlarla özellikle turizm bölgelerinde deniz kaplumbağalarının beslendiği son birkaç yıldır bizim gözlemlerimiz, ihbarlar ve medyada çıkan haberlerden takip edilmektedir. Bu faaliyetler deniz kaplumbağalarının o bölgeye alışması, üreme biyolojisi açısından önemli göç döngüsünün bozulması, bölgeyi sahiplenme gibi sonuçlar doğurmaktadır. Böylelikle koruma altında olan deniz kaplumbağaları zarar görmekte ve çeşitli davranış bozuklukları gösteren bireyler olabilmektedir. Deniz kaplumbağalarının etkin şekilde korunması, kamu sağlığı ve doğal ortamında yaşayan deniz kaplumbağalarının sağlığı açısından sakıncalı olduğu aşağıdaki eylemlerin engellenmesi gerekmektedir. Bu eylemler durdurulduğu takdirde hem deniz kaplumbağalarının daha etkin korunması sağlanacak, hem de kamu sağlığı açısından son günlerde basına yansıyan ısırma vakalarının da önüne geçilmesi için bir adım atılmış olacaktır.” denilmektedir.
Bu konuda kurumumuz ilgili şeflikleri deniz kaplumbağalarını besleyen turizm işletmeleri ve kişileri uyarmaları konusunda görevlendirilmiş olup, konuyla ilgili önlem alma ve bilinç oluşturma adına “Deniz kaplumbağalarının doğal yaşam alanlarında kesinlikle beslenmemesi, deniz ve kıyı alanlarında deniz ürünü satan/avlayan kişi ve işletmelerin balık, yengeç vb. atıklarının denize atılmasının yasaklanması ve bu eylemleri göstermekte ısrar eden kişi ve işletmelere yasal işlem uygulanabilmesi adına gerekli olurların üst yönetimlerden alınması hususlarında gerekli girişimlere başlanmıştır. Ayrıca, deniz kaplumbağalarının denizde görülmesi halinde herhangi bir sebeple (sevmek, turistik gezi kapsamında hayvan göstermek vb) kaplumbağalara yaklaşmanın ve hayvanı strese sokacak eylemlerde bulunulmasının engellenmesi amacıyla turizm işletmelerinin bilgilendirilmesi, yerel halk ve tatilcileri bilgilendirecek tabela-afiş gibi görsellerin hazırlanması, deniz kaplumbağalarının beslenmemesi konularında yerel yönetimler, sahil güvenlik komutanlığı, bilim adamları ve işletmelerle işbirliği içerisinde bilinçlendirme ve eğitim faaliyetlerinin yapılması planlanmaktadır."
Tüm bunların dışında Antalya İli sınırları içerisinde toplamda 9 adet Kaplumbağa Yuvalama kumsalı bulunmaktadır. Bunlardan 8 tanesinin koruma ve kontrol faaliyetleri Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü uhdesinde olup, kurumumuzca gerekli koruma ve bilinçlendirme faaliyetleri yürütülmektedir. Deniz kaplumbağaları ve diğer nesli tehlike altındaki türler, biyolojik çeşitlilik ve doğa koruma faaliyetleri ile ilgili olarak okullarda da bilinçlendirme eğitimleri yapılmaktadır. Doğa koruma konusunda ne kadar çok kişiye ulaşılabilir ve bilinç düzeyi yükseltilebilirse türlerin başarılı bir şekilde nesillerinin devamının ve doğal hayatın dengesinin sürdürülebilirliğinin o denli yüksek olabileceğinin farkındalığını ve sorumluluğunu taşıyan bir kurum olarak, konuyla ilgili duyarlılığınızdan dolayı teşekkürlerimizi sunar, bilgilerinize rica ederim.
Bence bu harika bir gelişme. Bu sezon bitti sayılır. İnsanlar iyice azaldı sahillerde. Dolayısıyla kaplumbağalarla ilgili kazaların da azalacağını, minnoşların önümüzdeki yaza kadar huzur içinde kafa dinleyeceklerini düşünüyorum. Ama önümüzdeki sezonlarda onları daha bilinçli ve farkındalık seviyesi yüksek insanlar olarak karşılayacağımıza dair birazcık da olsa umutlandım ben. Ne dersiniz, umutlanayım mı? ;) 

Deniz Kaplumbağaları ile ilgili Gelişmeler

Biliyorsunuz, en son Kaş'ta yaşadıklarımızı ve önerilerimi şu yazıda paylaşmıştım. Sadece blogda paylaşmakla kalmayıp WWF Türkiye, bazı yazarlar, Kaş Belediyesi ve BİMER ile de paylaştım. Blogger arkadaşlarım ve Facebook'ta oluşturulmuş Kaş Kolektiv grubu dışında bu saydığım yerlerin hiçbirinden gerekli ilgiyi göremedim ne yazık ki. Onlar da benim gibi üzgün, ama ne yapacağını nereden başlayacağını bilemeyen insanlar tahmin edersiniz ki. 

Ancak "bir musibet bin nasihattan iyidir" sözünü kanıtlarcasına iki gün önce Bodrum'da  bir tekne turunda beş kişiyi caretta carettalar ısırınca ve bu haber Hürriyet, Milliyet gibi medya organı olduklarını iddia eden büyük kurumların web sayfalarında "Bodrum'da dehşet", "carettalar insanlara saldırdı", "koyda korku dolu anlar" şeklinde abuk subuk manşetlerle verilince olaya nihayet tepki verildi. Caretta carettaların ısırmasına değil ama olayın böyle yansıtılma biçimine ve hayvanların fütursuzca suçlanmasına tepki verdi insanlar. 

Bir doğa derneği bile "insanla kaplumbağa arasında çatışma yaratmayalım" diye düşünerek bilgilendirme kampanyasına yanaşmazsa biz ne yapabiliriz ki kendi başımıza değil mi? Neyse ki bu olaydan sonra WWF-Türkiye web sayfasında, Facebook ve Twitter hesaplarında "Deniz Kaplumbağalarını Beslemeyin!" yazısını paylaştı. 


Yine WWF-Türkiye'den Ayşe Oruç'un kaplumbağaların saldırmadığı, tehdit altında hissettiklerinde kendilerini savunduğu açıklaması çok önemli. Elbette bu tür açıklamaların böyle kısıtlı sayıda insana ulaşan platformlar yerine daha çok insana ulaşan medya kuruluşlarında verilmesi daha da önemli. Yoksa zaten kaplumbağalarla ilgili ne yapması /yapmaması gerektiğini zaten bilen insanlar kendileri çalıp kendileri söylemiş olacaklardır. Ancak dün annem bana telefon ederek "İmge, az önce CNN Türk'te haberlerde bu konuyla ilgili çok güzel konuştular ilk kez. Hayvanların yaptığının saldırı değil savunma olduğunu, insanların korkutmaması ve beslememesi gerektiğini falan anlattılar," diye beni arayınca ne yalan söyleyeyim bir tık umutlandım. 

Bunlar dışında DEKAMER elinden geleni yapıyor, ona çok eminim. Ama kaç kişiye ulaşabiliyor, en önemli soru. Basında çıkan haberlerle ilgili şöyle bir yazı paylaştılar Bodrum olayı üzerine. Muğla Valiliği besleme yasağı getirdikten sonra Dalyan'da bu tür olayların bir daha yaşanmadığı bölümü çok önemli bence. Ayrıca aşağıdaki videoyu da Facebook üzerinden paylaştılar takipçileriyle. Bizde plajlar, tekneler, işletmeler "turist kaçar" diye "kaplumbağaların ısırdığından bahsetmeyelim" kafasındayken yurtdışında seyahat derneğinin paylaştığı bilgilendirme videosu bu:


Bunlar güzel gelişmeler ama bana göre "bu daha başlangıç, mücadeleye devam".

* Öncelikle "aman kaplumbağa ısırıyor diye duyulmasın" düşüncesinin çok yanlış olduğunu kabul edelim. Çünkü duyulmasın dedikçe fısıltı gazetesi sayesinde duyulur, hem de şehir efsanesi korku hikayeleri tadında duyulur. Bu çok daha tehlikeli bir durum olacaktır. Deniz korkusu yaratılacak, hayvanlar canavarlaştırılacak, denizleri o canavarlardan kurtarmaya kalkışan bilinçsiz işgüzarlar harekete geçecektir. Yani bu iş öyle "aman Ali Rıza Bey, tadımız kaçmasın" diyerek olmaz. Daha çok tadımız kaçar.

* Kaplumbağanın durduk yere ısıran bir hayvan olmadığından bahsetmeli sevimli animasyonlarla anlatılan bilgilendirme panolarında. Hayvan ısırıyorsa bir sebebi vardır. Beni denizde oramdan buramdan çekiştirseler, tekme atsalar, nefes almamı engelleseler ben de ısırırım! Bu kadar net bir neden-sonuç ilişkisi bu.

* Ve kaplumbağa evcil hayvan değil. Dolayısıyla doğada kendi yemeğini kendi bulması gerekiyor. Bu onun hayatta kalma becerileri açısından da yararlı, insanoğluna yaklaşmadan kendi yaşamını sürdürebilmesi için de gerekli. Kaplumbağaya tekneden yemek atmak, Masai Mara'da aslana pirzola, maymuna muz atmak gibi bir şey! Onu sevmeye çalışmak da öyle. O kadar abuk yani. Bunun için teknelerde ve plajlarda ceza uygulaması olması gerekiyor bence. "Kamplumbağaları besleyen, eziyet eden veya korkutanlara 250 TL ceza kesilecektir," diye  yazın, bakalım bir daha besleyen oluyor mu? Hatta hazır muhbirlik tavan yapmışken, böyle uygulamaları ihbar edene de o 250 TL'nin 50 TL'sini ödül olarak veriyoruz dersek başka bir şey yapmaya gerek yok. Arkamıza yaslanıp yazın tadını çıkarabiliriz kaplumbağalarla birlikte işte! #BirlikteMümkün 

(Olumlu muhbirlik de olsa işin muhbirlik kısmından emin değilim ama ceza kısmından eminim. ;) Zira insan denen "sözde gelişmiş canlı modeli" ancak ceza ile durdurulabiliyor birçok durumda.)

Neyse.. Enseyi karartmayayım. Güzel gelişmeler oluyor diyeyim. Daha güzel gelişmelerle karşınızda olmayı da umayım. Hayat birlikte ve uyum içinde güzel. Ve eminim doğa, içindeki uyumsuzu, zararlıyı temizlemeye kalksa, işe ilk olarak bizden başlardı. Bu kadar virüs olmamıza hiç gerek yok. 

Kaş'ta Caretta Caretta'ları İnsandan Koruyalım

En son üç gün önce ve dün Kaş’ta yaşanan ve çok yanlış bir uygulama olduğunu düşündüğüm bir durumdan bahsedeceğim bugün size. Son dönemlerde Caretta Caretta’ların saldırganlaştığı söylentileri arttı burada. Oysa Kaş’ı burada ev alıp yerleşecek kadar seven bizler için Kaş’ı sevme nedenlerimizden biriydi onlarla yüzmek. O yüzden de bu söylentilere, “yine Caretta Caretta birini ısırdı” ya da “Küçükçakıl Derya Beach’te cankurtaranlar kaplumbağa görünce dışarı çıkarıyor insanları” sözlerine kulak tıkadık. Biz de genelde Küçükçakıl’da yüzdüğümüz ve keyifle kaplumbağa arayışına çıktığımız için ciddi bir durumla karşılaşmadığımızı söyleyebilirim. Ara sıra bir iki çığlık, panik olarak kaçan insanlar, kendi halinde yüzen kaplumbağalar. İşin özeti bana göre.

Ancak dün -07/08/2016- bir kadın çığlık çığlığa dışarı çıkarıldığında bacağında iki kocaman kan oturma izini görünce hayvanın saldırganlaşabileceğini anladık. Öncesinde anlatılan hikayede ise her zamanki gibi başka bir çocuğun hayvana tekme atmış olması vardı! Kaplumbağa saldırıya uğramış ve kendini savunmak için en yakınındaki insana –zavallı kadıncağız kurban oldu bu durumda- saldırmıştı. Ki bunun çok normal bir şey olduğunu doğada insan dahil her canlı için söyleyebiliriz herhalde! Ama çözüm olarak ne yapıldı: deniz boşaltıldı ve arama ekipleri kaplumbağayı buldu ve yaka paça denizden çıkarıp bir kurtarma botu tarzı bir şeyle kim bilir nereye götürdüler.

