Aslında savaşın izleri her yerde. Sokakta engelli çocuklarıyla dilenen kadınlarda, yoksullukta, yüzlerdeki kırışıklıklarda, gençlerin dimdik duruşlarında, çalışkanlıklarında, her şeye rağmen umut dolu olmalarında, barışçıl ve nefretten uzak söylemlerinde...
Ama gezi açısından bakacak olursak savaşın en net izlerini göreceğiniz iki durak da başkent Ho Chi Minh City'de yer alıyor. İlk durağımız War Remnants Museum, yani Savaştan Arta Kalanlar Müzesi. Üç kata ve açık alanda yer alan hücre ve işkence aletleri bölümüne yayılan bu müzede hem tarihi gerçekler başlığı altında toplanan bilgiler hem de birbirinden etkileyici savaş fotoğrafları var.
Otuz yılını savaşla geçiren Vietnam'ın tarihindeki en kanlı ve insanlık dışı olaylar ise savaşa ABD'nin de katıldığı 1963-73 yılları arasındaki sona yakın on yıllık dönemde gerçekleşmiş. İki tarafın da birbirlerine yaptıkları işkencelerin hikayeleri kan dondurucu. Savaşın bilançosu ise asker ve sivil toplam 3,5 milyona yakın insanın ölümü ve hâlâ uğraştıkları kimyasal gaz saldırısına bağlı kanser türleri, engelli doğumları ve çeşitli anomaliler. Müzenin en etkili bölümü bence Agent Orange odasıydı. Amerikalıların ağırlıklı olarak Mekong Deltası'nda saklanan Vietnamlıları ortaya çıkarmak için "yaprak dökücü" olarak attıkları bu kimyasal gazların doğaya ve insanlar etkisinin anlatıldığı bu odadan çıktıktan sonra kendinize gelmeniz çok zor olacak. İşte bu kimyasal gaza Agent Orange diyorlar. (Not: Aşağıdaki görüntülerden etkileneceğinizi düşünüyorsanız, pas geçebilirsiniz.)
Elbette istatistikler, veriler rakamlarla ifade edilecek ama "rakam" konuşmak hep çok acı geliyor bana böyle insanlık trajedilerinden sonra. O milyonlar "öldüler", o yüz binler "bombalandılar", o on binler "yandılar", o binler "engelli doğacaklar", o insanlar ve sevdikleri bu acıyı yaşadılar ve yaşamaya devam edecekler. Her ailede bir savaş hikayesi var o ülkede. Savaşı bir bilgisayar oyunu gibi gören o güç manyağı, ruhsuz robotlar bir an olsun yaptıklarının insanlığı mahveden etkisini düşünebilseler, yine de yaparlar mıydı acaba bu vahşeti? İnsanoğlu nasıl bozuk bir üretimdir, nasıl bir virüstür aklım almıyor!
Birbirinden etkileyici fotoğraf ve hikayesini görüp adeta dayak yemişçesine çıktıktan sonra kendimize gelmemiz biraz zaman aldı. Mutlaka görülmesi gereken bir müze burası. İnsanlığımızı ve sınırsız seçenek içinde kendimize kurduğumuz bu kısıtlayıcı güç düzenini sorgulamak ve Vietnam halkına bir kez daha saygı duymak için mutlaka görmelisiniz.
Şimdi ise öğleden sonraki durağımız olan Cu Chi Tünelleri'ne doğru yola çıkıyoruz. Ho Chi Minh City'ye yaklaşık 30-40 km mesafede, kırsal alanda yer alan adeta bir yeraltı şehri burası. Tamamen ormanın içinde yer alıyor. 1960'lı yıllarda savaşın en önemli noktalarından. İçinde yaklaşık 250 km uzunluğundaki tünel ile birbirlerine bağlı mutfak, hastane, toplanma odası, depo, cephanelik, komuta merkezi, tuzaklar ve daha pek çok amaçla kullanılan pek çok birimin bulunduğu, insan yapımı bir stratejik alan.
Ben en kısacık olanına girebildim. Küçücük insanlar olan Vietnamlıların bile çömelerek geçebildiği eni ve boyu olan minik, basık ve karanlık tüneller bunlar. Herkese önerilmiyor içeri girmek. Zaten tüm alanı da bir asker önderliğinde gezmeniz gerekiyor. Ormanın içine harala gürele dalmak falan yasak, çünkü hâlâ kalan mayınlar tehlike yaratabiliyormuş ve temizlenmesi belki yüz yılı bulacak deniyor.Tünellerin daracık merdivenli girişleri olduğu gibi yerdeki yaprakların arasına gizlenmiş, aşağıdaki gibi kamufle girişleri de var. Bu arada askerin ayağındaki terlik de Amerikalıların geri çekilirken arkalarında bıraktıkları tanklar ve diğer savaş araçlarının teker lastiklerinden yapılma. "Sizin Nike'larınız iki yıl dayanıyorsa, bunlar on yıl dayanır, ona göre" diyorlar. Almak isterseniz dükkanlarında satılıyor, haberiniz olsun.;)
Bir de elbette bubi tuzakları ve değişik tuzak düzenekleri var. Ormanın çeşitli yerlerinde basınca altında onlarca sivri uçlu demir çubuğun beklediği çukurlar, kapıyı açar açmaz yüzüne, kasıklarına, karnına batacak çivilerle dolu çubuklar gibi. Cephanelerin, depoların, gerillaların giyim kuşamlarının gösterildiği yer üstü bölümlerini de bitirdikten sonra yine ormanın içindeki rotamızı izleyerek dönüşe geçiyoruz.
Ho Chi Minh City'de iki gün boyunca TNK Travel'ın farklı tur gruplarıyla gezdik. Hem rehberlerinden hem de bize turlarda ve havaalanı transferinde verdikleri hizmetten çok memnun kaldık. Her gün başka insanlarla gezmek ne keyifliymiş yahu. Bir gün Güney Amerikalı bir çiftle Buenos Aires'e gidersek nasıl şehirde gezerken kameralarımıza, telefonlarımıza sahip çıkmamız gerektiğini öğrenirken, ertesi gün varlığını yeni öğrendiğimiz New Caledonia'dan gelen bir aileye Türkiye'nin varlığını öğretmek çok keyifliymiş. Gerçi hiç öğrenmeselerdi daha iyiydi belki de. ;P Bundan sonra Türkiye'den bir tur şirketiyle gitmemeye karar verme sebeplerimden biri de bu oldu. Bir sürü farklı insanla ya da sana özel, tek başına gezebilme olanağı.
Şimdi ellerimizi yıkayıp tapioca ikramının tadına bakma zamanı. Tapioca nişastalı bir kök bitki. Rehberimiz soyulmamış halini gösteriyor orta fotoğrafta elinde. Tatlımsı patates ile fazla tatlı olmayan muz arası bir tadı var. Nötr bir atıştırmalık, beni kesmedi açıkçası, ama illa ki denerim tabi ki, kaçırmam. ;)
Sırada Mekong Nehri gezisi var. Bu yazı pek iç açıcı değildi ne yazık ki, Mekong yazısında bu durumu telafi edeceğimden emin olabilirsiniz.
***
Şimdi ise öğleden sonraki durağımız olan Cu Chi Tünelleri'ne doğru yola çıkıyoruz. Ho Chi Minh City'ye yaklaşık 30-40 km mesafede, kırsal alanda yer alan adeta bir yeraltı şehri burası. Tamamen ormanın içinde yer alıyor. 1960'lı yıllarda savaşın en önemli noktalarından. İçinde yaklaşık 250 km uzunluğundaki tünel ile birbirlerine bağlı mutfak, hastane, toplanma odası, depo, cephanelik, komuta merkezi, tuzaklar ve daha pek çok amaçla kullanılan pek çok birimin bulunduğu, insan yapımı bir stratejik alan.
Ben en kısacık olanına girebildim. Küçücük insanlar olan Vietnamlıların bile çömelerek geçebildiği eni ve boyu olan minik, basık ve karanlık tüneller bunlar. Herkese önerilmiyor içeri girmek. Zaten tüm alanı da bir asker önderliğinde gezmeniz gerekiyor. Ormanın içine harala gürele dalmak falan yasak, çünkü hâlâ kalan mayınlar tehlike yaratabiliyormuş ve temizlenmesi belki yüz yılı bulacak deniyor.Tünellerin daracık merdivenli girişleri olduğu gibi yerdeki yaprakların arasına gizlenmiş, aşağıdaki gibi kamufle girişleri de var. Bu arada askerin ayağındaki terlik de Amerikalıların geri çekilirken arkalarında bıraktıkları tanklar ve diğer savaş araçlarının teker lastiklerinden yapılma. "Sizin Nike'larınız iki yıl dayanıyorsa, bunlar on yıl dayanır, ona göre" diyorlar. Almak isterseniz dükkanlarında satılıyor, haberiniz olsun.;)
Bir de elbette bubi tuzakları ve değişik tuzak düzenekleri var. Ormanın çeşitli yerlerinde basınca altında onlarca sivri uçlu demir çubuğun beklediği çukurlar, kapıyı açar açmaz yüzüne, kasıklarına, karnına batacak çivilerle dolu çubuklar gibi. Cephanelerin, depoların, gerillaların giyim kuşamlarının gösterildiği yer üstü bölümlerini de bitirdikten sonra yine ormanın içindeki rotamızı izleyerek dönüşe geçiyoruz.
Ho Chi Minh City'de iki gün boyunca TNK Travel'ın farklı tur gruplarıyla gezdik. Hem rehberlerinden hem de bize turlarda ve havaalanı transferinde verdikleri hizmetten çok memnun kaldık. Her gün başka insanlarla gezmek ne keyifliymiş yahu. Bir gün Güney Amerikalı bir çiftle Buenos Aires'e gidersek nasıl şehirde gezerken kameralarımıza, telefonlarımıza sahip çıkmamız gerektiğini öğrenirken, ertesi gün varlığını yeni öğrendiğimiz New Caledonia'dan gelen bir aileye Türkiye'nin varlığını öğretmek çok keyifliymiş. Gerçi hiç öğrenmeselerdi daha iyiydi belki de. ;P Bundan sonra Türkiye'den bir tur şirketiyle gitmemeye karar verme sebeplerimden biri de bu oldu. Bir sürü farklı insanla ya da sana özel, tek başına gezebilme olanağı.
Şimdi ellerimizi yıkayıp tapioca ikramının tadına bakma zamanı. Tapioca nişastalı bir kök bitki. Rehberimiz soyulmamış halini gösteriyor orta fotoğrafta elinde. Tatlımsı patates ile fazla tatlı olmayan muz arası bir tadı var. Nötr bir atıştırmalık, beni kesmedi açıkçası, ama illa ki denerim tabi ki, kaçırmam. ;)
Sırada Mekong Nehri gezisi var. Bu yazı pek iç açıcı değildi ne yazık ki, Mekong yazısında bu durumu telafi edeceğimden emin olabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder