İki hafta önce izlediğim Hollanda yapımı Publieke Werken, yani Public Works (yani bir nevi Bayındırlık İşleri ;) ) adlı filme bayıldım diyebilirim. Bize gelir mi gider mi, ben nereden görüp de not etmişim bu filmi hatırlamıyorum (Dutch filmleri festivali diye bir şey olmuş muydu yakın zamanlarda? Belki oradan seçip beğenip almışımdır bak). Konusu gerçek bir hikayeden alınmış bu film benim için Amsterdam'a bir daha gitme nedeni bile olabilir.
1888 yılında Amsterdam'daki Central Station'ın karşı köşesine lüks Victoria Hotel'in yapılmasına karar verilir. İnşaat firması oradaki mülk sahiplerinin çoğuyla anlaşır, ancak verdikleri fiyatı kabul etmeyen inatçı keman yapımcısı Vedder ve kendisiyle birlikte hareket etmesi için ikna ettiği yanındaki yaşlı eczacı projeye taş koyarlar. Tüm ikna çabaları boşa gider ve inşaat firması bir süre sonra oteli bu iki dükkanı yıkmadan yapacakları bir projede karar kılarlar. Fiyat yükseltip daha çok kazanmayı bekleyen Vedder ve eczacı çok daha zor bir duruma düşerek hem inşaatın yapım aşamasındaki tüm eziyeti çekerler hem de para olarak avuçlarını yalamak durumunda kalırlar. Victoria Hotel yan cephesinde bu iki dükkan ile birlikte açılır. Bana da merak edip, gidip görme isteği kalır. ;) Konusu ve dönem kostümleri ve dekoruyla değişik bir film, izleyin.
İkinci olarak Woody Allen'ın Cafe Society'sini izledik. Biz çok severiz Woody Allen'ı, o yüzden de olumsuz bir yorum duymamışsınızdır bu blogda filmleri hakkında. Ve bu filmini de çok sevdiğimizi söyleyeyim. 1930'lu yılların Amerika'sına gidiyoruz bu kez. Hem doğusuna hem batısına. Hem orta halli yaşamlara hem Hollywood ışıltısına. Aşkın da hem coşkulu hem de iç acısı yanına.
New York'ta yaşayan Yahudi bir ailenin küçük oğlu Bobby, Hollywood'da menajerlik yapan dayısı Phil'in yanına iş bulmaya gönderilir. Orada dayısının sekreteri Vonnie'ye aşık olur. Ama Vonnie'nin gizemli -daha sonra ortaya çıktığında da Bobby'nin midesine yumruk gibi oturabilecek cinsten- bir sevgilisi vardır. Hollywood'un sahte, sığ parıltısından sıkılan ve Vonnie'den de yüz bulamayan Bobby, New York'a dönerek mafyavari ağabeyi Ben ile birlikte bir gece kulübü açıp işletmeye başlar. Bu arada yine Veronica isminde bir kadınla evlenir ve baba olur. Ama aklı hâlâ karışıktır.
Hani konuyu böyle anlatınca "eee?" hissi uyanıyor ya... uyanmasın işte. Woody Allen'ın yazdığı metin o hissi yok edip, tüm boşlukları dolduruyor. Sadece Bobby'nin ailesindeki tipler bile sosyoloji dersi gibi! ;) Dönem kostüm ve dekorları bu filmde de nefis. Oyunculuklar güzel. Daha ne olsun. Mutlaka izleyin.
Peki ne okuyorum?
Alain de Botton'ın Seyahat Sanatı kitabında ilginç kişiliğinden etkilenerek bir kitabını daha okuyayım dediğim Gustave Flaubert'in Cehennem Rüyası var elimde. Ayol merak etmez olaydım da Madame Bovary ile kalaydım iyiymiş! ;)
Yok öyle dediğime bakmayın tabi, ben inatla okumaya devam ediyorum. Yazarın gençlik dönemi yazılarından ve öykülerinden bir seçki olan kitap aslında güzel. Ama acı, ıstırap, aile dramları ve yokluk öyküleri ağırlıklı. Ruhen buna pek uygun bir dönemde değilim galiba. E bu öykülerini yazan yazar da gerçekçilik akımı öncülerinden olunca okur olarak işimiz biraz daha zorlaşıyor. Bir de Fransızca çeviriye çok uygun bir dil değil mi acaba diye düşünüyorum bazen. Sanki Fransız yazarların o edebi zenginliği Türkçeye aktarılırken kayboluyormuş gibi geliyor bana. Ya da acaba edebi zenginlik falan hikaye mi? Biz seksi bir dil diye ağzımız açık dinlerken, bunlar nasılsa her türlü bize hayran diyerek birbirinden kopuk, basit cümlelerle dolu hikayeler mi yazıyorlar acaba? ;) Ya da yaklaşık iki yüz yıl öncesinin hikayelerini okuyup da günümüz dünyası ile karşılaştırınca mı etkilenemedim ki? Neyse. Her türlü okumaya devam ediyorum. En sevdiklerim arasına girmeyecek olsa da son derece renkli ve değişik bir kişiliğin değerli kaleminden çıkan öyküler bunlar. İlla ki iyi geliyordur bana da. Size illa ki okuyun demiyorum ama. ;)
2 yorum:
Filmleri hemen listeme ekledim, ama Madam Bovery ile kalsam şimdilik daha iyi sanırım:)) teşekkürler tavsiyelerinize, sevgiler:)
Eren O,
Kıh kıh, Gustave'a biraz ayıp ettim galiba ama n'apalım artık. ;)
Yorum Gönder