Dünyanın en profesyonel ekibi olabilirler, rehabilite etmeye götürmüş ve yeniden doğaya bırakacak olabilirler, hayvana hiç zarar vermemiş olabilirler. En iyi ihtimalleri bile düşündüğümde bile hâlâ içimden “Ne hakla! Ne hakla!” diye isyan ediyorum. Evinde saldırıya uğrayan, ama buna rağmen evinden edilen nasıl o kaplumbağa olabilir? Daha bir gün önce dört tanesini izlemişken, dünyanın en barışçıl ve yumuşak huylu hayvanıyken neden insanlar değil de o rehabilite ediliyor? Hele bir de binbir zorlukla yaşamlarını ve türlerinin devamını sürdürme mücadelesi verirlerken bir insan tekmesiyle doğasını değiştirme lüksümüz var mı? Oradan kaplumbağaları değil insanları çıkarmak gerekmez mi? Ya da insanları bilgilendirmek ve doğaya uyumlu hale getirmek?

Bunun için yapılması gereken ve Kaş gibi medeni bir yerde bile nasıl hâlâ yapılmamış olduğuna inanamadığım şeyler var:

*  Plajların tamamında buradaki caretta caretta’lar ile ilgili bilgilendirme panoları olmalı. Bu denizlerde onların da yaşadığını, fiziksel özelliklerini anlatan ve doğal yaşamdaki önemlerini vurgulayan yazılar, görseller olmalı.  (Dolayısıyla “ay ben denizde böyle kocaman bir şey olduğunu bilmiyordum, korktum tekme attım kafasına!” gibi abuk subuk durumlar önlenmiş, korkabilecek insanlar bilgilendirilmiş olur.)

*  Kaş’ın dalış ve şnorkel cenneti olduğundan her yerde bahsediliyor. Hem dalış turlarının broşürlerinde, hem de plaj girişlerinde mutlaka uyarılar olmalı. Kaplumbağalara ne yapılmaması gerektiği gibi. Örneğin: “asla yiyecek vermeyin”, “sakın üstlerinden yüzmeyin ya da kovalamayın”, “sakın dokunmayın, kabuğuna vurmayın”, vs vs.

Bunlar dışında bu türlerin el birliğiyle korunması ve sevdirilmesi için de çalışmalar yapılmalı. Her türlü bilgilendirme panosunda bu hayvanların denizde süzülüşünü izlemenin nasıl huzur verdiği, çok korkmadığı sürece asla insana saldırmadığı, çok yumuşak huylu bir hayvan olduğu anlatılmalı. Çocuklardan yetişkinlere burada yaşayan ve buraya gelen herkese denizlerde ev sahibinin onlar, bizlerin misafir olduğu ve bir misafir olarak ev sahibine saygı göstermemiz gerektiği anlatılmalı.

Yaşanan durumlarda insanın suçu ve sorumluluğu doğru aktarılmalı, “ya ben keyifle beach’te yüzüp mojito’mu içmek istiyorum, şu ısıran hayvanları çıkarın buradan” şımarıklığı hakkı insana verilmemeli. Hayvan doğasını yaşıyor, eğitilen ve rehabilite edilen insan olmalı. Bir köpekbalığı sörfçüye saldırdı diye rehabilitasyona gönderiliyor mu da bu kadar yumuşak bir hayvan saldırı karşısında kendini savunmak için insanı ısırdığında yerinden ediliyor? Ne hakla! Sörfçü köpekbalığı olduğunu bilerek o denize giriyor, hiçbir zarar vermese bile hayvana, kazalar yaşanabileceğini biliyor. Burada da insan denizde kaplumbağalar olduğunu bilerek girecek yüzmeye. Ve sadece onlara saldırırlarsa ısırılabileceklerini bilerek girecek.

(Şunu defalarca yaptık ve nasıl harika hissettirdiğini anlatamam. Bu güzelliği yaşamak varken, onları kendimize düşman etmek niye?)

Yurtdışında birçok yerde kaplumbağalarla ilgili bu tür bilgilendirme panoları bulunuyor. Özellikle Hawaii gibi onlarla dalış turlarının yoğun olduğu yerlerde bu canlıları tanımamız ve nasıl davranmamız gerektiğine dair bilgiler her yerde mevcut. Bizde de olması gerekmez mi? Başta Kaş olmak üzere kaplumbağaların olduğu her yerde. Hatta belki Dalaman, Bodrum ve Antalya havaalanlarında.

Belki bu konuda sizlerin de önerileri olabilir. Belki aklımıza yapabileceğimiz bir şeyler gelir. Bilgilendirme kampanyaları başlatırız. Sadece kendi çevremizi bile doğru bilgilendirerek işe başlayabiliriz en azından. Lütfen aklınıza gelenleri benimle paylaşın. Bu yazıyı da paylaşırsanız sevinirim. Böylelikle daha çok insandan öneri alabilir, fikir duyabiliriz. Olay anından beri kendime gelemiyorum doğaya yapılan bu saygısızlık karşısında. 

Ben elimden geleni yapacağım bu konuda. Şimdilik WWF ile temasa geçtim. Kaş'taki ekipleriyle konuyu paylaşacaklar ve benimle yeniden iletişim kuracaklar. Yarın da kaplumbağanın nereye götürüldüğünü öğreneceğim Küçükçakıl'daki plaj işletmelerinden. Ve Kaş Çevre Platformu'yla da görüşeceğim bu konuyu. O sırada çevre konusunda duyarlı Melis Alphan gibi yazarlarla da bunu paylaşmak istiyorum. Belki bir şey çıkar. O yüzden sizden de bu konuda destek istiyorum. 

Doğa ile uyumlu olmayı öğrenmek, insanoğlu için bir tercih değil bir gereklilik sonuçta. Bunu ne bizler ne de başka canlılar zor yoldan öğrenmesin dilerim. 

Kütüphane Oluşturuyoruz, Hazır Mısınız?

Çocukluk arkadaşlarımdan birinin harika bir girişim çağrısına kulak vererek, ben de elimden geleni yapmak istiyorum. Kendisi şu an İskenderun'da 2. OSB Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'nde öğretmen. Ve öğretmen arkadaşlarıyla birlikte okulda bir kütüphane oluşturmak üzere kolları sıvamışlar. 15 yaş üstü gençler için her çeşit kitaba ihtiyaçları olduğunu öğrendim. Bu gençlerin yeni öğretim sezonunda harika bir kütüphaneye sahip olmaları için katkıda bulunmaya ne dersiniz? Kendiniz kitap gönderebilir, gönderebilecek isimlerle, yayınevleriyle temasa geçebilir ya da sadece bu linki paylaşarak mümkün olduğunca çok kişinin bu çabayı duymasına yardımcı olabilirsiniz.  Hangi yolu seçerseniz seçin, aydınlanmanın yolunun kitaplardan geçtiğine inanan bu insanları çoook mutlu edeceksiniz.   

Okul Müdürü: Şükrü Çekiç 
Öğretmen: Yüksel Usanmaz (selamımı iletin, olur mu? ;) )


Fotoğraf buradan. Gönül buradakilere benzer bir kütüphanemiz olsun ister, ama biz de kendi çapımızda fark yaratabiliriz bence. Hadi bakalım, tatil öncesi kolileri  hazırlamaya.;) 

Aydınlık günlere!

Güzel İnsanlar, Güzel Kitaplar

Son okuduklarım arasında Levent Üzümcü'nün Boyun Eğme'si ve linç öyküleri derlemesi olan Vur Ulan Vur da yer alıyor. Gezi sırasında ve sonrasında tanıklık ettiğimiz cesur ve onurlu duruşuna bayıldığım, gerçek bir sanatçı Levent Üzümcü. Gerçek sanatçı ve muhalif olunca da bu ülkede insanın başına neler gelebileceğini biliyoruz değil mi? Şehir Tiyatroları'ndan ihraç ve eğitimsiz bir güruha hedef gösterilme...çok yazık! Bu süreçte yaşadıkları da dahil genel olarak ülkedeki faşizan gidişata karşı yapılabileceklerle ilgili yazdıklarından dolayı ellerine, aklına, fikrine sağlık. Kendisini hem Twitter hesabından hem de tiyatroya merakım olduğu için hakkında yapılan haberlerden takip ettiğim için zaten bu kitapta yazılanların büyük kısmı tanıdıktı. Yine de destek olmak adına kitabını aldım. 

"..her roman, şiir yazan, film çeken, oyun oynayan, resim yapan, dans edip şarkı söyleyen kişiye sanatçı denmez. Hayata bir açıdan bakmak ve özgür düşünmek ister sanat. O yüzdendir ki, itaat edenden, yerleşik düzeni kabul edenden, sorgulamayan ve paraya ruhunu satandan olsa olsa sığ zanaatkarlar olur..."

Keşke daha fazla Levent Üzümcümüz olsa ve onları linç etmeyi değil de pamuklara sarıp sarmalayarak sahip çıkmayı bilsek. 

(Kitaptan kendime aldığım bir notu daha sizlerle paylaşayım: Ken Loach'un 45 Ruhu belgeseli ve Bertolucci'nin 1900 filmi izlenecek.)


Diğer kitapsa benzer bir temaya sahip demiştim: linç öyküleri. O yaratılmak istenen itaatkar, tek tip sustalı maymuna dönüşmeyi reddeden herkese yapıştırılan 'vatan haini' damgalarının çeşitliliğini göreceksiniz Vur Ulan Vur'da. İşiniz zor anlayacağınız. Ama bu memlekette görmeyi, duymayı, bilmeyi tercih edenlerin işi hep zor değil mi zaten? Pınar Öğünç, Mine Söğüt, Oya Baydar, Mehmet Eroğlu, Hakan Günday ve daha pek çok ismin yazdığı dokunaklı ötekileştirme öyküleriyle dolu bu kitabı çok sevdim. Şiddet gören bir kadının da, öldürülen Kürt kökenli bir öğretmenin de, adanın aklını yitirmiş yaşlı Rum kadınının da, Taptos Amca'nın piyanosunu öldüren köy halkını anlayamayan çocuğun da, döner bıçağına insan kanı bulaşmış dönercinin de hikayesine girebilirsiniz bu kitapta. İletişim Yayınları'ndan çıkmış ve Tanıl Bora-Levent Cantek tarafından derlenmiş. Güzel işler yapan güzel insanlar iyi ki var dedirten cinsten. 

İkisini de almanızı ve okumanızı öneririm. Aldığınız anda içinizde oluşan o dayanışma hissiyatının bile size iyi geleceğine eminim. 

İyi okumalar!

Renkli Hayat - "Hayata Kendi Rengini Kat"

Bu sergiyi görür görmez gitmem gerek diye düşündüm. Ve gelir gelmez de yazayım dedim. Mini minnacık, amatör bir tutkuyla ve harika bir nedenle açılmış bir sergi olması onu çok değerli kılıyor bana göre. Karbon Gallery'de 18 Haziran akşam 18:00'e kadar devam edecek olan Renkli Hayat'ı siz de mutlaka görmelisiniz o yüzden. 

Hayvansever baba-kız projesi bu sergi. Fazıl Say'ın konser için gittiği şehirlerde çektiği fotoğraflar ve küçüklüğünden beri binicilik sporuyla uğraşan ve milli sporcu olan kızı Kumru Say'ın at çizimlerinin sergilendiği bu mini sergiyi ücretsiz gezebilirsiniz. Karbon Gallery'nin yeri de çok kolay. İTÜ Ayazağa metro istasyonunda inip Windowist Tower ve Plazalar çıkışından çıkar çıkmaz önünüzde kendisi. 

Kumru Say'ın atları

Fazıl Say'ın Salzburg fotoğrafları favorim oldu. Onun dışında pek çok farklı şehirde çekilmiş fotoğrafları da bulunuyor. Kimsenin öyle bir vaadi olmamasına rağmen ben her karede bir hayvan da olacak diye düşünmüştüm nedense. ;) Ama aslında serginin adının hemen üstünde yer alan Atlar ve Sokaklar ibaresi bile baba kızın bu anlamda da bir iş bölümü yaptığını anlatıyormuş. Evet, şehir sokakları besteci ve piyanist olarak gururumuz Fazıl Say'dan soruluyor bu sergide.

 Fazıl Say fotoğrafları

Bu nefis sergiden elde edilen tüm gelir de sokak hayvanlarına destek olmak için harcanacak. Bu da hayvan hakları ve çevre hakları konusunda aynı görüş birliğinde olan derneklerin bir araya gelmesiyle 2008’de kurulan HAYTAP'a (Hayvan Hakları Federasyonu) bağış yoluyla gerçekleştirilecekmiş. Duruşuyla, duyarlılığıyla, tarafını çekinmeden belli etmesiyle, işine duyduğu saygıyla gerçek sanatçı örneğidir benim için Fazıl Say. Kendisi gibi duyarlı, sanat ve sporla iç içe bir kız çocuğu yetiştirdiği için harika bir baba olduğunu da bir kez daha görmüş olduk bu sergide. Hayata kendi rengini katmayı bilen bu harika insanlar iyi ki varlar. 


