Öncelikle Netflix çok yaşasın, yazın büyük bölümünü kurtardı. Daha önce şu yazımda da bahsettiğim üzere bir sürü dizi bitirdim sayesinde. Ha o hödük Hank'i yedi sezon nasıl izlemeyi becerdim Californication'da onu hala bilmiyorum, ama o bile eğlenceli geldi valla. yazlık Internet paketim bitmeden bir de Human Planet patlattım ki o da canıma değdi, kesin tavsiye ederim. 8 bölümlük bu belgesel dizide insanın doğadaki her ortama nasıl adapte olduğu anlatılıyor. Nehirler, dağlar, okyanuslar, çöller, buzullar, vs gibi bölümleri olan dizi gerçekten çok etkileyici insan hikayeleriyle dolu.
Internet paketim bitince de buradaki arkadaşlarımdan biri DVD desteği sağladı bana sağ olsun. Öyle ki, aldığım DVD'lerin içinde Cirque du Soleil'in Varekai'si bile vardı. İstanbul'a geldiğinde kaçırdım diye üzüldüğüm gösteriyi Kaş'ta izledim. ;) Tabi ki aynı tadı vermesi mümkün değil ama yine de pek mutlu oldum şahsen.
Varekai sözcüğü evrensel gezginler olan çingenelerin Roman dilinde "Her neresi - Wherever" anlamına geliyormuş. Dominic Champagne tarafından yazılan ve yönetilen bu prodüksiyon göçmen ruhuna, sirk geleneği sanatına ve ruhuna ve Varekai'ye giden yolda sonsuz bir tutkuyla arayışlarını sürdürenlere bir saygı gösterisi. Sihirli bir ormana, fantastik yaratıklarla dolu bir dünyaya gökten zembille (;)) inen genç bir adam ile başlıyor gösteri. Ve elbette Varekai dünyası. Bir Ka değil elbet ve çocukların daha çok sevebileceği denli renkli, hayal gücünü kışkırtan ve fantastik öğelerle dolu ama yine de Cirque du Soleil kusursuzluğunda. Fırsatınız olursa izleyin derim.
No Reservations, Aşk Tarifi olarak Türkçeleştirilmiş 2007 yapımı bir film. "Ay ben sevmem öyle romantik, çıtır çerez filmleri" diyerek burun kıvırdığım "ama yine de bulunsun" diye aldığım bu filmi de çok sevdim. Evet, klişelerle dolu, romantik bir Amerikan çıtır çerezi, ama tatlı tatlı izleniyor işte yahu. Zaten dört aydır ruhum çıtır çerez olmuş burada, hazır muhallebi kıvabında yaşamayı öğrenmişim, neyin derdin deyim hala değil mi? ;)
Disiplinli, mükemmeliyetçi, katı kuralları olan ve yalnız yaşayan baş aşçı Kate (Catherine Zeta Jones), hayatın o kadar da katı kurallar çerçevesinde yaşanamayacağını hem zor hem de tatlı bir şekilde öğreniyor. Önce yeğeni Zoe ile birlikte yaşamak zorunda kalarak sınırlarını esnetiyor, sonra da mutfağında başka bir aşçı -hem de yakışıklı, kural tanımaz bir İtalyan aşçı!- ile çalışmak zorunda kalarak tüm düzeninin altüst olduğunu hissediyor. Ama aslında hayatını altüst ettiğini düşündüğü bu iki gelişme ona müthiş bir mutluluk getiriyor. Çocuk bakmayı bilemem ama yakışıklı bir İtalyan aşçıyla (Aaron Eckhart'ın canlandırdığı Nick) birlikte çalışmanın nesi kötü olabilir yahu? Tadını çıkar işte, ilahi Kate! ;)
Bombon Köpek ise 2004 yapımı bir Arjantin filmi. Başlarken ödüm koptu köpek dövüşleri, vahşet dolu bir hikaye izleyeceğim diye. Daha fazla insanın doğaya eziyeti konulu herhangi bir çalışmayı kaldırabileceğimden emin değilim. Doğanın insandan intikamı temasına açığım ama! Neyse. Hikaye zar zor geçinen, çalıştığı benzin istasyonu satılınca 52 yaşında işsiz kalmış Juan'ın etrafında dönüyor. Juan oyalanmak için ahşap oyarak bıçak sapları da yapan bir adam. İnce ruhlu, temiz, iyi bir insan ama kızının yanında yük gibi hissettiği bir yaşam sürmek zorunda. Bir gün yaptığı bir iyiliğin karşılığında kendisine bir köpek hediye ediyorlar. Aslında köpek dövüşünde kullanılabilen, vahşi yetiştirilebilen bir tür olmasına karşın son derece uysal yetiştirilmiş olan Bombon, bir köpek eğitmeninin dikkatini çekiyor. Yarışmalara katılarak para kazanmaları için Juan'ı ikna eden eğitmen sayesinde önlerinde bir umut ışığı doğuyor. Ama Juan ve Bombon para için her şeyi yapabilecek, kendilerinden ödün verecek bir ikili değil. Bir yere kadar tamam ama asıl olan sevgiyi paylaşmak değil mi? "Gerekirse limon satar geçiniriz yol arkadaşım" tadında naif, güzel bir hikaye bu. Çok sevdim.
Vizyon filmlerine ve FilmEkimi'ne gelmeme biraz daha zaman var. Ama bunlar da burada bana iyi gelenlerdendi diye paylaşmak istedim. İyi seyirler!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder