Gladyatör Dövüşü mü Görmeyi Bekliyordum Acaba? :)

Roma'ya giden herkesin koştura koştura kuyruklara girip, görmeyi beklediği en önemli yapılardan belki de birincisi Kolezyum'dur. Neyse ki, Ongun'un Roma Rehberi sayesinde hem Kolezyum'da hem de Roman Forum'u ve Palatino'yu gezmek için kuyruk falan beklemedik. Çünkü bizim Roma Pass'imiz vardı. (Roma'da üç gün geçirmeyi planlayan herkese bu 20 EUR'luk paketi almasını öneririm. İçinde kapsamlı bir Roma haritası bulunduran, 3 günlük bedava metro+otobüs ulaşımı ve ilk iki müze girişinizi bedava sonrakileri ise indirimli yapmanızı sağlayan faydalı bir eser! Hayvanat Bahçesine bile indirimli girdik! :))

Neyse efendim, kuyruk beklemeden Kolezyum'a girdiğimizde yaşadığım hissi aynen şöyle tanımlayabilirim: Hayal Kırıklığı! Aslında hayal kırıklığı yaşamak için içeri girmem bile gerekmedi, dışarıdan da beklediğim kadar şahane ve görkemli bir yapı olmadığını düşünmüştüm, ama içeride bir şeylerin değişebileceğini ummuşum demek ki! Ama olmadı! Gerçi ben böyle dedikçe İso'cum da "Gladyatör dövüşleri falan mı görmeyi bekliyordun İmge?" diyerek yaşadığım hayal kırıklığının anlamsızlığına değinmeye çalıştı, ama o an bunu anlayabilecek durumda değildim. İçimden "pazarlama dehası yalnızca Amerikalılar için değil, İtalyanlar için de geçerliymiş demek" diye geçiriyordum. (Hatta daha sonra İspanyol Merdivenleri ve Aşk Çeşmesi'ni (!) görünce bu düşüncem daha da pekişti.)

Bu arada burayı gezmeye ayırdığımız gün o kadar sıcaktı ki neredeyse yaz boyunca yanamadığım kadar yandım diyebilirim. Aşağıda Kolezyum'un kemerlerinin altında güneş kremi süren beni görüyorsunuz. :) (Aksiliğe bakın, meşhur mantar şapkamı da otelde unutmuşum!!)






















Kolezyum, yapımına M.S. 72 yılında komutan Vespasianus tarafından başlanmış ve M.S.80 yılında Titus döneminde tamamlanmış bir arenadır. Daha sonra Domitian hükümdarlığı zamanında birtakım değişiklikler yapılmıştır. İmparatorlar burada Roma halkını eğlendirmek için gladyatör dövüşleri düzenlermiş.



















Hemen arkamda gördüğünüz tak Konstantin Takı'dır. I. Konstantin'in 312 yılında yapılan Milvian Köprüsü Savaşı'nda Maxentius'a karşı kazandığı zafer sonrasında yaptırılmıştır. En son 1990lı yıllarda restore edilmiş ve iyi korunarak bugüne kadar ulaşabilmiş bir yapıdır.

















Bu takın sağından yolunuza devam ederek Palatino ve Roman Forumu'na doğru gidiyorsunuz. Palatino, Palatines Tepesi'nin üzerine kurulmuş ve Romalı yönetici ve kralların yaşadığı bölgeye verilen ad. Burada devlet binaları, hamamlar ve diğer kalıntıları görebilirsiniz. Ayrıca Roma Mitolojisi'ne göre, Palatine tepesi Romulus ve Remus'un dişi bir kurt tarafından bulunarak hayatlarının kurtarıldığı yerdir. Aşağıda Palatine tepelerinden Kolezyum'un görüntüsünü görebilirsiniz.

















Daha sonra Roma Forumu'na doğru yolumuza devam ediyoruz. Roma Forumu, Antik Roma'nın geliştiği merkez bölgesiymiş. Ticaret, iş, fahişelik, ibadet ve adaletin yönetimi burada gerçekleşmekte olup, burası toplumsal ocağın olduğu ana yermiş. (Ve oldukça iyi korunmuş olduğunu söyleyebilirim. Hatta burası Kolezyum ve Palatino'dan daha çok etkilendiğim bölüm oldu.)





















Evet, sıcağın altında yaklaşık 3 saat süren tarihi turumuzu burada bitiriyoruz. Artık yemek vakti! Yemek için Campo de Fiori adlı küçük bir meydanı tercih ediyoruz. Güneşin etkisi azalana kadar kalkmasak iyi olur diyor ve bir şişe şarap eşliğinde uzun bir öğle yemeği yiyoruz. Öğleden sonra Pantheon'a ve Termini İstasyonu yakınlarında bulunan Santa Maria Maggiore Kilisesi'ne gideceğiz.

Kolezyum'un (Colosseum) Tarihçesi

Öncelikle İngilizce bilenlerinize dev bir hizmet sunayım. (Evet, çevirmen olabilirim, ama bunları Türkçe'ye çevirecek kadar da dev bir hizmet sunamayacağım, kusura bakmayın lütfen!) Diğer yazımda Kolezyum'u anlatmaya devam edeceğim. Ancak öncesinde Kolezyum'un içindeki tabelalarda yazan tarihçesi ve içinde yapılan etkinlikler ile ilgili bilgi almak isteyenleriniz aşağıdaki yazıları okuyabilirler.



30 Ağustos Zafer Bayramımız Kutlu Olsun!






















Araştırmacı Yazar Prof.İlknur GÜNTÜRKÜN KALIPÇI'dan alıntı:

"Bugün bizi "ayağa kalkmayacak kadar destekle ama yere düşmeyecek kadar köstekle" politikası uygulamaya çalışan tüm ülkelere, iç ve dış düşmanlarımıza karşı en güzel cevabı ne zaman vereceğiz biliyor musunuz? Atatürk'ü anmayı bırakıp, anlamaya başladığımız zaman. Onu yakamızda taşıdığımız kadar fikir ve eylemlerimizde de taşıyabildiğimiz zaman. Onu özlediğimiz kadar özümsediğimiz zaman. Onunla yarışan, ama onu aşmış yeni Mustafa Kemalleri yetiştirebildiğimiz zaman...Yeni ATATÜRK’ler yetişiyor ve gelmekte!"

Sonsuza dek de yetişmeye devam edecek! Çünkü bu öyle bir zihniyet ki sonsuza dek geçerliliğini koruyacak kadar çağdaş, insancıl ve adil!

Hayatını Türkiye ve Atatürk araştırmalarına adamış, gerçek bir Kemalist olan Belçikalı Daniel Dumoulin'in dostlarına yolladığı 2008 yılbaşı tebrik kartlarına yazdığı mesajı hatırlıyor musunuz?

"Türkiye, Atatürk’ü Allah’a borçlusun, geri kalan her şeyi de Atatürk’e.."

Kimseye borçlu kalmak istemeyiz, değil mi?

30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun!

Ve hep birlikte yüzlercesini daha coşkuyla ve aydınlık bir Türkiye'de kutlamak dileğiyle...

Vatikan Müzesi

Kesinlikle görmenizi tavsiye ettiğim 1400 odalı Vatikan Müzesi'nin içinde bana göre en dikkate değer bölümler, Mısır koleksiyonunu barındıran Antik Sanat bölümü, 1473 yılında inşa edilen ve adını Papa Sixtus IV’den alan Sistine Şapeli ve Papa Julius II’nin görevlendirdiği Raphael’in dekore ettiği Raphael Odaları oldu.

Müzeyle ilgili detaylı bilgiler ve görüntüler almak için web sitesine de bakabilirsiniz.

Roma'da heykeller açısından favorim kesinlikle Galleria Borghese oldu, ama burada da muhteşem heykellere gözümüzün doyduğunu söyleyebilirim. İlk heykelde kucağında bir bebek tutan kişi şarap tanrısı Dionysos'tur. Ellere, ayaklara, kaslara, dizkapaklarına ve diğer tüm ayrıntılara dikkatinizi çekerim. İkincisi ise aklımda "yaralı amazon" olarak kalmış ama emin değilim. Çünkü onu çekme amacım farklıydı. Ayaklarına dikkat ettiniz mi? Demek ki, parmak arası terlikler hangi dönemden kalmaymış? :) Zaten heykellerin ayaklarındaki her türlü terlik, ayakkabı ve sandalet günümüz modasını yansıtıyordu diyebilirim!





















Müzenin bir çok yerinde tavanlara bakarak yürüyorsunuz. Özellikle Rafael Odaları'ndaki o duvar resimlerinde kendinizi kaybediyorsunuz. Aşağıdaki resim koca bir salonun tavanının bir bölümünde yer alıyordu. Ama meleğin gerçekten uçarcasına dışarı fırlamış görüntüsüne bayıldım. Hikayesini bilmiyorum, ama yeni wallpaper'ım olmayı hak etti!

















Tavanlardan birkaç görüntü daha:



















Yaklaşık 2 saattir geziyoruz. Muhteşem bir müze, ama yorulmaya ve acıkmaya da başladık. Yaşasın, "Uscita (Exit)" tabelası gördüm. Bir çıkış işareti gördüğüme ilk kez bu kadar sevinmiştim ki bu sevincim fazla uzun sürmedi. Çünkü çıkabilmemiz için neredeyse yarım saat daha müzenin içinde dolaşmamız gerekti. Müzenin içini 7 km yürüyerek dolaşacağımız söyleniyordu. Galiba doğruymuş! Bu arada Michelangelo'nun o ünlü Last Judgment tablosunu da daha görmedik derken çıkıştan önceki son odanın devasa duvarında devasa bir görüntü karşımıza çıktı! İşte ünlü sanatçının gözünden Ahiret Günü:

















Ve artık dönerek inen ve bizi "gerçekten" çıkışa götürecek olan merdivenlerdeyiz:

















NOTLAR:

1 )
Bizim gibi müzeyi gezdikten sonra açlıktan ölmek üzereyseniz önemli uyarı: Asla kapıdan çıkar çıkmaz karşınızda gördüğünüz Cafe Vaticano Self Service yazan büfe-cafe tarzı yere gitmeyin!! Pratik bir şeyler yiyelim diye oturduğumuz yerde yediğimiz (daha doğrusu yiyemediğimiz) birer porsiyon berbat makarnaya ve içtiğimiz kolalara içkili bir akşam yemeğinde bile nadiren ödediğimiz bir para ödedik! Hiçbir yerde fiyatlar yazmıyordu, ama böyle büfemsi bir yer olsa olsa ne kadar pahalı olabilir ki diye düşünmüştük, ancak durum hiç de öyle değilmiş! Piyasayı az-çok bilen, yeme-içme konusunda tüm tüyoları almış ve iyi seçimler yapmakla övünen biz, bu berbat yere "akıl parası" bayılmış olduk. Bu şoku atlattıktan sonra da tüm gün midemizi bozmadığımıza şükrettik! :) Siz bizim durumumuza düşmeyin ve iki adım yürüme mesafesindeki güzel bir restoranda oturarak yarı fiyatına güzel yemekler yiyin ve hatta şarabınızı için!

2) Vatikan Müzesi'ni gezerken kendinizi buradaki sanat harikalarına fazla kaptırıp da odalarda görevli olan polislere bakmayı unutmayın! Maşallah, onlar da birer sanat eseri gibiydiler! :)) Tatil döneminde gittiğimiz için şu "yakışıklı İtalyanlar'dan pek görememiştim, ama Vatikan Müzesi sayesinde bu anlamda da gözüm doydu diyebilirim. Böyle bir tüyoyu da kimseden alamazsınız, değerimi bilin, gözünüzü dört açın! :)

Vatikan

Roma yazılarıma geçmeden önce gördüğümüz diğer bir ülkeden daha bahsedeyim. Yani Vatikan'dan! Vatikan'ın Roma şehri içinde yer almasına rağmen başlı başına bir ülke olduğunu biliyor muydunuz? Katolik Hıristiyanlığın merkezi olan bu devlet, yaklaşık 1000 kişilik nüfusuyla ve 440,000 metrekarelik alanıyla dünyanın en küçük üçüncü ülkesiymiş. Vatikan sınırları içerisinde İtalyan kanunları işlemiyor.

Roma'daki ilk günümüzde "turistik" Vatikan'ın büyük bir bölümünü oluşturan St. Pietro Bazilikası'nı ve Meydanı'nı gezdik. Bu bazilikaya girerken çok kısa şort veya etek ve askılı bluz giymeniz yasak! Ama yaz sıcaklarında bunun için en uygun çözüm yanınızda bir şal bulundurarak omuzlarınıza sarmanız olacaktır! İlk gün Michelangelo tarafından yapılmış olan Cupola'ya (Kubbe) çıkacak zamanımız yoktu. Onu daha sonra Vatikan Müzesi'ni ziyaret edeceğimiz güne bıraktık. (Ama o gün de yapamadık, çünkü anormal bir kuyruk vardı! Zaten ben de o tek kişinin geçebileceği darlıkta, karanlık ve basık 350 basamağı çıkarken kesin bayılırım diye kendimi şartladığım için belki de hayırlısı olmuştur! :) Kubbeyi merak edenler Roma Rehberi'nden bilgi alabilirler.)

St. Pietro Bazilikası, görüp görebileceğiniz en görkemli bazilikalardan biri... Tavanları, duvarları, işlemeleri, süslemeleri, heykelleriyle sergilenen ihtişama hayran kalıyorsunuz. Daha sonra bol bol kilise ve dinsel temalı sanat eseri görmekten baygınlık geçirebileceğinizi düşünerek Roma'ya gittiğinizde önce mutlaka burayı görmenizi öneriyorum.

Sizleri bu görkemli bazilikanın içinden ve meydandan bazı görüntülerle baş başa bırakıyorum:






























Şimdiye kadar Papalık yapmış tüm isimler:






















Hadi, toparlanın bakalım, şimdi de yaklaşık 2,5 saatimizi geçirdiğimiz Vatikan Müzesi'ne gidiyoruz.

Zaman Makinesinde Ortaçağ'a Dönüş: Siena

17 Ağustos öğlen saatlerinde Pisa Centrale tren istasyonundan Floransa trenine biniyoruz. Ama Floransa'ya kadar gitmeyeceğiz. Empoli'de aktarma yapıp Siena trenine bineceğiz. Bu kez yolculuğumuz yaklaşık 2 saat sürüyor. Saat 14:30 gibi Siena'da oluyoruz. Pisa'dan Siena'ya gitmek ise kişi başı 7 EUR tutuyor. (Tur şirketlerinin düzenledikleri ekstra turlarda Pisa + Siena fiyatı 60 EUR! Bizse kendi kafamıza ve tarzımıza göre, şehrin sokaklarında dolaşarak, zaman kısıtlaması olmaksızın kafelerinde oturarak, istediğimiz yerde istediğimiz süre fotoğraf çekerek gezmenin tadını çıkarıyor ve 60 EUR yerine 11 EUR ödüyoruz! Bence süper! Sizce? :))

Neyse, Siena istasyonunda inip, bir harita alıyoruz. "Hımm, surlar içindeki bu şehir biraz tepede görünüyor gibi!!" Bence yokuş tırmanarak zaman kaybetmemeliyiz. Soruyor ve istasyondan oraya giden bir shuttle servis olduğunu öğreniyoruz. İtalyanların yönlendirme okları sayesinde 2 dakikada bulunabilecek bir yeri 5 dakikada bulabiliyoruz, ama olsun! Artık alıştık bunlara galiba... Hatta içgüdüsel olarak bile yönümüzü bulabilmeye başladık diyebilirim.

Surlardan içeriye giriş yapıyoruz. Kale duvarı gibi uzun taş duvarlar, dar ve kıvrımlı ara sokaklar, hafif kasvetli ve hüzünlü bir hava karşılıyor bizi... Tatil boyunca farklı bir gerçeklikte olduğumu hissettiğim ikinci yer de burası oldu diyebilirim. (Birincisi Venedik'ti!) Üzerimizde zaman tüneline girmişiz ve Ortaçağ'a dönmüşüz gibi bir izlenim bırakan bu büyülü kentin turist kalabalığı olmadığında nasıl göründüğünü çok merak ettim doğrusu.

Ara yollardan yürümeye devam:
























Siena'nın tarihi şehir merkezi, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınmış. Yani Ortaçağ'dan bu yana taşına, toprağına dokunulmamış meydanlar ve yapılarla karşı karşıyasınız! Ve şimdi o meydanların en ünlüsü olan Campo Meydanı'na çıkmak üzereyiz:

















İstiridye biçimindeki Piazza del Campo (Campo Meydanı), 1347 yılında yapılmış. İtalya'nın meşhur Palio yarışları da bu meydanda yapılıyor. Buradaki en önemli yapıların Palazzo Pubblico (Belediye Sarayı) ve onun 103 metrelik çan kulesi Torre del Mangia olduğunu söyleyebiliriz.






















Meydanın 13. ve 14. yüzyıldan kalma diğer yapıları da en az bunlar kadar etkililer. İşte meydandan görüntüler:





















Ara sokaklarda geziyoruz, Siena'nın da "Duomo"sunu (Katedralini) görüyoruz, ama vaktimizin büyük çoğunluğunu bu büyüleyici meydan ve çevresinde geçiriyoruz. Burası da Siena Katedrali:

















Bu arada efsaneye göre Roma'yı kuran Romulus ve kardeşi Remus'u dişi bir kurdun emzirdiği söyleniyor. Siena ise Remus'un oğlu Senius tarafından kurulduğu için şehrin her yanında iki kardeşi emziren dişi kurt heykellerine rastlayabilirsiniz. Aynen şöyle:






















Toscana bölgesini geziyorsanız mutlaka Siena'yı görmek için zaman ayırmanızı öneriyorum. Hatta Pisa veya Siena kentlerinden birini görme şansınız varsa, Siena'yı tercih edin, pişman olmazsınız. Ayrıca sakın oraya gitmişken şarap almadan, eliniz boş dönmeyin! Ara sokaklarda tadarak alabileceğiniz şarap dükkanları da bulunuyor. Alın size süper bir bilgi daha: Yeniden tren istasyonuna gitmeniz gerekmiyor. Gramsci Meydanı'ndan Floransa'ya saat başı otobüsler kalkıyor ve yolculuk 1 saat sürüyor. "İso'cum biz de 18:00 otobüsüne yetişelim bence.. Saat 19:00'da Floransa'da olur, güzel bir akşam yemeği yiyerek bu şehre de veda ederiz. Ne dersin?"

Mucizeler Meydanı'nın Eğik Kulesi: Pisa

Floransa'daki ilk günümüzün akşamında Montecatini'deki otelimize döndüğümüzü söylemiştim. Dolayısıyla sabah kendimizi Montecatini tren istasyonuna attık. Bugün Pisa Kulesi ve Siena'yı göreceğiz. Hem de sadece Pisa'yı görüp dönmemizin 7 saat süreceğini söyleyenlere (:) ) ve tatil zamanı ulaşım araçlarının saat ve yerlerine güven olmayan İtalya'ya rağmen! Ama elbette biz bu tür moral bozucu söylemlere kulak asmayarak aynı gün içinde hem Pisa'da 1,5 saat hem de Siena'da 3,5 saat geçirmeyi başardık, üstüne Floransa'ya dönüp güzel bir akşam yemeği yedik, Santa Maria Novella'dan 23:00 trenine binerek Montecatini'ye geldik ve odamıza gitmeden önce bir bara oturup birer kadeh Martini Rosso'muzu bile içtik! Çünkü "bizim turumuz"un rehberi farklıydı! Kim miydi? Tabi ki bendim!! :)

Neyse efendim, Viareggio'ya giden trene biniyor, Lucca durağında aktarma yaparak Pisa Centrale'ye giden treni yakalıyoruz. Montecatini'den Pisa'ya gidişimiz toplam bir saat sürüyor ve kişi başı 4 EUR tutuyor.

Piazza dei Miracoli'de (Mucizeler Meydanı) bulunan Pisa Kulesi'nin bana kalırsa pek bir özelliği yok. Ama oraya kadar gitmişken görmeden dönmeyelim diye biz de gittik. Şimdi size "gitmenize çok da gerek yok" desem de beni dinlemeyip gidersiniz, değil mi?

Bu kule meydandaki katedralin çan kulesi olarak 1173 yılında yapılmış. Sonra da temelindeki yumuşak zeminin çökmesinden dolayı her yıl yavaş yavaş güneye doğru eğilmeye başlamış. (Her işte bir hayır vardır, yoksa turist falan çekemezmiş bence..:) ) Artık yıkılma aşamasına geldiği uyarıları yapıldığı için kule bir süre kapalı tutulmuş ve 20 milyon sterline mal olan bir onarım projesi gerçekleştirilmiş. Yani artık daha fazla eğilmiyormuş!

İkinci resimde benim arkamdaki yapı Pisa'nın en ünlü meydanı olan Mucizeler Meydanı'nda bulunan Vaftizhane'dir. Üçüncü resimde ise Pisa Kulesi ile birlikte Pisa Katedrali'nin bir kısmını görüyorsunuz. Peki, ya İhsan'ın arkasındaki insanlar neden ellerini boşluğa uzatıyorlar dersiniz? :)





















İşte o uzanan ellerin amacı hep aynı. Kuleyi tutmak! Bu "klasik olaya" kendimi kaptırmamayı düşünüyordum, ama sonunda etrafımdaki herkesin istisnasız böyle bir fotoğraf çektirdiğini görünce ben de dayanamadım. Aklıma değişik bir poz geldi... (Ne mi geldi? Kulenin yıkılmasını önlemek için eliniz dışında kullanabileceğiniz şeyleri düşünün! Hımmm, ne olabilir ki?!! :))) Ama karizmamı dağıtma olasılığını düşünerek vazgeçtim. Ve ben de elimi uzattım...

Ama o da ne?! Her şeyden habersiz poz verirken, meğer arkamdaki sırıtkan adamla birlikte son derece komik bir ikili oluşturmuşuz. :) Ama ben bu resmi sevdim doğrusu! Çünkü hiç de klasik bir poz değil!! :)

Uğur Mumcu'nun Doğum Haftası Şerefine!

İdefix'ten gelen bir e-maili sizlerle de paylaşmak istedim. "Uğur Mumcu'nun doğum haftasında aydınlık bir ülke için" sloganıyla yapılan kampanyada UM:AG Yayınları'ndan çıkan tüm kitapları %40 indirimle alabilirsiniz.






















Bu kategoride yer alan 96 kitabı görmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Bu güzel haberi vermek için gezi yazılarıma ara vermeye değermiş, değil mi? Kitaplardan ve aydınlıktan hiçbir zaman uzak kalmamamız dileğiyle!

Zarif, Kaliteli ve Olgun Güzel: Floransa

Bir önceki yazımı okuyanlar Floransa'nın yalnızca heykellerden ibaret olduğunu düşünebilirler. Hemen hemen her yerde karşınıza muhteşem sanat eserleri çıktığı doğru, ama Floransa aynı zamanda içinden Arno Nehri geçen, şirin meydanları, köprüleri ve cafeleri olan, Pitti Sarayı'nın arkasında bulunan Boboli Bahçeleri ve Ponte Vecchio (Eski Köprü) gibi görülesi yerleri barındıran çok güzel bir maket şehir!



















Arno Nehri'nin öyle sessiz sakin durduğuna bakmayın! Bu nehir ortalama olarak her yüz yılda bir yatağından taşıyor ve felakete neden oluyormuş! Örneğin, 4 Kasım 1966'da sular aşağıdaki seviyeye kadar çıkmış!! (Orası bir giriş kapısının üstü)

















Bu ne zaman ne yapacağı belli olmayan ve yere bakan yürek yakan Arno Nehri üzerindeki köprülerden en eskisi ve II. Dünya Savaşı sırasında Almanlar tarafından bombalanmadan günümüze kadar ulaşabilen Ponte Vecchio'dayız. Köprünün üzeri kuyumcularla dolu! İlgilenenlere duyurulur..:)



















Floransa'yı genel olarak en güzel izleyebileceğiniz yerlerden biri de Michelangelo Tepesi'dir. Ve ilk resimde göreceğiniz üzere burada da yine Michelangelo'nun David heykellerinden birinin kopyası bulunmaktadır.























Saat akşam 20:00 olmuş. Otobüsümüz otelimizin bulunduğu ve şirin bir termal kasaba olan Montecatini'ye doğru yola çıkıyor. Karnım çok aç, tüm gün bizim çocukla uğraşmaktan pek bir şey yiyemedim de! (O çocuk biliyor kendini!! :) )Neyse, artık bir saat içinde otele yerleşir yerleşmez bir yerler buluruz elbette... (Not: O bir saat iki saate çıktı, ama beklediğimize değdi. Bu yorucu günün sonunda Montecatini'de otelimize çok yakın olan Il Vicolo adlı bir restoranda harika bir pizza, makarna, parmesan ve şarap ziyafeti yapıp, odamıza dönüp, yine bayılırcasına uyuduk! :))

Açıkhava Müzesi Gibi Bir Tarih Şehri: Floransa

Gezimizin ikinci günü sabahtan yola çıkıyoruz. Yaklaşık 3,5 saat süren bir otobüs yolculuğuyla Floransa'ya ulaşıyoruz. Rönesans'ın aydınlık yüzlü torunlarının yaşadığı ve maddi yönden ziyade sosyal ve kültürel altyapısıyla burjuva olan bu şirin kenti gezmeye önünde Dante heykeli bulunan Santa Croce (Kutsal Haç) Kilisesi'nden başlıyoruz. Aşağıda kiliseyi ve önündeki meydanı görüyorsunuz:



















Daha sonra ara sokaklardan yürüyerek ve Adalet Binası'nı gördükten sonra Uffizi Galeri'nin avlusuna geliyoruz. O gün yalnızca öğleden sonra Floransa'da olacağımız için o upuzun kuyrukta sıra beklesek bile bu dev sanat galerisini gezemeyeceğimizi düşünüyoruz. O yüzden yalnızca avlusundan ve buradaki heykellerden bazı görüntüler var elimde. (Sonradan turdaki iki bayanın 1,5 saat boyunca o sırayı beklediklerini, içeriye girebildiklerini ve 2 saat gezebildiklerini öğreniyoruz. Böylelikle burası Floransa'da gezemediğimiz için içimizde kalan yerlerden biri oluyor!)


























Uffizi Galeri'yi gezmek isteyenler için bir tavsiye: Bizler gibi turistlerin yoğun olduğu bahar ve yaz dönemlerinde gidecekseniz, Internet üzerinden rezervasyon yaptırın. Birkaç gün orada kalacaksınız, gittiğiniz ilk gün galeri gişesinden de bunu yapabilirsiniz. Bu size büyük kolaylık sağlayacak ve zaman kazandıracaktır.

Buradan sonra o meşhur Senyörler Meydanı'ndayız (Piazza della Signoria). Önce ortada Neptün heykelinin ve yanında ise deniz kızları ve çeşitli deniz tanrılarının olduğu Neptün Çeşmesi'ni görüyoruz.






















Sonra Michelangelo'nun ünlü David heykelinin kopyasına bakıyoruz hayran hayran... (Heykelin aslı Galleria dell'Accademia'da bulunuyor)






















Sonra da diğer heykellere bakıyor ve yerel rehberden hepsinin hikayelerini dinliyoruz. İşte onlardan bazıları:


























Ve tarih yolculuğumuz Duomo Meydanı'na doğru devam ediyor. Burada o görkemli Santa Maria del Fiore Kilisesi'ni, Çan Kulesi'ni ve Vaftizhane'yi görüyoruz.
























Şimdi sırada Santa Maria Novella Kilisesi'ni görmek ve hemen karşısında bulunan ve aynı adı taşıyan tren istasyonundan bilgi almak var. Çünkü yarın trenlerle çok işimiz olacak!!