Sizler de hayvanlar için neler yapabilirim diye düşünüyorsanız HAYTAP'ın web sayfasından çok daha detaylı bilgi edinebilir, online bağış ve gönüllülük faaliyetlerini öğrenebilirsiniz. Unutmayın, dünya herkesin çorbada bulunsun diye attığı birer fiske tuzun toplamının yarattığı o şahane etki sayesinde dönüyor. 

Pakistan'dan İki Güzel Belgesel

Pakistan'la ilgili yaklaşık bir saat süren 2003 yapımı The Rock Star and the Mullahs belgeselini bir ara izleyin derim. Yobazlığın koyu karanlığının ayak sesleri hep aynı oluyor. Sorgulamaya ve düşünmeye kapalı, hayattan değil ölümden beslenen, kadını eve kapatan, illa ki düşman saflar yaratan o baskı ortamının hastalıklı halinin bir de Pakistan örneğini görün. En açık ve modern şehrinin lunaparkında patlayan Taliban bombası, 2003'te çekilmiş bu belgeselden sonra gidişatın ne yöne olduğunu daha açıkça anlamamızı sağlıyor.


THE ROCK STAR AND THE MULLAHS (2003, UK, 56 mins) from Partisan Films on Vimeo.

İkinci belgesel önerim ise Benim Adım Malala. Yine Pakistan'dan bir hikaye. Kadınlar Günü'nden itibaren birçok yerde adı geçti ve önerildi. Ben de o sıralar izledim ama ancak yazma fırsatı buluyorum. Son derece etkili bir hikayesi var Malala'nın. Kız çocuklarının eğitim hakkını savunduğu için 16 yaşında Taliban tarafından başından vurulan bu cesur genç kız, uzun bir süreç sonrası tamamen iyileştiği gibi mücadelesine de kaldığı yerden devam ediyor. Üstelik 17 yaşında Nobel Barış Ödülü alacak kadar da dünyanın pek çok yerinde adını ve mücadelesini duyurmayı başarıyor. 


Malala bizde de harika bir kampanyanın ortaya çıkması konusunda ilham kaynağı olmuş. National Geographic ChannelUNICEF Türkiye Milli Komitesi işbirliğinde kız çocuklarının okutulması ve eğitime devam edebilmesi için “Kızlara Ses Ver” kampanyası bu belgeselle birlikte hayata geçirilmiş. Kampanya kamuoyu desteği almak için #kızlarasesver hashtag’i ile herkesi destek olmaya çağırıyor. Harekete geçmek isteyenler kampanya kapsamında UNICEF hesabına diledikleri miktarda veya 3005’e SES VER yazıp mesaj göndererek 10 TL bağışta bulunabiliyorlar.Ayrıntılı bilgiye kampanyanın web sitesinden ulaşılabiliyor.

National Geographic Channel'da bu haftaki gösterim tarih ve saatleri şöyle:

30 Mart Çarşamba - 12:50
2 Nisan Cumartesi - 22.00
3 Nisan Pazar - 18.20

Mutlaka izleyin. Bu haftadan sonraki gösterim saatlerini ise ya bağlı olduğunuz dijital platformların rehberlerinden kanalın yayın akışına bakarak ya da buradan takip edebilirsiniz. 

Fark yaratmanın dayanılmaz mutluluğunu bir canlı bombanın donuk bakışlarında, mollaların kapalı zihinlerinde değil, Pakistanlı bir genç kızın ya da rock müzik yapan genç bir adamın gülen gözlerinde göreceksiniz. 

İyi seyirler. 

Güzel Şeyler de Oluyor. Dayanışalım mı? ;)

İşini iyi yapan vakıfların desteklenmesini her zaman çok önemli bulmuşumdur. Belki de artık çok daha önemli destek bulmaları adaletsizliğin, yozlaşmanın ve yolsuzluğun tavan yaptığı ülkemizde. Ben şahsen yardım için senelik bütçeler ayırıp güvendiğim derneklere paylaştırmayı tercih ediyorum. Bunlar arasında LÖSEV, TEV, Mor Çatı, Tema, ÇYDD bulunuyor. Elbette daha pek çok güvenilir vakıf vardır ama bunlar benim alıştıklarım diyelim. Bu arada hangi vakıflara güvenmeyeceğimizi iyi biliyoruz, değil mi? O da çok önemli çünkü. İyilik yapıyorum derken sapıkları, tecavüzcüleri desteklemek istemeyiz hiçbirimiz!

Neyse. Güvendiğiniz vakıflara doğrudan maddi ya da manevi yardımlarda bulunabileceğiniz gibi onların sosyal sorumluluk projelerine, satış platformlarına da destek verebilirsiniz. İşte onlardan birkaçından bahsedeceğim size bu yazıda.

      
Özellikle matematik köyü fikrine bayıldığım, çocuğun akıl ve bilime dayalı eğitiminin önemine vurgu yapan bu projeye kitap, bilgisayar, tablet, vs gibi bağışlarda bulunabilirsiniz. İkinci elleriniz için de aklınızda olsun, ilgilenebiliyorlar. 

Ama benim bu yazıda paylaşmak istediğim haber Nesin Vakfı Çiftliği ürünleri. nesinvakficiftligi@gmail.com adresinden veya 0-530-130 75 84 no'lu telefondan salça, reçel çeşitleri, turşu, zeytin ve zeytinyağı, peynir çeşitleri, nar ekşisi, baharat, tereyağ, yumurta, vs gibi aklınıza gelen pek çok ürünün siparişini verebiliyorsunuz. Nesin Vakfı'nın Çatalca'daki çiftliklerinde özenle yetiştirdikleri doğal ürünlerden sipariş vererek hem sağlığımıza hem de Aziz Nesin'in bu en güzel mirasına destek olabiliriz. Güzel  olmaz mı? Daha fazla bilgi için Facebook sayfalarını da takibe almanızı öneririm. 




Nobel Bilim ödüllü bilim insanı Prof. Dr. Aziz Sancar ülkemizde kız çocuklarının eğitimine katkıda bulunmak için yeni bir proje (STEM) başlatıyor. Prof. Aziz Sancar, kız çocuklarını bilim ve teknoloji eğitimine özendirmek için eğitim alanında geliştirdiği uluslararası proje (STEM- science, technology, engineering, mathematics) Ankara, Ardahan, İstanbul, Mersin, Uşak, Şanlıurfa, Zonguldak illerinde uygulanacak. Projeden 700 kız çocuğu yararlanacak. Projeye katılacak kız çocukları bilim-teknoloji alanında bilgilendirilecek ve bu konularda eğitim almaya özendirilecek. Projenin amacı, Türkiye’de ilköğretim 6. sınıfa giden kız çocuklarının bilim ve teknoloji eğitimine merak duymalarını sağlamak, bu konularda dünyadaki uygulama ve yenilikler hakkında, Türkiye-Güney Kore ve ABD arasındaki değişim programlarına katılarak bilim ve teknoloji eğitimleriyle tanışmalarına katkıda bulunmak olacak. Prof. Dr. Aziz Sancar, projenin Şanlıurfa ayağında eğitim kamplari projesiyle, Suriyeli göçmen kız çocuklarının eğitimine de destek olmayı amaçlamaktadır. Detaylı bilgi ve kayıt tarihleri web sayfasında mevcut. Belki bir kız çocuğunun bu projeye katılmasını sağlayarak hem o çocuk, hem toplum, hem de insanlık adına müthiş bir fayda sağlamış olursunuz. Daha detaylı haber içeriği için buraya tık tık

(Resmi buradan aldım)


Bir de kokoş kadın etkinliği var sırada. ;) Böyle diyerek etkinlik amacını küçümsediğimi sanmayın ama gerçekten bu tür alışveriş şenlikleri, kermesleri, pazarları, adı her ne ise genelde kokoş kadın kaynıyor, yapacak bir şey yok. Olsun. Gidip de destek olan herkesin kokoşluklarına sağlık! ;) Herkesin her alanda, farklı şekillerde ve kendi tarzlarında yapacak bir şeyleri olabilir. Bunu anlamak lazım. Önemli olan niyetin ve amacın güzelliği. 


29 Mart'ta Zorlu Center Raffles Otel'de gerçekleştirilecek olan Alışveriş Yaşatır etkinliği de işte böyle bir şey. Alışveriş Yaşatır'da giriş bedeli (35 TL) ve stant kiralarından elde edilecek gelirin tamamı Şişli Etfal Çocuk Onkoloji Bölümü'nü yenileme projesine aktarılacak. O nedenle bugünlerde illa ki tüketim çılgınlığına kendimi kaptırmak istiyorum diyenleri buraya alalım derim ben. 

Dayanışma güzeldir. Bunun güvenini, mutluluğunu ve huzurunu en derinlerde hissettiğimiz ve yaşadığımız bir hafta olsun.