Son zamanlarda en düzenli, kesintisiz ve uzun uzun kitap okuyabildiğim yerler yaz tatilleri oluyor. Sabahtan akşama şezlongla bütünleştiğim günlerde elimdeki kitabın hikayesinde kaybolmaya bayılıyorum. Diline ve romanlarına bayıldığım Ayfer Tunç'un uzun zamandır okunacaklar köşesinde duran yaklaşık 500 sayfalık Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi kitabını da o yüzden senenin son yaz tatiline saklamıştım. Yine harika bir roman, tam anlamıyla bir "memleketimden insan manzaraları" derlemesi. Karadeniz'in küçük bir kentindeki bir akıl hastanesinden yola çıkılan hikaye içinde onlarca farklı karakterle tanışıyorsunuz. Öyle böyle değil, gerçekten tanışmış, tanımış oluyorsunuz o insanların hepsini. Başhekimin temizlik hastası karısından, hastanedeki kulaksız temizlik görevlisi Ziya'ya; kocasının kendisini terk etmesi sonrası hafiften kafayı sıyıran ve kendini içine değişik (!) malzemeler katarak yarattığı keklere, kurabiyelere veren Nebahat Hanım'dan muhafazakar doktor, blogger ve sinema aşığı Alim Kahkeci'ye; sapık kocasından kurtulmak için başarılı bir yöntem bulan Başhemşire Servinaz'dan kucağında bebek İsa'yı taşıyan Meryem Ana ikonasını yanından ayırmayan hayırsız Bolat'ın annesi Alla'ya; kocasını kardeşi Yurdanur ile aynı yatakta basan Aydanur Hanım'dan babasının son karısı Bedia Hanım'a aşık olan oğlu Erdem Bey'e; Pasajlı Çarşı'da çeyizlik eşya ve iç çamaşırları satan Kız İsmet'ten yaşı çok ileri olmasına rağmen zihni pırıl pırıl çalışan, dinç ve çağdaş bir kadın olan emekli Cumhuriyet savcısı Türkan Hanım'a; şizofren Barış'a, annesi işini bilen diplomat Veda Hanım'a, Barış'a deli gibi aşık olan koca memeli Gülnazmiye'ye ve daha onlarca karakterin hikayesine aşinayım artık. Gerçekten onlarcası daha var ama gözünüzü korkutmasın, hepsinin öyküsü ve hayatlarının nasıl birbirleriyle kesiştiği öyle güzel sunulmuş ki okurken büyük bir keyif alıyor ve hepsini tam anlamıyla tanıyorsunuz. Şimdiye kadar okumadıysanız mutlaka okumanızı öneririm. Benim için bu roman çoktan en bayıldığım Türkçe romanlar listesine en üst sıralardan giriş yaptı. (Daha önce okuduğum Ayfer Tunç romanlarından Kapak Kızı için buraya, Yeşil Peri Gecesi için buraya bakabilirsiniz. Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek için ise hiçbir yere bakamıyorsunuz, çünkü o dönem İmgeleme ne yazık ki yoktu.)
Gelelim okuduğum ikinci romana: Sabahattin Ali'nin İçimizdeki Şeytan'ı. Sabahattin Ali de okumak için çok geç kaldığım ama çok sevdiğim yazarlardan biridir. (Kürk Mantolu Madonna için buraya, Kuyucaklı Yusuf için buraya bakabilirsiniz.) Bu kitapta iyi niyetli, ama her konuda sorumluluk almaktan kaçınan, çocuksu, tembel Ömer ile konservatuvar öğrencisi Macide'nin ilişkisi üzerinden ahlak, iyilik, aşk, güç, toplumun kişilik üzerindeki rolü gibi konulara değinilmiş. Yazarın bu konulardaki çıkarımlarıyla ilgili bir sürü sayfayı not aldım kendime, bazılarını paylaşayım:
...içimizde bizim "ahlak" tarafımızla hiçbir şekilde münasebete geçmeyerek hadiseleri muhakeme eden, neticeler çıkaran ve tedbirler alan bir "hesabi" tarafımız vardı ve lafta değilse bile fiilde daima o galip çıkıyor ve onun dediği oluyordu... (işte içimizdeki şeytan!)
