Bayıldım... Bayıldım... Tek kelimeyle bayıldım...
Beklenti yüksek olduğunda sonuç genellikle hayal kırıklığı olur ya hani... Bu sefer çok farklı oldu!
Çağan Irmak'tan yine çok güzel bir şeyler bekliyordum, ama muhteşem bir filmle karşılaştım. Günümüzde elinizi sallasanız buna benzer bir hikayeyi yaşamış birilerine çarpmanız mümkünken, böylesi bir anlatımla bizi alt üst edebilmek ancak
Çağan Irmak'ın işi olabilirdi zaten!!
Tavsiye üzerine filmi
Beyoğlu'nda izlemeye karar verdik. Hiç bilmeden de filmin son sahnesinin çekildiği
Atlas Sineması'nı seçmişiz izlemek için. Hikaye tamamen
Beyoğlu'nun (ağırlıklı olarak
Galatasaray ve
Tünel tarafının) tanıdık ara sokaklarında,
Leblon restoranda ve sahaflarında geçiyor. Mekan seçimleri çok başarılı... Filmi
Beyoğlu'nda (hatta mümkünse
Atlas'ta) izlemenizi tavsiye ediyorum.
Mekanlar güzel, hikaye güzel, oyuncular muhteşem, müzik seçimleri harika.. Hatta bu yazıyı yazarken arka fonda
Ayla Dikmen'den
"Anlamazdın" ve
Semiramis Pekkan'ın
"Bana Yalan Söylediler" şarkılarını dönüşümlü olarak dinliyorum ve tüylerim hala diken diken oluyor.
Bu arada oyuncular oynadıkları karakterlere cuk oturmuşlar.
Cemal Hünal'i daha önce hiç izlememiştim ve çok başarılı buldum.
Melis Birkan'ın ise o doğallığına bayıldım. Hatta şimdi geriye doğru düşününce bu rolü yalnızca o canlandırabilirmiş diye düşünüyorum. Her ikisi de hikayeyi yaşadılar ve yaşattılar! Bana da her zamanki gibi oturup hüngür hüngür ağlamak düştü. Bir de bu
Çağan Irmak filmlerinde sessiz sedasız iki damla gözyaşı döküp, kalkıp gidemiyorum maalesef. Adeta yüzümü yıkamış gibi yanaklar falan sırılsıklam, gözler kıpkırmızı ve küçülmüş, kirpikler ıslak, burun kızarmış, makyaj varsa akmış, yani kısacası dağılmış bir halde çıkıyorum sinemadan. Dün de bu gelenek bozulmadı... Bir de
İhsan'a dönüp,
"evde olsam öyle bir ağlayacağım ki" dediğimde
İhsan'ın
"bu yeterince ağlamamış halin mi?" diye şaşırma tepkisi verdiğini gördüğümde kendimi frenlemeye çalıştım. Ama gerçekten de ilk yarıda çok keyifli başlayan bu aşk (!) hikayesi adeta bir yumruk gibi midenize oturuyor, içinize işliyor ve çok acıtıyor.
Konuyu ve filmi uzun uzun anlatmak anlamsız.. Gazetelerde ve sinema sitelerinde benzer cümlelerle anlatılmış zaten. Bir yanda 30'lu yaşlarda, kariyer sahibi, bağlanmaktan korkan, kalabalıklar içinde yalnız olan ve aslında son derece büyük bir duygusal boşluk içinde olmasına rağmen bunun farkında olmayan ve sürdürdüğü o çılgın hayatın dolu ve anlamlı olduğuna inanan
Alper (
Cemal Hünal) var... Diğer yanda 20’lerinin sonunda, kariyer sahibi,
İstanbul’da kendi ayaklarının üzerinde duran, hayal kırıklıkları ve aşk acıları da dahil pek çok şey yaşamış ve bundan sonra da yaşamaktan korkmayan, doğal, güçlü ve zeki bir genç kadın olan
Ada var... İşte bu ikisinin karşılaşması hem onları hem de sizi dağıtacak! Benden söylemesi!
(UYARI: Aşağıdaki paragraf filmi izlemeyenler için sakıncalıdır, çünkü flmden sahneler içerir!)Aklımda kalan vurucu sahneler:
Ada’nın
Alper’e alıştığı şekilde hoyrat, tüketircesine ve alelacele değil de tamamen hissederek, dokunuşların tadını çıkararak, hız ve sayı odaklı (!) olmadan sevişmeyi öğrettiği sahne…
Alper’in ayrılmak istediğini söylediğinde
Ada’nın verdiği tepkiler ve ona söylediği şu sözler:
“karların üzerinde donmak üzeresin, uyku tatlı geliyor şimdi, ama aslında öldüğünün farkında bile değilsin.” Ve elbette son sahnedeki yıllar sonraki karşılaşma muhteşemdi! Bakışların seslendirilmesi,
Ada’nın tokasının diş fırçasının durduğu bardağın düşüp kırılmasıyla ortaya çıkması,
Ada’nın saçlarını kestirmiş olması,
Alper’in o darmaduman hali ve en son bir o tarafa bir diğer tarafa gidişinin gösterilerek filmin bitmesi..
Offf, yine gözlerim doluyor benim. Gidip duş almam gerek, ama ben hâlâ burada yazı yazıp eski şarkıları falan dinliyorum... (saçlarıma feci bir yağ kokusu sindi, çünkü bugün gündüz
İtalyan Mutfağı yemek kursundaydım. Onu da bir sonraki yazımda anlatacağım.)
Not: Çıkışta
Leblon'u bulup, birer kadeh şarap içelim demiştik ve dağılmış olmamıza rağmen
Leblon'u bulduk. Ama şarabımızı burada içmedik, çünkü bu mekan gece 11'den sonra daha yüksek müzik çalan, ayakta dans edilen bir bar ortamına dönüşmüştü. Başka bir zaman yemeğe gitmek üzere kartlarını aldık ve hayalimizdeki
Leblon yok olmadan oradan uzaklaştık. Onun yerine tüneldeki
K.V'ye oturduk. Birer kadeh şarap ve ağlak ifadelerimiz eşliğinde biraz daha film kritiği yapıp, evimize döndük.
Bir
Çağan Irmak darbesi daha yedik. Ama pişman değiliz, yine olsa yaparız! Tüm ekibin ellerine sağlık diyorum.
Bir an önce izlemeniz ve dağılmanız dileğiyle... (Valla kötü bir şey demedim!) :)