Geçen hafta çarşamba günü Dilara ile birlikte Zorlu'da izledik adı Aşıklar Şehri olarak çevrilen La La Land'i. İyi ki de mırın kırın etmeden gitmişim dedim içimden. (Sinema planlarına üşendiğim olur benim nedense. İso da çok kızar bana bu yüzden. Şimdi de o yokken gittiğim için kızmış olabilir biraz, kıh kıh..;) ) Peri masalı tadında bir müzikal diyebilirim filmi anlatmak için. Müzikler zaten nefis. Whiplash'in genç yönetmeni Damien Chazelle'in caz aşkı filmin her saniyesinden adeta taşarak seyirciye ulaşıyor. Sebastian ve Mia'yı canlandıran Ryan Gosling ve Emma Stone çok yakışmışlar bu romantik hikayeye. Tutkuyla hayallerini gerçekleştirmek için uğraş veren iki genç sevgilinin aşkı da aynı tutkuyla sürebilecek mi diye görmek isterseniz izleyin bu filmi. Hem Oscar'ın gelişi Golden Globe'dan bellidir derler. Golden Globe'da kazandığı birçok ödülden sonra Oscar ödüllerinde de filmin aday olmadığı dal yok gibi neredeyse! Kesin bir sürü kategoride ödülleri silip süpürecek bu sene. Bu ruhsuz, donuk, sert çağda naifliği ve romantizmi ile içimizi ısıttı ya, daha ne olsun. Hak edecek de bence aldığı ödülleri kerata. ;) İzleyin mutlaka.
İçiniz yeterince açıldıysa, hazırlanın, hemen bir doz kasvet yükleyeceğim şimdi yazıya. ;) Dün taze biten George Orwell romanı Paris ve Londra'da Beş Parasız sayesinde bu iki güzel şehrin de tüm berduş adreslerini gezip gelmiş gibiyim. Adından da belli olduğu üzere çok iç açıcı bir roman değil. Bana kalırsa bir roman bile değil. Açlık sınırında ve sokaklarda yaşama mücadelesi güncesi gibi bir şey. Yazarın bizzat yaşadığı sefalet günlerinden anılarını anlattığı bu kitapta korkunç otel ve restoran mutfakları, izbe pansiyonlar, tahtakurularıyla dolu yataklar ya da yatak bile olmadan yere karton serilerek yatılan barınaklar, bir çay ve iki bisküvi için girilen kuyruklar, rehineciler, açlık, hastalıklar, banyosuz geçen günler, aç karna kilometrelerce yürünen yollar var. Yazar modern dünyanın yok saydığı bu dünyanın aslında köleliğin başka bir biçimi olduğuna inanıyor. Günümüz dünyasında köleliğin sadece şekil değiştirdiğini düşünenlerden.
Kitaptaki en favori berduşum ise Bozo oldu. Soğukta sokaklarda karikatür çizerek üç beş şilin kazanma mücadelesi verirken bile "yıldız gösterisi bedava; gözlerini kullanmak için paraya gerek yok" ve "bir şeylerle ilgilenmek lazım..insan sokağa düştü diye çayla iki dilimden başka bir şey düşünmeyecek değil ya" diyerek astronomiyle ilgilenen bu kindarlaşmış ateisti çok sevdim. Zihnini sağlam ve zinde tutarak yoksulluğa yenik düşmeme felsefesine bayıldım. Bozo "perişan olabilirdi, üşüyebilirdi hatta aç bile kalabilirdi ama okuyabildiği, düşünebildiği ve meteorları gözlemleyebildiği sürece, kendi beyninin içinde özgürdü." Özellikle o şartlarda hiç de kolay değil, ama müthiş ilham verici ve hayranlık uyandıran bir düşünce yapısı bence.
Bozo'ya hayran olup da sıcacık evinde "pöff kar geliyormuş!" diye sızlanıp durmak da modern insanın kendini bilmezliği ve şımarıklığı oluyor tabi. Ama beni yılın bu üç ayı mazur görün lütfen. Kar-kış hiç bana göre değil. Mümkün olsa kış uykusuna yatarım, o derece hani. Neyse ki yılın her günü şifa niyetine kitaplar var sığınacağımız.
2 yorum:
Ah evet Bozo:( Alıntı yaptığın cümleyi neden not almamışım ki ben? Hemen yazıyorum:)
Hahaha, not almayı unutursan da burada alınmışı var, Sezer..;) her zaman beklerim.;)
Yorum Gönder