En dengeyi kaybettim, bunaldım dediğim haftalarda elimde Hakan Günday'ın Daha kitabı vardı ve bu filmleri izliyordum. Şikayete hakkım var mı sizce? ;)
Ama hepsi de gerçekten bunalmaya değer eserlermiş doğrusu, alkışlıyorum.
En az sevdiğimden başlayayım: Lars von Trier'in Antichrist'ı, yani Deccal'ından. 2009 yapımı filmde Nemfomanyak'ta da döktürmüş olan başarılı aktris Charlotte Gainsbourg'u bir kez daha izleyeceksiniz. Kadın rolünde (evet, adı sanı yok, o bir Kadın, o kadar). Kocası rolündeki erkek oyuncu ise Willem Dafoe. Çocuklarını bir ihmal sonrası kaybeden çiftin, daha çok da kadının travmasına tanıklık ediyoruz filmde. Adam psikolog olduğu için kadının ilk tedavisinden sonrasını kendi idare edebileceğini düşünüyor ve onu eve çıkarıyor. Hatta bakir doğayla baş başa kalacakları Cennet (Eden) adını verdikleri kır evlerine giderek kadının depresyonuyla daha iyi yüzleşeceğini düşünüyor. Bu arada film dört bölümden oluşuyor: keder, acı, umutsuzluk ve üç dilenci. Gerçekten de çocuk ölmeden önce neler olduğu, kadının tam olarak nasıl bir etki altında olduğu falan o üç dilenci bölümünde ortaya çıkıyor. Yani Eden'da bir çözülme yaşanıyor. Ama sizin için pek kolay olmayacak o çözülme anı söyleyeyim, sancılı ve psikopat bir sürece hazır olun! Son olarak kişisel not: izlemeye değer bir film, ama en bayıldıklarımdan değil.
Yine Lars von Trier'in 2000 yapımı Karanlıkta Dans (Dancer in the Dark) filmi ise yönetmenin izlediğim filmleri arasında en favorim oldu diyebilirim. Björk, gözleri giderek bozularak kör olmaya kadar gidecek bir hastalığı olan, oğlunda da aynı hastalık olduğunu ama belli bir yaşa kadar ameliyat olursa kör olmayacağını bilen ve görüşü tamamen yok olmadan önce bunun için gereken parayı biriktirmeyi hayat hedefi yapmış kadın işçi Selma'yı oynuyor. Ve o kadar güzel oynuyor ki ağzınız açık izliyorsunuz. Fabrikadaki hayatı, müziğe olan ilgisi, gözlerinin durumuyla en çok Selma'ya odaklanıyoruz filmde. Adeta azmin ve masumiyetin simgesi oluyor karşımızda. Catherine Deneuve yerine herhangi biri olurdu gibi geldi bana. Hatta fabrikadaki yaşça büyük birine "Selma'ya destek olan bir abla gibi yapsana,"diyerek figüran ücretiyle de kurtarabilirlerdi bence.:P
Daha'ya gelince... Daha önce bahsetmişimdir, Hakan Günday kafası beni çok etkiliyor. Yani yazım tarzını, kalemini de çok seviyorum ama asıl o kafanın düşünüş biçimine, sert gerçekliğine hayranım. Bu romanda da o etkinin katlanarak arttığını hissettim. Daha bir kasabada insan kaçakçılığı organize eden kirli bir adam ve çırak olarak yanında yetiştirdiği oğlu Gazâ üzerine kurulmuş gibi başlasa da aslında ciddi ciddi sistem, düzen ve insanlık eleştirisi yapan felsefi bir kitap. En favorilerimden oldu hatta.
Hakan Günday romanlarıyla ilgili en sevmediğim şey ise altını çizdiğim satırlar değil, sayfalar olması! Neyse, ona da çözüm buldum: başını ve sonunu işaretleyip en arkadaki boş sayfaya da sayfa numaralarını yazıyorum artık. O sayfaları sizinle paylaşamam elbet, ama aralardan çekip çıkardığım birkaç satır aşağıda:
Hakan Günday romanlarıyla ilgili en sevmediğim şey ise altını çizdiğim satırlar değil, sayfalar olması! Neyse, ona da çözüm buldum: başını ve sonunu işaretleyip en arkadaki boş sayfaya da sayfa numaralarını yazıyorum artık. O sayfaları sizinle paylaşamam elbet, ama aralardan çekip çıkardığım birkaç satır aşağıda:
"... Dünyanın en çaresiz çocuklarına en büyük hayalleri kurduran, umut denilen o doğal felaketten nefret ediyordum!"
"...Türkiye, doğusundaki aynaya bakınca şişman olduğunu, batısındaki aynaya bakınca da kemiklerinin sayıldığını düşünen, üstüne giydiği hiçbir şeyi kendine yakıştıramayan, bulimik ve depresif bir genç kızdı. Yirmi yıl boyunca boğulacakmış gibi yiyip sonra pişman oluyor, bir yirmi yıl da boğazını kanatana kadar kusup sonra yeniden yemeye başlıyordu."
"...Gerçekten de bir demokrasideydik artık! Lider yalan söyleyerek yönettiğini sanıyor, halk uyduğu bütün kanunların kendi iyiliği için konduğuna inanıyor, ülkedeki tek yayın organı olan radyonun spikeri de her şeyi görüyor, ancak deli taklidi yapıyordu!" (Gazâ'nın kaçaklarla dolu depoda kurduğu sistemden çıkarımlar, yanlış anlamayın!)
"...Kahramanlar cesur ve aptal insanlardı. Halksa korkak ve kurnazdı. Anlaşmaları mümkün değildi... (bundan sonra Rastin adında bir kaçaktan bahsediyor) O, gerçek bir liderdi. Gerektiği kadar kahraman, gerektiği kadar halktan. Bu da onu cesur ve kurnaz yapıyordu - ki en tehlikeli insan türü oydu...."
Hakan Günday'ın diğer kitaplarını okuduysanız zaten çıkan tüm kitaplarını gidip alırsınız. Okumadıysanız da bir an önce tanışın onunla. Hayranı olacaksınız.
Size iyi hafta sonları. Ben Ankara'dan misafirlerimle gezip tozmalardayım bugünlerde. :)
Size iyi hafta sonları. Ben Ankara'dan misafirlerimle gezip tozmalardayım bugünlerde. :)
3 yorum:
"Daha", her gördüğümde elime alıyorum, sonra vazgeçiyorum. Henüz buluşma vaktimiz gelmemiş sanırım diyordum. Bu yazının üstüne artık almam gerek :)
"Daha", her gördüğümde elime alıyorum, sonra vazgeçiyorum. Henüz buluşma vaktimiz gelmemiş sanırım diyordum. Bu yazının üstüne artık almam gerek :)
Füsuncum,
İstersen yazı atlatıp öyle de alabilirsin.. Yani isteğine mani olmayayım ama uyarımı da yapayım..;)
Sevgiler..
Yorum Gönder