Bir Bayram da Böyle Geçti...

Ekimin ilk haftası taşındıktan sonra ikinci haftasından itibaren Kurban Bayramı'nda ne yapsak diye düşünmeye başladık. "İso, Fas'a gidelim, süper olur!" "Ya da Nil'de gemi turuna mı katılsak?" "Uzakdoğu ister misin? Onun da tam zamanı." "Daha kısa uçuş olsun, değil mi? Beyrut'a ne dersin?" falan diyerek başladık araştırmalara. Ama başlar başlamaz da feci geç kalmış olduğumuzu fark ettik. Sıcak diyarlarda hiç yer kalmamıştı. Ümitsizce de olsa birkaç yere isim bıraktık, ama ne arayan oldu ne soran. Zaten birçok yerin iki ay öncesinden itibaren dolduğunu öğrendik. Biliyorum bizim gibi bir çifte hiç yakıştıramadınız bu durumu ama bu sene önemli bir mazeretimiz vardı biliyorsunuz. Taşınma telaşı sırasında tatil planlaması biraz güme gitmiş oldu. Son hafta alternatifleri bir kez daha gözden geçirdikten sonra "Neden yurtiçinde görmediğimiz bir yere gitmiyoruz? İzmir'i mi keşfetsek?" "Haklısın, İzmir için fazla uzun bir tatil. Karadeniz falan?" "Hava belli olmaz, değil mi? GAP'a ne dersin?" diyerek son hafta da GAP turlarının hiçbirinde yer kalmadığını öğrenerek ağzımızın payını aldıktan sonra bayramımızın nasıl geçeceğini belirleyen kilit cümle ağzımdan çıktı: "İso, madem İstanbul'da kalıyoruz, sizinkileri çağıralım mı? Hem evi görmüş olurlar hem de sen de tatil olduğun için seni bol bol görebilirler." Olur mu olmaz mı, ayarlayabilirler mi derken Ankara ekibi bavulları hazırlayıp çıktı yola. Biz de çölde çay yerine balkonumuzda kahveyle başladık tatilimize..:)











Bayram boyunca İstanbul'daki boşluğun ve sessizliğin tadını çıkardık. Örneğin, bayramın ilk günü IKEA'da ve H&M'de omuz omuza değil de rahat rahat gezerek alışveriş yapabildik. Ya da aynı gün Beşiktaş, Ortaköy ve İstinye Park'a gitmeyi başardık ve insan kalabalığından yorulmadan eve dönebildik. Beyoğlu'nu keyifle turladık. Mango'nun outlet katında kasada kuyruğun olmadığı bir an gördüm mesela! Bunun ne anlama geldiğini bütün kızlar bilecektir. :) Kısacası curcunasız bir İstanbul'da sakin bir aile saadeti yaşadık diyebilirim. (Bu arada herkes şehrin boş halinin ne kadar güzel olduğundan bahsediyor, ama ben en fazla iki ya da üç gün bu haline katlanabilirim bu aktif , dinamik ve heyecan verici şehrin. Daha fazlası bana hüzünlü geldi doğrusu. O yüzden her ne kadar keyifli bir bayram geçirmiş olsak da mümkün olduğunca bayramlarda başka yerlere kaçıp şehrin bu sessizliğe bürünmüş halini fazla görmemek gerek diye düşünüyorum.)

Yediğimiz içtiğimiz de bizim olmasın ve kısaca bahsedeyim hangi lezzetleri tattığımızı bu bayramda. Genellikle vazgeçilmezlerden yana kullandık tercihimizi. O yüzden daha önce yazdığım lezzetleri burada yeniden yazmama gerek yok sanırım. IKEA'da İsveç köftesi (ailecek hastasıyız! :) ), Beyoğlu'nda Mercan ve İtalyan dondurması, Sultanahmet'te Dubb Indian Restaurant ve İstinye Park'ta ise Günaydın'a uğradık bu seferki gezmelerimizde. Daha önce Günaydın'ın kasap bölümünden alışveriş yapmış olmamıza rağmen restoranına ilk kez oturduk ve gelen yemeklerin sunumuna, kalitesine ve tam istediğimiz kıvamda getirilmiş olmasına bayıldık. Gerçi muhteşem tane hardallı bonfile ve bir şişe Egeo sonrasında bendeniz geceyi beklenmedik bir şekilde kapatmak zorunda kaldım: anne elinden çıkmış bir bardak nane-limonla!!!















İşte böyle geçti bir bayram daha. Bu anlattığım dışarıda geçen bölümüydü. Evde gazete sefası yaparak, IKEA'dan aldığım çalışma koltuğunu monte ederek, elimizi öpmeye gelen Selim Bebek'le oynayarak, bol bol tatlı yiyerek, bol bol çay, kahve ve bira tüketerek, gece 2'ye kadar balkonda Ali Baba ortamı kurup nargile sefası yaparak, filmler izleyip kılkuyruk kocacım yüzünden çekirdek çitleyemeyerek (!), Canlı Para'ya bakarken bazı tiplerin bir an önce elenmesi için bol bol negatif enerji göndererek (ama hak ediyorlardı!), dinlenerek, sohbet ederek ve gülerek. Cumartesi günü Ankara ekibini yolcu ettikten sonra bu kadar yiyip içtikten sonra ayıp olmasın diye bir kez de spora giderek. Ve Pazar günü de kapanışı Feriköy'deki bitpazarında yaparak.












Feriköy Organik Pazarı'nın kurulduğu yerde Pazar günleri bitpazarının kurulduğunu biliyorsunuzdur. Ben de uzun zamandır biliyordum, ama ne yazık ki hiç gitmemiştim. Üstelik yurtdışına çıkarken şehrin ünlü bitpazarlarını falan mutlaka araştıran biri olarak burayı henüz görmemiştim. Bugün İso'cumla birlikte burayı keşfetmeye karar verdik ve metroyla Osmanbey'e gittikten sonra ara sokaklardan yürüyerek pazarı bulduk. Kendimizi Avrupa'da elimizde metro ve şehir haritalarıyla keşif yapıyormuş gibi hissettik. Süperdi! Bu arada Pazar günü İso'yu dışarı çıkmaya ve pazara gitmeye nasıl ikna ettiğimi sorarsanız hemen söyleyeyim. "Şekerim, hazırlan sana plak almaya gidiyoruz," demem yeterli oldu. Böylece o plaklar arasında kendini kaybederken ben de porselen biblolar, bronz şamdanlar ve kitapların olduğu standlarda gezindim. Bir Pazar gününüzü buraya ayırmanızı kesinlikle tavsiye ediyorum.

Alışveriş sonrasında ara sokaklardaki bir semt balıkçısından Pazar gününün klasik akşam yemeği olan balıklarımızı ve Gayrettepe'ye dönüşte komşumuz olan Komşu Fırın'dan (ailecek hastasıyız!) taze ekmeğimizi ve yeni çıkmış tahıllı kurabiyelerimizi aldıktan sonra evimize geldik. Bilgisayar kendi kendine kapanmaya başladığı için Ankara'da bulunan Dr. XP ile canlı bağlantı kurarak telefonda destek aldık. Ve bilgisayarı düzelttikten ve yemeğimizi yedikten sonra işte karşınızdayım! Ama ufak bir sorun var. Bugün güneşli havayı görünce yine incecik giyinerek dışarı çıktım ve havanın ne kadar sertleşmiş olduğunu anladığımda artık çok geçti. O yüzden her an nane-limonluk olabilirim gibi görünüyor. Anne şefkati olmadan da nane-limon işe yarar mı dersiniz?

Hepinizin güzel bir bayram geçirmiş olduğunu umuyor ve tatil hikayelerinizi dört gözle bekliyorum. Ama Fas'a ve Mısır'a gidenler bir müddet yazmasınlar ya da bana görünmesinler lütfen! :)

5 yorum:

NzN dedi ki...

İmge'cim,
bence senin bayramın tam bayram gibi geçmiş. aile ile kucak kucağa...
onun tadı da ayrıdır eminim...
ben de istanbul'un bu boş halini çok merak ettim. dediğin gibi herkes aynı şeyden bahsediyor.

kocaman sevgilerimle!

Imge dedi ki...

NzN,

Benden söylemesi, çok da merak edilecek bir şey yok İstanbul'un boşluğunda. İstanbul dolu dolu daha güzel sanki..:)

Bu arada senin dönüş yazını okudum bu sabah. Anlaşılan yoğunluğundan dolayı Beyrut notlarını biraz daha bekleyeceğiz gibi görünüyor. Olsun, ben beklerim. Hatta merakla beklemeye başladım bile. Hem evine hem de bloglar alemine hoş geldin! :)

NzN dedi ki...

hoş buldum canım...
hala çalışıyorum ve bu akşam kaça kadar çalışırım belli de değil :) bu hafta böyle... gittik ya tatile burnumuzdan getirmezlerse olmaaazzz...

sevgilerr

Remziye Kozacıoğlu dedi ki...

İmgecim,
öncelikle verdiğin tavsiyeler için teşekkürler.. feriköydeki bit pazarını en kısa zamanda deneyeceğim... çok çekici geldi:)))
bu arada senin blogunu takip ettiğim gibi düzenli olarak takip ettiğim bloglardan bir tanesi olan " Bellek Kutusu"na bu aralar erişemiyorum.. çünkü davet edilmediğim içinmiş:(((((((
bu konuda bana yardımcı olabilir misin please???
öpüyorum
yeni evinizde güle güle oturun..
remoş

Imge dedi ki...

Remoşcum selam,

Senin yorumun üzerine ben de Bellek Kutusu'na giremediğimi fark ettim. Kutu'ya bir haller olmuş, sadece izinli okurlara açmış blogunu demek ki. Buradan kendisine seslenmiş olalım senin aracılığınla (ben ayrıca e-mailini bulup sormaya çalışacağım ne olduğunu, öğrenirsem haber veririm sana da..)

Evle ilgili güzel dileklerin için de çok teşekkürler. Yolun buralara düşerse beklerim kahveye..:)

Sevgiler..