Ayrıca iki teşekkürüm olacak. Birincisi Gelibolu Yarımadası’nı neredeyse karış karış gezdirirken, güzel anlatımıyla da hepimizi mest eden ve orada olmaktan duyduğu gurur ve mutluluk yüzünden okunan, Atatürk aşığı rehberimiz Cengiz Arıkan’a teşekkür etmek istiyorum. İkinci teşekkürüm ise 2006 Şubat ayından beri Gelibolu Yarımadası’nda yürüttükleri “Tarihe Saygı Projesi” kapsamındaki çalışmalarından dolayı Opet’e olacak.
Üçüncü günümüz Truva’da başladı. Orayı da daha önce görmüştük, bu yüzden burada tekrar yazmayacağım. Sonra Çanakkale’ye geçtik. Önce Fatih Sultan Mehmet tarafından boğazın en dar yerine yaptırılan ve karşısındaki Kilitbahir Kalesi ile birlikte stratejik bir öneme sahip olan Çimenlik Kalesi’ni gezdik ve içinde yer alan Nusrat Mayın Gemisi’nin aslına uygun yapılmış maketini gördük. Daha sonra feribotla Eceabat’a geçerek Kilitbahir Kalesi’ni de gördük ve Şehitlik turumuza başladık.
İlk olarak Seyid Onbaşı heykelini gördük. Mecidiye Tabyası’nda görev alan Seyid Onbaşı, 18 Mart’ta yapılan deniz savaşında 275 kg’lık bir mermiyi sırtına alarak düşmanın Ocean zırhlısını vurmuş ve bu olayın gerçekleştiği yere heykelini dikmişler.
Kilitbahir Kalesi’ni geçtikten hemen sonra deniz kıyısında uzanan Hamidiye Tabyaları’nı gördük. Buralar askerlerin savaş sırasında barındıkları ve cephanelerini sakladıkları yerlerdi.
Sonrasında Mehmetçiğe Saygı Anıtı’nı gördük. Yaralı bir düşman askerini kucağında taşıyan Mehmetçik heykeli, Çanakkale Savaşı’nda yer almış İngiliz Üsteğmen Lord Casey’in savaş sırasında bizzat şahit olduğu bu olayı anlatmasından sonra yaptırılmış. İngiliz askerlerinin bile yaralı olduğu için bırakıp kaçtıkları düşman askerini Mehmetçik taşıyor!
Sonra Şehitler Anıtı’na geldik. 1954 yılında yapımına başlanmış ve 1960’da tamamlanmış olan bu anıt Çanakkale’de şehit olan tüm askerlerimiz için yapılmış. 41.70 m uzunluğundaki Abide son derece görkemli duruyor. Üzerlerinde şehit olan Mehmetçiklerin isimlerinin yazılı olduğu temsili mezarlardan etkilenmemeniz mümkün değil. Mezarlar elbette temsili olmak zorunda, çünkü savaş sırasında usulüne uygun bir şekilde toprağa verilemeyen o şehitler aslında yarımadanın her yerindeler. Okul yıllarında İstiklal Marşı’nı yüzlerce kez okumuşuzdur. “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı! Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.” Ya da “Kim bu cennet vatan uğruna olmaz ki feda? Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda!” İşte bu satırların yansıttığı ruhu orada yoğun bir şekilde hissedebiliyorsunuz. Bu nasıl saygıdeğer, ulu ve soylu bir mertebedir diye düşünmeden edemiyorsunuz. Gözleriniz doluyor, ama bir yandan da böyle yüce bir soydan geldiğiniz için göğsünüz kabarıyor. “Çanakkale Geçilmez!” diyen Ulu Önder’inizi içinizden taşan bir sevgi ve hayranlıkla bir kez daha anıyorsunuz. O'na ve onun Mehmetçiklerine Türk ulusu için yaptıkları bu büyük fedakârlık için binlerce kez teşekkür ediyorsunuz. Huzur içinde uyumaları için dua ediyorsunuz. (Ama bir yandan da acaba şu an huzur içinde uyuyabiliyorlar mıdır diye de merak ediyorsunuz) Ve burayı gezerken dış düşmanlarınızı çok iyi anlayabiliyorsunuz, ama içerideki düşmanlarınızı hiç ama hiç anlayamıyorsunuz!!!

Çanakkale Savaşı sırasında bir Anzak askeri tarafından Avustralya’ya götürülen Türk askerine ait bir kafatası, Avustralya hükümeti tarafından 10 Mart 2003’te Türk yetkili makamlarına temsil edilmiş ve 18 Mart 2003’te Çanakkale Şehitliğine defnedilmiş. İşte o “meçhul askerin” mezarı:
Sonra yeniden otobüsümüze binerek 57. Alay Şehitliği’ne gidiyoruz. 1992 yılında açılışı yapılan 57. Alay şehitliği tek bir eri bile hayatta kalmayan 628 kişilik 57. Alayın anısına yapılmış. Atatürk’ün “Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum!” sözleri sonrasında kahramanca çarpışarak şehit olan bu alayın anısına o günden beri Türk Ordusu’nda 57. Alay bulunmamaktadır.
Daha sonra 92 yıl sonra bile hala şiddetli yağmurlarla toprağın aşındığı zaman içinden kurşun, bilye ve mermilerin çıktığı Çanakkale Savaşı’nın en kanlı cephelerinden biri olan Conkbayırı’na gittik. Atatürk’ün saatinin parçalandığı yeri ve siperleri gördük. O topraklar üzerinde yoğun duygular yaşarken savaşı bir kez de rehberimizin ağzından dinledik. Her yeri tarihle, onurla ve gururla dolu Gelibolu Yarımadası’ndan ayrılırken, gerçekten de “Ne Mutlu Türk’üm Diyebilene!!” diye düşünüyordum.
Başta Atatürk olmak üzere Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda ve günümüzde de mesela Hakkâri Yüksekova’da (!) bizlerin huzurlu yaşayabilmesi için canını feda eden tüm Şehitlerimizi saygıyla anıyorum. Onlara binlerce kez teşekkür ediyorum. Huzur içinde yatmalarını diliyorum. Atatürk’ün izinden gitmekten bir an bile vazgeçmemiş, O’nun askeri dehasına, devlet adamlığına, stratejilerine, ilke ve inkılâplarına ve kişiliğine sonuna kadar inanan ve O’nun gelmiş geçmiş en büyük lider olduğunu düşünen bir Türk Kadını olarak, onların huzurlu uyumaları için kendi adıma üzerime düşen ne varsa yapmaya her zaman hazır olacağım!
Ne Mutlu Türk'üm Diyene!