Lezzet Durakları: Cibalikapı Balıkçısı, Muhit ve Karabatak

Rezan Has Müzesi'ni gezdikten sonra kendinizi Cibalikapı Balıkçısı'na atmanız gerektiğini bir önceki yazımda söylemiştim. Bu tavsiyeme kulak verenler aşağıdaki gibi harika mezeler, ara ve ana sıcaklarla karşılacak ve benim şerefime "ayran" kadehlerini kaldıracaklar.:)


Uzun zamandır aklımızda olan ama ancak geçtiğimiz hafta Pazar akşamı Ongun&Dido&Duru üçlüsüyle deneyebildiğimiz Cibalikapı Balıkçısı'na her şeyiyle tam not verdik. Servis, yemeklerin lezzeti, fiyat/kalite dengesi, içerinin küçük ama sıcak atmosferi ile burası gönlümüzü fethetti diyebilirim. Geç kalmışız keşfetmek için, ama tadını sık sık çıkarmayı ihmal etmemeliyiz bence, çünkü yediğimiz her şeyin tadı hâlâ damağımda. Tatlı olarak ister müessesenin ikramı olarak masamıza gelen ve harika bir lezzeti olan dondurmalı sıcak tahin helvasından, ister Durukuş'tan bir yanak alabilirsiniz. Rejimde olanlara Durukuş tavsiye edilir; sıfır kalori ama yüz üzerinden bin lezzet! :)


Cibalikapı Balıkçısı'nın Moda'da da şubesi varmış. Orayı bilemem ama öz, hakiki Cibali'de olanı kesinlikle tavsiye ederim. İletişim bilgileri ve menü için buraya tık tık. Giderseniz Cibalikapı'yı da görmeyi unutmayın. 


Gelelim Karaköy duraklarına...Karaköy'ü biliyorsunuz, hızına yetişmek mümkün değil. Durmadan yeni yerler açılıyor Avrupa'yı andıran ara sokaklarında, daracık yollardaki eski binaların içlerinde. İşte biz de Dilara'yla yaptığımız bir Cuma buluşmasında bunlardan ikisiyle daha tanıştık. İlki Muhit. Kılıç Ali Paşa Mescidi Sokak üzerinde bulunan Muhit'i en çok da Twitter'da takip ettiğim bazı moda blogger'larının #ilovesale hashtag'li etkinlik duyurularından duymuştum. Ben spordan sonra hiçbir şey atıştırmadan gittiğim için Muhit Tost ve Muhit Limonata aldım, Dilara ise kahveyle bana eşlik etti. Limonatanın tadı da minik kavanoz içindeki sunumu da pek güzeldi doğrusu. Şirin, küçük bir kafe burası. Çay bahçesi tadında bir menüsü ve açık alanı var. 


Burada verdiğimiz uzun sohbet molasından sonra kahvelerimizi de başka bir yerde içelim diyerek attık kendimizi Karabatak'a. Julius Meinl markasıyla kahvelerinde Viyana esintisini bizlere taşıyan bu mekana bayıldım. Karaköy'deki pek çok kafede olan zemindeki o harika, eski tip, desenli karo mozaikleri, ferforje sandalyeler, masaya dönüştürülmüş traktör (!), tüm eski dokusuyla olduğu gibi bırakılmış taş duvarlar, duvar panoları, papatyalar... Dekorasyonu ve ortamı gerçekten çok başarılı olan mekanın sadece kahvelerini denedik. Onların da zaten lezzetinden neredeyse emindik. Burası laptop, ipad ya da kitabınızı, derginizi alarak gelip uzun zaman geçirebileceğiniz, isterseniz çalışabileceğiniz hoşlukta bir yer. En kısa zamanda İso'cumu da getirmek istiyorum ama hafta sonu kalabalığı ile ilgili pek iyi yorumlar duymadım. Bakalım artık, belki bir gün işten kaytarırsa birkaç saat, kaçarız onunla birlikte de buraya.:)


Şimdilik bu kadar... Gezmeye, keşfetmeye, yeni tatların tadını çıkarmaya tam gaz devam! Sizler de yarınki resmi tatili nasıl keşifler yaparak geçireceğinizi düşünmeye başlayabilirsiniz bence.:)



Richard Smeets'ten Yüzleşmeler: Birey ve Hayat

Bu sergi haberi modern sanat meraklılarına gelsin. Rezan Has Müzesi'nde 10 Mayıs'a kadar devam edecek harika bir sergi var. 120 tablo, 5 heykel ve bu eserlerin yaratım sürecinden ilham alarak bestelenmiş müziklerden oluşan “Yüzleşmeler: Birey ve Hayat” serginde Richard Smeets, sanatseverleri mükemmelliğin kusurlarını keşfetmeye hatta, daha da iyisi, kusurların mükemmelliğinden tat çıkartmaya çağırıyor.

Farklı milliyetlere sahip bir ailenin çocuğu (Hollandalı bir baba ve Endonezyalı bir anne) ve kültürel paylaşıma kayıtsız şartsız açık bir birey olarak Richard Smeets'in Table Talk (2007-2010) ile The Music Project (2011-2012) serilerine (ve dönemlerine) ait eserleri 10 Mayıs'a kadar sizleri bekliyor.  


