Blog tembeli bir kadın oldum ben bu yaz burada. Bir yandan daha içime döndüğüm, bir yandan da neredeyse şehirdekinden çok sosyalleştiğim; bazen spor dolu günler, bazen reçel yapmaya doyamadığım günler geçirdiğim; kah yoğurtlu, meyveli, sebzeli, kah her gün rakı sofralı haftalar yaşadığım karma bir yaz dönemi geçiriyorum. Genel olarak çok mutluyum. Sosyal medyayı çok az kullanıyorum (Instagram hariç), haberlere bakmıyorum (müfredat haberleri hariç, çünkü onu görmemeyi başaramıyorum!), canım oturup uzun uzun yazı yazmak istemiyor. Kaş'la ilgili yorumlarımı da muhtemelen şehre dönünce yazarım diye düşünüyorum. Her kafadan bir ses çıkan Kaş'la ilgili de yazılacaklar birikti. Mekanlar, plajlar, insan profili, turizmin kalitesi gibi konulara yarı yerli tadında yorumlar yapmak istiyorum, ama önce Datça!
Datça, yıllardır çok merak ettiğim ve fırsat bulup da gidemediğim yerlerden biriydi. İsocum'un da bayramla birleştirerek uzunca kaldığı geçtiğimiz haftalarda üç günlük bir Datça kaçamağı yapalım dedik. İlk gidişimiz olduğu için iki gece merkezde, bir gece de Palamutbükü'nde kalma planı yaptık. Datça aşığı dostlarımızdan ve Internet üzerinden aldığım tavsiyelerle hazırladığım gezi planına 4 Eylül Pazartesi günü başladık. Merkezde Beyaz Konak Evleri apartta kaldık. Merkezi konumu ve 1+1 ev büyüklüğünde olması nedeniyle bizi tatmin etse de kesinlikle bir renovasyondan geçmesi gerekiyor. Bir boya-badana, gürültülü çalışan buzdolabına çözüm, yıkanmaktan sertleşen havluların değişmesi durumunda on numara bir yer olabilir hatta. Neyse. Bizim için amaç akşam rakı-balık mekanlarına yakın olmaktı zaten. İçeride geçireceğimiz süre çok az olduğu için konaklamaya harcayacağımız tutarın da az olmasını istedim her zamanki gibi. Balkonumuzdan limanın göründüğü kadarı yandaki fotoğrafta.
İlk gün bavulları attığımız gibi kendimizi merkeze en yakın koylardan biri olan Kargı Koyu'na attık. Beş saat yolculuğun üstüne hafif serin ve tertemiz deniz ilaç gibi geldi bünyeye. Koyun en başındaki Mandalya Restoran adlı salaş tesiste şezlong olmasa da masa bulabildiğimiz için oradan denize girdik. Maalesef Datça'nın cennet koylarında da çöp durumu hiç iç açıcı değil. İnsanımız cennet diye geldiği yerleri cehenneme çevirip, arkasına bakmadan gitme konusunda bir dünya markası olma olunda ilerliyor! Taşların üstüne atılan çöpleri görüyor musunuz en sağdaki fotoğrafta?
Buradan akşamüstüne doğru çıkıp Eski Datça'yı gezdik ama onu bir sonraki yazıda ayrıca anlatacağım. Şimdi Datça Merkez'le ilgili genel izlenimlerim ve burada yemek için seçtiğimiz restoranlarda sıra. Tabi bir de bal-badem-zeytinyağı alışverişi için. ;)
Öncelikle Datça'nın merkezinin beni çok hayal kırıklığına uğrattığını söylemem gerekiyor. Yapılaşma çığrından çıkmış, Marmaris olma yolunda ilerleyen bir Datça görüntüsü var Kumluk plajı ve limanın üstüne doğru yayılmış. Her dükkanın, kafenin, restoranın bir ruhu, havası, estetiği olduğunu söyleyemeyeceğim. Deniz kıyısında fenerlerin altına yerleştirdikleri tahta masalarıyla nefis rakı-balık sefası yapabileceğiniz yerlerin arasında bile volkanlar patlatarak doğumgünü kutlayan cafe koymuşlar mesela! Bunun halay eşliğinde volkanlarla kutlama yapanını da Turunç'ta görmüştüm en son! Olacak iş mi yahu o huzurun içinde? Bu açılardan bakınca Kaş'ın merkezinin çok butik, zevkli ve betonlaşmaya ve kitsch olmaya karşı nispeten (!) korunabilmiş bulduğumu söyleyeyim. Hatta tamamı Eski Datça tadında geldi bana. Datça'nın merkezinde fotoğraf çekmemişiz, o derece yani.
Ana cadde üzerinde doğal ürünler satan yerler -ve muhtemelen denk gelemediğimiz ama methini çok duyduğumuz Datça Pazarı- şehir merkezinin en güzel şeyleri olabilir. Doğal ürünler satan pek çok yer var. Biz burayı tercih ettik. Datça'dan illaki badem, zeytinyağı, kekik/çam balı almalısınız. Burada ayrıca bu ürünlerle yapılan, parabensiz nefis el kremleri, Bebek badem ezmesiyle yarışan badem ezmeleri, keçiboynuzu pekmezi gibi ürünler de bulabilirsiniz. Kısacası kendinizi kaybetmek serbest! Olmadı web sayfasında kendinizi kaybedin, kargoyla Türkiye'nin her yerine göndersinler. ;)
Gelelim akşam yemeklerine...
İlk akşam için mezelerinin efsane olduğunu duyduğumuz Fevzi'nin Yeri'nde yer ayırtmıştık. Foursquare notuna falan da inanmayıp ısrarla gitmek istediğim bu mekan bende feci bir hayal kırıklığı yarattı diyebilirim. Bir kere yediğimiz hiçbir şeyin lezzeti aklımızda yer etmedi. Tatlı servis elemanı, nar ağaçlarının altına atılmış şirin tahta masalar, eksantrik isimleri olan Ege otları ve mezeler falan bir yere kadar. Bana lezzet lazım, fiyat-kalite dengesi lazım. Avuç içi kadar gelen özelliksiz tabaklara eşek yüküyle para ödetmek bana ekonominin ve turizmin yerlerde süründüğü şu dönemde büyük saygısızlık gibi geldi. Popüler olduğu için bir yerlerin gereksiz şekilde övülüp durmasından gına gelmedi mi hepinize? İstanbul'da o primi verdiğin yerde önünde ya muhteşem bir Boğaz manzarası ya da dev bir kalkan ızgara duruyor olur hani. ;) O yüzden bence dikkatli olun bu mekanla ilgili. Dev bir fiyasko bana göre. Asla değmez.
İkinci akşam ise 5 Eylül Salı akşamı mehtaba karşı masamızı Dutdibi'nde ayırtmıştık. Fevzi'den sonra buraya gelirken kredi kartı limitlerini falan kontrol ederek geldik diyebilirim. ;) Kesin deniz kıyısındaki meşhur birkaç balıkçıdan birinde çok daha fazlasını ödeyeceğimizi düşünüyorduk. Neyse ki korktuğumuz gibi olmadı. Son derece lezzetli mezelerle birlikte kocaman bir deniz çuprası ve küçük rakı için gayet olabilecek bir rakam ödedik. Üstelik servis hızlı ve ilgiliydi, yediğimiz her şey de çok lezzetli ve tazeydi. En güzeli de Dolunay'a karşı en ön sırada yerimizi almış olmaktı. Kesinlikle tavsiye ediyorum.
Sırada önce Eski Datça, sonra da Datça'nın harika koyları var. Asıl kaçırılmaması gereken bölümler onlar bana göre. Ama elbette Datça 101'i tamamlamadan da o bölüme geçemezdik değil mi? ;)
İyi haftalar!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder