Safranbolu - Yörük Köyü

30 Kasım Pazar günü sabah kahvaltısından sonra Safranbolu'dan Amasra'ya doğru yola çıkıyoruz. Ama öncesinde yaklaşık 15 dakikada ulaşacağımız Yörük Köyü'nü gezeceğiz. Burası adeta Safranbolu'nun köy versiyonu. Evler aynı tarzda yapılmış, taş sokakların her biri ayrı fotojenik, mimarideki ve köy düzenindeki saygılı yaklaşım yine dikkate değer.  Bir Bektaşi köyü olmasının da köylülerin hepsinin güler yüzlü, güzel konuşan ve güzel bakan insanlar olmasında etkisi olabilir. 

Köy sokaklarında yürürken bazı evlerin çatılarından geyik boynuzu sarktığını göreceksiniz. Bu boynuz o evde bir avcının yaşadığını gösteriyor, aynı zamanda evi nazara karşı koruyormuş. Evlerin bir çoğunda kuşların evlerinin de düşünülmüş olduğunu görebilirsiniz (bkz. sağ fotoğraftaki Arapça yazılı -galiba Allah yazılıydı- taşın üstündeki delik). 


Leyla Gencer ve Cemil İpekçi'nin buralı olmasından dolayı hem sokak isimleri olarak adlarına rastlayabilir, hem de köyün ana meydanı olan Çökön Meydanı'nda Leyla Gencer'in büstünü görebilirsiniz. Çökön ismi de Yörük gruplarının buraya geldiklerinde ilk yerleştikleri, çadırlarını kurup, yaşamaya başladıkları yer olmasından (yani bir nevi buraya çökmelerinden ;) ) kaynaklanıyormuş. Bir köy pazarına denk gelmemiş olsak da köy evlerinin önündeki tezgahlarda satılan köy ürünlerine bayıldık.  Keşke yağmursuz bir günde gezebilseydik, çok daha güzel olurdu tabi. 


Şimdi köyün iki önemli durağına gidiyoruz, ama öncesinde kapılardaki ipler dikkatimizi çekiyor. Bunların anlamları varmış. Örneğin aşağıda alt sıranın ortasındaki gibi ip serbest şekilde aşağı sarkıyorsa "Evdeyiz efendim, buyurun bekleriz," anlamına gelirmiş. Yok altta solda olduğu gibi bağlanmamış ama iki kapı tokmağı arasından gevşekçe de olsa geçirilmişse "evde değilim, ama hemen döneceğim" ya da "yakınlardayım, hani komşuda falan olabilirim" demek oluyormuş. Ancak tamamen kilitliyse o zaman "uzaklara gittim, bir süre yokum" demekmiş. 


Şimdi görülmesi gereken ilk önemli durak olan Çamaşırhane'deyiz. 19.yy'da yapılmış olan bu yapıda ortadaki yuvarlak taşın etrafında köy kadınları toplanıp hep beraber sohbetler, dedikodular eşliğinde çamaşırlarını yıkarlarmış. Eğimli yapı ve aralardaki oluklar sayesinde kimsenin suyu birbirine karışmaz, herkesin kirli suyu da ortadaki delikten akar gidermiş. Oluklar arasındaki dilimlerin bazılarının dar bazılarının geniş olduğu dikkatinizi çekebilir. Dar olanlar zayıf, geniş olanlar ise kilolu hanımlar içinmiş, kıh kıh. ;) Dışarıdan bakıldığında içerinin görülmediği, ama pek çok yerden içeri hava giren bu yapının duvarlarındaki sekiler, çeşmeler ve kazanların kaynadığı bölümlerde işleri biten kadınlar çocuklarını yıkarlarmış. Hatta bazen kendilerinin de yıkandıkları olurmuş. Yani bir nevi hamam muhabbeti de oluyormuş iş bitiminde. Kadınların olduğu yerde eğlence eksik olmaz ayol.;)  


Gelelim köyün diğer önemli gezi durağı olan Sipahioğlu Konağı'na. Burası şu an biz bölümünde sekizinci kuşağın yaşadığı, geleneksel konak yaşamını görebileceğiniz en güzel örneklerden biri. Aileden biri evi size gezdirirken tavan ve duvar süslemelerinin anlamlarından da mutlaka bahsedecektir. Birçok yerde Arap harfleriyle Allah  yazılı olduğunu göreceksiniz. Bektaşi kültüründe var olan 12 imam ya da 3ler, 5ler, 7 ler, 40ları simgeleyen figürleri ancak bu kültürü bilen ve özümsemiş biri anlattığında anlayabilirsiniz zaten. Yoksa bakınca sadece beş tane karanfilin olduğu bir vazo ya da yedi gül resmi görürsünüz muhtemelen. İçerideki her bir detay çok orijinal, anlamlı ve güzel korunmuş.


Ana misafir odasının tavanı harika değil mi? Çevresindeki meyvelerin her birinin ayrı bir anlamı varmış. Sadece süs için değil örneğin biri bolluk-bereket, biri doğurganlık, biri başka bir şey anlamına geldiği için orada duruyorlarmış. Ortadaki gümüş ayna top ise odadaki herkesi içine alan bir güzellik. Hemen yanındaki kitaplıkta duran kitapların hepsi birkaç yüzyıllık, orijinal el yazması kitaplar.   


Yüzyıllardır bozulmadan güzelliğini ve özelliğini koruyan bu şirin köye de en az Safranbolu'nun kendisi kadar bayıldım desem yalan olmaz. Tarihi binaları ya da kazılarda çıkan eserleri yakıp yıkan ama eski dili zorla öğretip mezar taşı okutarak "ecdadına" saygı gösterdiğini zanneden zihniyetin, kültürün bir bütün olarak nasıl korunması gerektiği konusunda bu mini minnacık köyden kocaman bir ders alması gerek bana göre. Ya da boş verin, orada bir köy var uzakta bile demesinler, hiç bilmesinler, hiç bozmasınlar huzurunu bu güzel insanların, bu saygılı, paylaşımlı köy yaşamının.   

Sırada Amasra var. Yola devam!

Not: Gezinin tamamıyla ilgili tüm fotoğraflar ve fotoğrafları kolajlar içinde değil, tek tek görebilmek için buraya bakabilirsiniz.

2 yorum:

Özge'nin Oltası dedi ki...

Ne güzel anlatmışsın, biz turla gitmediğimiz için kapı tokmakları gibi detay bilgilerden mahrum kalmışız :( Ama sanırım siz de Yörük Sofrası'nda gözleme yememişsiniz. Bak o gerçekten büyük kayıp olmuş :) Benim Yörük Köyü deyince aklıma o nefis gözleme ve ev yapımı baklava geliyor hala. Sevgiler...

Imge dedi ki...

Özgecim Yörük Köyü'nde kesinlikle daha çok zaman geçirilebilirmiş. Hava da kötü olduğu için biz sadece görülmesi gereken yerleri görüp, köy sokaklarında bir tur atıp otobüse kaçabildik. Bir daha mı gitsek ne? ;)