Bir süredir eskisi kadar yoğun bir şekilde sinema, tiyatro, sergi üçgenine zaman ayıramıyorum ve bundan dolayı biraz mutsuzum. Geçici bir koşturmaca dönemi diyerek en kısa zamanda eski tempoma dönebilmeyi umuyorum bu açıdan.
Yine de hep övgüyle bahsedildiğini duyduğum Mucize filmine gitmek için bir fırsat bulabildik İso'cumla. İyi ki de gitmişiz. En sonda söylemem gereken şeyi başta söyleyeyim: ben çok sevdim filmi. Zaten "Ayy Mahsun Kırmızıgül mü? Asla gitmem!" falan gibi bir durumum yok, çünkü adamın bütün filmlerini izledim ve hepsini de az çok izlenebilir buldum. Duygu sömürüsü açısından Beyaz Melek'e abartı açısından da New York'ta Beş Minare'ye jüri özel ödülümü veririm, ama bence filmlerinde kesinlikle anlaşılan ve seyirciye geçen bir şey var Mahsun Kırmızıgül'ün: sinemaya olan tutkusu, işini iyi yapmak için elinden geldiğince özenmesi ve samimiyeti. Bana şu ana kadar yetti bunlar. Bir tek Beyaz Melek'i izlemesem de olurdu diyorum aralarında, ama onu da izlediğime pişman değilim çünkü gelişimi görebilme fırsatım da oluyor her filmini bilince. Bu girizgahtan sonra -evet, buraya kadarı girizgahtı- diyebilirim ki Mucize benim için favorim olan Güneşi Gördüm ile birlikte ilk sıraya yerleşti. Birçok anlamda daha da iyi olabilir, ama öbürünün ilk "Mahsun mucizesi" olmak gibi bir özelliği var tabi. ;)
Oyunculuklar anlamında "köyün delisi" ama aslında serebral palsi hastası Aziz'i canlandıran Mert Turak dışında göze çarpan müthiş bir performans olduğunu söyleyemem. O müthişti ama, gerçekten şapka çıkartılası bir oyunculuk sergilemiş, helal olsun! Ama konu edilen gerçek yaşam hikayesi başlı başına yeterli zaten. Doğu'nun bir köyündeki geleneksel yaşamın ve o yaşama hiç de aşina olmayan Egeli ve idealist bir öğretmenin oraya kattıklarının hikayesi anlatılıyor filmde. Bence insanlığın ve sevginin hikayesi bu. İmkansızlık, soğuk, hastalık, ön yargılar vız gelir diyor eğer insan insanı severse.
Göze batmayan hafiften abartılı sahneler var (Falım reklamlarını andıran ;) ) ve yine göze batmayan mesaj kaygılı diyaloglar da var. Ve pek de doğal olmayan oyunculuklar var - ki Talat Bulut gibi baş rol oyuncusu da buna dahil. Ama ben yine de o hikayeyi -o gerçek hikayeyi film yapmaya karar veren kafayı- ve o kültürü bilen bir gözün sıcak anlatımını sevdim. Doğu'daki yaşamı, aşina olduğu kültürü anlattığı filmlerini de daha doğal ve güzel bulduğumu fark ettim. Bir de fotoğraf anlamında da filmdeki birçok Doğu doğası görüntüsünü de çok beğendim. Bence bu filmi izlemelisiniz. Ve hâlâ onu "lö lö Mahsun" olarak tanıyorsanız da çok yanılıyorsunuz. En azından bir şans vermelisiniz. Sonuçta iki saat kimseyi öldürmez, inanın bana, sevmezseniz eski hayatınıza dönebilirsiniz. ;)
Gelelim The Judge, yani Yargıç adlı filme. Yaklaşık 2,5 saatlik bir film olmasına rağmen Robert Downey Jr. (Hank) ve Robert Duvall (Joseph) ikilisi baş rolde olunca çok da güzel izleniyor. Hank, başarılı bir piyasa avukatı. Babası ise eskinin efsane hakimlerinden Joseph. Ayrı şehirlerde, seviyeli (!) bir ilişki sürdürürlerken annenin ölümüyle birlikte Hank kendisini bir anda baba evinde buluyor. Cenaze nedeniyle arasının pek de iyi olmadığı babası ve kardeşleriyle buluşan Hank'in cenaze sonrasında hemen eski yaşamına dönmesi de pek mümkün olmuyor. Babasının karıştığı iddia edilen ve ölümle sonuçlanan bir trafik kazasından dolayı babasının davasını savunmak durumunda kalan Hank kasabadan bir türlü ayrılamıyor. Bu arada baba-oğul arasında neden bir kopukluk olduğuna dair de bir fikir sahibi oluyoruz (bana göre baba sevgisiz bir manyak, ama bu kadar katı bir yorum yapmak olmaz diye parantez içinde konuşuyorum). Bence klişelerle dolu, sürprizsiz, çok da uzun süre aklımda kalmayacak bir film. Ama başta da dediğim gibi sırf iki baş rol oyuncusu için bile izlenebilir.
Geçmişin İzleri olarak Türkçeye çevrilmiş The Railway Man güzel bir gerçek yaşam hikayesi. Baş rollerinde Colin Firth (Eric) ve Nicole Kidman (Patti) var. Film 1980lerin İngiltere'sinde geçiyor. Orta yaşlarında evlenen Eric ve Patti'nin evlilikleri, Eric'in yıllar önce II. Dünya Savaşı'nda askerlik yaptığı sıralarda esir düştüğü ve Japon askerlerin işkenceleri altında Burma demiryolu hattında adeta canı çıkarcasına çalıştırıldığı yıllardan kalan travması nedeniyle huzursuz bir hal alıyor. En sonunda çare olarak Patti'nin sunduğu bir hesaplaşma fırsatına sarılan Eric, kendisine yapılan işkencelerin asıl sorumlusunun hâlâ hayatta olduğunu öğrenerek ondan intikam almaya gidiyor. Sizce aradan o kadar zaman geçtikten sonra içindeki intikam ateşi aynı canlılıkla yanmakta mıdır? Yoksa kişinin hayatını kocaman bir işkenceye çeviren o insanlık dışı işkencelerin failini affetmek mümkün müdür? Nefret sonsuza kadar sürer mi ya da sürmeli mi? Savaşın insanı nasıl insanlığından çıkardığını gösteren, etkileyici işkence sahnelerine de sahip bu filmi izlemenizi öneririm. Ben sevdim.
İyi seyirler.
3 yorum:
Not alındıııı, teşekkürler. PK yi izledim bende dün, pek beğenemedim :)
mucizeyi o kdr izlemek istedim ama izleyemedim hala tek gitmek istemiyorum filme :/
robert downey'i de izlemeyi çok severim içimi açar. 2.5 saat olması anca hoşuma gider yani :D
Füsun T.,
PK da ilgili listeye not alındı o zaman. ;) Sevgiler.
Syhn,
Mucize daha da kalır gibi sinemalarda ama yine de artık önümüzdeki bir-iki hafta içinde bir zaman bulmanı öneririm, çünkü sonrasında her salonda bulamayabilirsin belki. Robert Downey ile ilgili de aynı düşüncelere sahip olabiliriz. ;)
Sevgiler.
Yorum Gönder