Kısa Kısa Mersin ve Düğümlere Üfleyen Kadınlar

16-24 Haziran arasını Mersin'de genellikle annemle baş başa, slow city & wellness konseptli bir tatil havasında geçirdim. Slow city zaten yazlık yerlerin genel yaşam temposu sayılabilir, ama wellness biraz zorunluluktan çıktı! Fazla gezdiğim, yediğim içtiğim bir dönemden sonra ilk kez bikiniyle plaja inme imtihanı feci sancılı geçince orada geçirdiğim süreyi bol spor, az yemek ve sıfır içki ile tamamlamaya karar verdim. Ve başardım! Şu an gittiğim ana göre daha iyi hissediyorum kendimi (belki de tenim koyulaştığı için daha ince gösteriyordur beni, bilemiyorum :P )

Balkonda ve plajda manzaram genellikle şöyleydi: 


"Hava ne güzel, hiç yakmıyor, oh" falan diye güneşin altında yattığım için hayatımda çocukluğumdan sonra ilk kez ıstakoz gibi kızardım! Sonra gölgeye kaçsam da nafile oldu, sezon açılışında kapkara oldum. Annemin daha fazla yanmamam için uyarısı etkili oldu: "Biraz daha güneşte kalırsan kömürlük penceresine dönersin valla!" Ama o da feci yandı. Bu kez hiç ayarımızı bilemedik doğrusu. Hava ve deniz ayarsız olunca bizim de şirazemiz kaydı birazcık. Bu arada o kadar yandık ama denize çok az girebildik, çünkü çoğu zaman dalgalıydı. Her yerde hava kötü olunca orada da deniz etkilendi haliyle. 

Bir gün annemin çok sevdiğim arkadaşlarıyla Narlıkuyu'da Kerimin Yeri'nde balık yemeye gittik. Yıllardır Narlıkuyu'ya gitmediğim için en çok da ben istemiştim gitmeyi. Ama değişen bir şey yoktu. Balık sahil şeridinde pek çok yerde zaten aynı balık, ama hizmet ve ilgi, güleryüz falan buralarda hak getire. En güzel yanı o şirin koyda, güzel manzaraya karşı yemek yemek. Minik bir balıkçı kasabasına gitmişsiniz hissi uyandıran o manzara olmasa balık yemek için buraya gelir miydik bilmem. Bu arada üstüne lokmacılardan lokma yemek de Narlıkuyu'nun olmazsa olmazlarından. Ama bir tane bile yemedim, şahitlerim var. ;)


Sonra hafta sonu bir kez de bizimkilerin Tömük'te keşfettikleri müthiş kasabın pirzolasından yemeye gittik. Yolunuz düşerse Eyüboğlu Kasabı'nın leziz pirzolalarından yemeye mutlaka gidin. Ortam çok salaş ama tertemiz. Etler nefis, fiyatlar çok uygun. Galiba bir aile işletiyor ve her biri birbirinden ilgili ve güleryüzlü. Dönüşte evinize de et alabilirsiniz. Ama biz orada mamamızı yedikten sonra (elbette o harika sıcacık pidelerine dokunmadan) daha önce görme fırsatı bulamadığım Mersin Marina'ya doğru yola çıkıyoruz. Mağazaları, kafeleri, barları ve restoranlarıyla burayı çok sevdiğimi söylemeliyim. Mersinliler yazın Adanalılar'a göre çoook şanslılarmış, onu fark ettim. Adana'da yazın başını dışarı uzatamazsın, akşam olsa bile. Ama şehir deniz kıyısında olunca yaz akşamlarında keyifle takılabileceğin bu tür mekanlar da olabiliyor tabi. Babamın objektifinden Marina hatırası aşağıda:


Bu iki gezme molası dışında hayat deniz kenarında yayılma, akşam sporu, gece maçları (ve arada Hüseyin Avni Danyal'ın kendisini ne hale getirdiğini görerek şok geçirdiğim o TRT yarışması), sebze yemekleri, köy yumurtalı ve yerli domatesli kahvaltılar, anne elinden Türk kahveleriyle geçip gidiverdi işte. Sahildeki dostlarımdan biri annem diğeri de Ece Temelkuran'ın Düğümlere Üfleyen Kadınlar adlı kitabı oldu. Ortadoğu'da geçen bir kadın masalı tadındaki bu romanı biraz uzun bulsam da sevdim. 


Madam Lilla ve peşinden yollara düşen Amira, Maryam ve Ece'nin (yazarın) hikayesi sizi Ortadoğu'nun farklı ülkelerinin ve kadınlarının -her birinin benzer yanları olsa da- bambaşka yaşam hikayelerine götürecek. Kitapta kadınlar baş rolde olmasına rağmen onlar üzerinden anlatılan Ortadoğu'nun erkek egemen kültürünü de çarpıcı bir şekilde göreceksiniz. Hatta mesela sayfa 129-130'da anlatılan Ortadoğulu erkek tiplemesinden bir sürüsünü etrafınıza baktığınızda bile görebilirsiniz. Madam Lilla'nın aşkının gücüne ya da onun gibi güçlü bir kadını aşkın ne hale getirebileceğine hem şaşıracak hem hayran olacaksınız. İnsan ne de olsa evlilik tanımı şöyle olan bir kadının kolay kolay dağılmayacağını düşünür değil mi? :)
"Evlilik, porselen takımların desenlerini adamın yüzünden daha çok gördüğün bir münasebettir. Benim ise, çok şükür ki, her zaman porselen takımlarından daha heyecanlı şeyler oldu hayatımda. Çin porselenlerinden daha desenli adamlar! Ha ha ha!" 
Bu kitap bir kadın kitabı. Tutku ve sürekli mücadelenin kitabı. Bir Ortadoğu masalı - daha doğrusu masalsı bir anlatımla sunulmuş bir Ortadoğu gerçeği. Aklınıza yer edecek karakterlerle dolu keyifli bir roman. Kimi zaman koptuğum ve uzun bulduğum yerleri olsa da genel olarak sevdiğim bir roman. Tavsiye ederim.

Hepinize iyi haftalar...

Hiç yorum yok: