Zelda Fitzgerald'ın basılan tek kitabı olan Son Valsi Bana Sakla'yı bitirdim geçtiğimiz günlerde. Edebiyat alanında kocasının gölgesinde kalmasının bir nedeni varmış kadıncağızın, kıh kıh. ;) Ama yine de kendi hayatıyla paralellik gösteren bu hikayede F. Scott Fitzgerald ile çalkantılı evlilikleri, dans tutkusu, yaşadığı yasak aşk konusunda fikir sahibi olabilmek ilgi çekiciydi. 1920'li yılların en gözde entelektüel çiftlerinden biri olarak hayatları başlı başına ilgi çekici olan çiftin hikayelerinde bir de Zelda'nın şizofreni tedavisi gördüğü süreç önemli bir rol oynuyor. Zaten bu kitabı da o tedavisi sırasında kaldığı klinikte altı haftada yazmış Zelda Fitzgerald. Kitap son derece kötü eleştiriler alınca da hevesi kırılmış ve bir daha kitap yazamamış. Yine de o kadar geç bir yaşta baleye tutkuyla sarılması ve adeta tutkusuyla kendini tüketecek ya da unutacak bir aşamaya gelmesi benim Alabama'yı -yani bir bakıma Zelda'yı- yaşamak anlamında başarılı bulmama neden oldu. Süs biberi bir hayat yerine dibe vurma pahasına seçilen tutkulu bir hayat çok daha cesur ve zor ama güzel geliyor gözüme, ondan sanırım.
"David'in huzursuz halinden nefret ediyordu galiba, onda ne bulduğunu anlayamadığı için kendisinden de nefret ediyordu. Bu karşılıklı duygular ikisinde de aynı mutsuz uzlaşı halini yaratmıştı. Sorun da buydu: Algı ufukları genişledikçe buna uyum sağlamak gerektiğini düşünememiş, istemdışı değişim yerine uzlaşıyı kabul etmişlerdi. Kendilerini kusursuz görüyorlardı, bu kalplerinde değişim yerine şişmeye yol açmıştı."
***
Ondan önce bitirdiğim kitap ise Swastika Geceleri oldu. Encore yayınlarından çıkan Katharine Burdekin romanı aslında feminist distopya örneğiç 1937'de Hitler hayattayken yazılıp uzun süre unutulmuş olsa da 1980'lerde yeniden gündeme gelmiş. Şiddet ve hainliğin erkeklere statü kazandırdığı, kadınların damızlık hayvan statüsünde olduğu Hitler sonrası dünyada herkesin Tanrı niyetine taptığı da tek bir isim vardı: Hitler. Roman 27. yy'da geçiyor, Hristiyanlık neredeyse tükenmiş bir azınlık dini haline gelmiş. Nazi egemenliği tüm Avrupa'da varlığını sürdürürken kadınlar ruhsuz hayvanlar olarak sınıflandırılmış. Tek tip kahverengi bol kıyafetler içinde, saçları kazınmış, işkence görerek yaşatılan kadının güzellik olgusu kaldırılmalı, aşk değil üreme olmalı, çocuklar 18 aylıkken anneden alınıp erkekler tarafından yetiştirilmeli. Kadınla birlikte yaratıcılık, kültür, sanat gibi yaşama dair önemli zenginlikler de yok edilmiş, tüm dünya eril bir savaşçı düzene mahkum olmuştur. Faşizmin gelebileceği tehlikeli boyutlarının, insanın bir süre sonra sorgulamadan kabul ettiği tanrı diktatörlerin çok güzel anlatıldığı bir kitap. DOT bunu oyunlaştırsa diye düşündüm okurken. Olur mu ki?
"Kan soyu gizemli bir konu olmaya devam ettikçe, siz de erkek olamayacaksınız. Siz hala oğlan çocuğusunuz ve şiddetin, gaddarlığın ve fiziksel cesaretin sizi erkek yapacağını sanıyorsunuz. ruhunuz yok, sadece bedenleriniz var. Ancak erkeklerin ruhu olur."
"Dindar birine güvenemezsin. Çıkarların dinle çatışırsa dindar kişi sözünden cayar, sana ihanet eder ve haklı olduğuna inanır."
Keyifli okumalar!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder