Portofino ve Rapallo

Gezinin son günübirlik rotası da bu: önce Portofino, sonra Rapallo ve Cenova'ya dönüş. Artık biliyorsunuz, ulaşım bilgileri bu yazıda

Burası da rengarenk evlerin limanın etrafında sıralandığı, sahilsiz bir sahil kasabası. Ana meydanı lüks yatların bulunduğu limana bakan meydan. Hem meydan hem de buraya çıkan ara sokaklar yine harika galeriler, butikler, bar ve restoranlarla dolu.  


Gelir gelmez bir martini molası veriyoruz, ama o da ne? Her yerde 4 ya da 5 Euro'ya içtiğimiz kadehlerin buradaki fiyatı 10 Euro! Tamam, buranın pahalı olduğunu biliyorduk ama iki katı olduğunu da düşünmemiştik doğrusu. Butiklerdeki fiyatlar da aynı şekilde. O yüzden beklentilerinizi ve yeme içme planlarınızı ona göre ayarlamanızı öneririm. İşte o martiniler ve butiklere sadece bakmayı tercih eden ben (gerçi bu halim sadece buraya özgü değildir benim; bakma hobim var, alma değil! :) ).

  
Neyse, enerjimizi aldığımıza göre artık tepelere tırmanıp şehri daha güzel görme zamanı. Şehrin en tepe noktası Castello Brown, yani Kahverengi Kale. Adını 1870 yılında burayı konutu olarak satın alan Cenova'daki İngiliz konsülü Yeats Brown'dan alıyormuş. 1961'den bu yana da özel davetlere ve sergilere ev sahipliği yapan bir kale. Ama zaten Kale bahane, manzara şahane diye çıkıyoruz tepelere. Bakın bakalım, değer miymiş?


En tepede Kale dışında bir de San Giorgio Kilisesi bulunuyor. Ama bana sorarsanız kilise de bahane, manzara şahane! Burada yapmanız gereken tek şey ağaçlardan gelen nefis ilkbahar kokularını içinize çekerek manzaraya dalıp gitmek. Buraya çıkarken de inerken de Pomodoro, Messina ve diğer çağdaş sanatçıların yapmış oldukları heykellerle süslenmiş bir bahçeden geçebilirsiniz,  aklınızda olsun.


Biz burada minik bir mola daha verdikten sonra günün ikinci ve daha kısa yarısını geçirmek üzere tekneye atlayıp Rapallo'ya gidiyoruz. Bahar güneşinin altında, vapurun rüzgarı eşliğinde sağımızdan solumuzdan aşağıdaki görüntüler akarak Rapallo'ya varıyoruz. 


Ama buraya neden geldiğimizi de pek bilmiyoruz aslında. :P Hani Cinque Terre'yi görmüşsün, Portofino'yu görmüşsün, zirvede bırak artık yahu! Ne işin var hâlâ yok o kasabayı da mı görsek, buraya da mı gitsek. En nihayetinde ertesi gün İstanbul'a dönmek için Cenova'da havaalanına gideceksin. Gezinin bittiğini kabullenememe sendromu denilen olaydan dolayı sanırım, Rapallo'yu da görelim deyip geldik işte. Planda olan bir şey değildi (daha doğrusu yanına soru işareti konmuştu). Ama tekneyle gidip oradan Cenova'ya trenle dönebileceğimizi görünce keyifli geldi, yapalım dedik. 

Gerçekten de güzel bir sahil kasabası daha vardı karşımızda. Ama artık o kadar çok güzellik görmüş, o kadar çok şehir sokağı arşınlamıştık ki burada sadece bir tur atıp yemek yiyecek yer arandık diyebilirim. Karşımıza bir sürü güzellik çıktı ama hikayesini öğrenme arzumuzu yitirmiştik -ya da açtık- sanırım.;) Yine de kısa bir özet olarak aşağıdaki kolajda duruyor gördüklerimiz. Ama bir sürü oteli, plajı, restoranı, kafesi, dükkanı olan canlı ve güzel bir yerdi burası. Biz de siesta'ya denk gelmeseydik iyiydi tabi.:) Bulabildiğimiz tek açık yer bir wine bar oldu. Orada da focaccia'ya talim olduk o öğleden sonra. Gerçi nefis bir grappa da kaptık kısa günün bonusu olarak, o da iyi oldu. 


Ve yine yorgun ama çok mutlu bir şekilde trene bindiğimizde bu gezinin de ne kadar keyifli geçtiğini konuşup, kendi aramızda gördüğümüz yerlere puanlar verip, "ilk üç" listeleri oluşturup, şimdiden başka rotaların hayallerini kurarak döndük Cenova'ya. 


İki kişilik dev ekibimiz "bir sonraki gezide buluşuncaya dek esen kalın" der ve kaçar. Bir yazı dizisinin daha sonuna gelmişken belirtmek isterim ki, dünyanın her yerini görmek istemenin dışında İtalya-Fransa-İspanya üçlüsünün aynı ya da değişik yerlerine defalarca gitmek istiyorum. Tabi ki bir numaralı gezi arkadaşım İso'cumla birlikte. Evren, bizi duyuyorsun, biliyoruz..;)

4 yorum:

OĞUZ ÇAKIR dedi ki...

Çok güzeldi ayıla bayıla okudum, sen nereye gidiyosan ben de oraya gitmek istiyorum:)

Imge dedi ki...

Oğuz Çakır,

Çok teşekkürler.. Her zaman beklerim..:)

Mahmutun güncesi dedi ki...

Bayıldım.
Pasaportumun gününün bitmesine aylar var.
2015 i bekliyorum.Özgür olduğum yıl ve Bodrum'a yerleşeceğim yıl olacak.
Beni güzel günler bekliyor diye düşünüyorum (İnşallah).

Imge dedi ki...

Mahmutun güncesi,

Umuyorum bir an önce özgür ve güzel günlerin gelir. Az kalmış zaten, biraz daha sık dişini..;)