...Riyakarlık tesellide son haddini bulur. Bu anda çehrelerin aldığı yalancı teessür ifadesi, o biraz yukarı kalkıp birbirine yaklaşan kaşlar, o hafif hafif ve anlayışlı bir tavırla sallanan baş ve o derinden çıkarılmaya çalışılan matemli ses insanı deli eder... (katılıyorum!)
...(gerçekten kötü niyetli karakterlerden birinin ağzından:) "...aklı başında adamlarla iş görüşülmez. Bize itirazsız inanacak ve düşünmeden harekete geçecek insanlar lazım! Bu gençleri romantik birtakım emellerle bağlamak, onlara kabadayıca sergüzeştlerin hasretini duyurmak ve bugünkü hudutları dar gösterip büyük arzularla beslemek ve böylece hepsini avucumun içine almak daha kolay..." (hımm, genç dimağları böyle kullanan şeytanlar yoktur değil mi dünyamızda?!)
..."insanların en zayıf tarafları sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır." (koca bir alkış! günümüzdeki durum açısından da tanıdık gelen bir şeyler var mı size de?)
Gelelim okuduğum ikinci romana: Sabahattin Ali'nin İçimizdeki Şeytan'ı. Sabahattin Ali de okumak için çok geç kaldığım ama çok sevdiğim yazarlardan biridir. (Kürk Mantolu Madonna için buraya, Kuyucaklı Yusuf için buraya bakabilirsiniz.) Bu kitapta iyi niyetli, ama her konuda sorumluluk almaktan kaçınan, çocuksu, tembel Ömer ile konservatuvar öğrencisi Macide'nin ilişkisi üzerinden ahlak, iyilik, aşk, güç, toplumun kişilik üzerindeki rolü gibi konulara değinilmiş. Yazarın bu konulardaki çıkarımlarıyla ilgili bir sürü sayfayı not aldım kendime, bazılarını paylaşayım:
...içimizde bizim "ahlak" tarafımızla hiçbir şekilde münasebete geçmeyerek hadiseleri muhakeme eden, neticeler çıkaran ve tedbirler alan bir "hesabi" tarafımız vardı ve lafta değilse bile fiilde daima o galip çıkıyor ve onun dediği oluyordu... (işte içimizdeki şeytan!)
...Riyakarlık tesellide son haddini bulur. Bu anda çehrelerin aldığı yalancı teessür ifadesi, o biraz yukarı kalkıp birbirine yaklaşan kaşlar, o hafif hafif ve anlayışlı bir tavırla sallanan baş ve o derinden çıkarılmaya çalışılan matemli ses insanı deli eder... (katılıyorum!)
...(gerçekten kötü niyetli karakterlerden birinin ağzından:) "...aklı başında adamlarla iş görüşülmez. Bize itirazsız inanacak ve düşünmeden harekete geçecek insanlar lazım! Bu gençleri romantik birtakım emellerle bağlamak, onlara kabadayıca sergüzeştlerin hasretini duyurmak ve bugünkü hudutları dar gösterip büyük arzularla beslemek ve böylece hepsini avucumun içine almak daha kolay..." (hımm, genç dimağları böyle kullanan şeytanlar yoktur değil mi dünyamızda?!)
..."insanların en zayıf tarafları sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır." (koca bir alkış! günümüzdeki durum açısından da tanıdık gelen bir şeyler var mı size de?)
...bir hocam bana "zekanı mirasyedi gibi harcıyorsun!" demişti. Doğru..Zekamı har vurup harman savurdum ve nihayet iflas ettim. Ben zekayı radyum gibi bitip tükenmez bir cevher sanıyordum.. Onun insan eliyle yetişip gelişen bir şey olduğunu düşünmüyordum..."
...İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir.
Ellerine sağlık ve nur içinde yat Sabahattin Ali. Ve mutluluklar Macide ve Bedri...
İyi haftalar ve iyi okumalar hepinize..
3 yorum:
ben de sabahattin ali okumaya geç kalanlardanım:(
ayfer tunç'un o kitabını merak ediyorum ve okumak istediklerim arasında:)
kelebek desenli,
Geç olsun güç olmasın, Sabahattin Ali'lerden okunmayan kalmasın..:)
Sevgiler..
belgin okumak insanın ruhunu zenginleştirir güzel eserlervar harika
Yorum Gönder