Aşağıdaki kolajda The Music Project serisinden çalışmaları görebilirsiniz. Sol altta Rock'n Roll var örneğin. Sol üstte ise Playing The Cello adlı çalışma. Hemen yanında Big Piano ya da Grand Piano adlı pek çok tablodan biri. Bunun big mi yoksa grand mi olduğunu hatırlayamadım ama aramızda lafı olmaz artık değil mi? :) Smeets'in bronz heykel çalışmaları arasında da yine Big Piano bulunuyor. Ona da buradan bakabilirsiniz. 



Bu arada sergi salonunun arka tarafından gelen müziğe doğru ilerlediğinizde bir video sunumu olduğunu göreceksiniz. Burada sanatçının eserlerini yaratım sürecini kendi ağzından öğrenebilir ve tablolarının müziğini dinleyebilirsiniz. Doğru duydunuz. The Music Project serisindeki bazı resimleri müziğe dönüştüren bir grupla da ortak çalışmalar yapmış Smeets. Bence bu videoyu izlemelisiniz. Gerçekten ilgi çekici bir insanla ve yaratıcılığın farklı bir boyutuyla tanışma fırsatı sunuyor bizlere. 

Gelelim Table Talk serisine. Aşağıdaki kolajda gördüğünüz resimlerin tamamı bu seriye ait. Ve bu bölümdeki çalışmaları diğerlerinden biraz daha sevdim sanki. Smeets tablolarından birini şu cümlelerle tanımlamış: “Bir masa. İnsanlar, yemek. İçkiler ve gülüşler. Burada ve orada, gözyaşları. Tıpkı molekülün içine hapsolmuş atomlar gibi masanın alanında tutsak kalmışlık…” 


Basın Bülteni'nden bir alıntıyla sanatçının İstanbul hakkındaki görüşlerini de öğrenelim son olarak:

"İstanbul, güneşin yükseldiği topraklar ile yetiştiğim yer arasında kalan bir alacakaranlık ülkesi misali daima ilgimi çekmiştir” diyen Smeets’e göre; kuruluşundan günümüze, bir kültür ve ticaret koridoru olagelmiş bu şehrin doğasında yatan ikilik, farklı kök ve bağlara sahip bireylerin, fikir ve beklentilerini değiş tokuş ederken, eş zamanlı olarak sevinç ve üzüntüleri beraberce deneyimlemelerini sağlıyor. İstanbul, dünyadaki tüm insanlara, her türden paylaşımın hem önemli bir sorumluluk hem de önceden bilinmesi mümkün olmayan maddi ve manevi değerleri bir araya getirme gücüne sahip bir katalizör olduğunu hatırlatmaya devam ediyor. 

Evet, bu hafta sonu harika sergiye zaman ayırın derim. Gezebileceğiniz saatler ve ulaşım bilgileri burada. Üstüne de bir sonraki yazıda anlatmayı planladığım Cibalikapı Balıkçısı'nda harika mezeler eşliğinde kadeh tokuşturabilirsiniz. Nasıl? Yeterince motive edebildim mi sizi? :)

İyi hafta sonları...

Canlandıranlar Festivali İstanbul Modern'de

İstanbul Modern Sinema, 25-28 Nisan tarihleri arasında Canlandıranlar Derneği ve Puruli Kültür Sanat işbirliğiyle düzenlenecek Canlandıranlar Festivali’nin ilkine ev sahipliği yapıyor. Festivalin ilk konuğu, Star Wars serisindeki “ışın kılıcı”nın yaratıcısı, “The Transformers: The Movie” ve “Empress Chung” filmlerinin yönetmeni, The Simpsons Movie’nin yapımcısı Nelson Shin. Festivalde Shin’in yönettiği İmparatoriçe Chung ve Tranformers isimli filmleriyle birlikte, kariyerinin ilk yıllarında animatör olarak çalıştığı “Pembe Panter Kısaları”ndan özel bir seçki de gösterilecek. Nelson Shin, 25 Nisan Perşembe günü saat 19:00’da İstanbul Modern Sinema’da bir söyleşi gerçekleştirecek. 



Ayrıca, 58 ülkeden canlandırma sanatçılarının üye olduğu uluslararası canlandırma ağı ASIFA (Uluslararası Canlandırma Film Derneği) tarafından hazırlanan ASIFA’nın En İyileri” ve Shin’in son iki yılda yapılmış Güney Kore filmleri arasından seçtiği canlandırmaların yer aldığı “ASIFA Kore Seçkisi” de festivalde izlenebilecek. Ulusal ve uluslararası festivallerde 30’dan fazla ödül toplayan Canlandıranlar Yetenek Kampı Filmleri, Türkiye’de canlandırma tarihine toplu bir bakış niteliği taşıyan Türkiye’den Canlandırmalar, John Halas Seçkisi ve Bordo seçkisi başlıkları altında pek çok canlandırma film de festival programında yer alıyor. 


Nâzım Hikmet’in (1902-1963) şiirin yanı sıra bir dönem takma isimler kullanarak Yeşilçam sineması için senaryolar yazdığı, filmlere katkıda bulunduğu bilinmektedir. Hayatının son yıllarında, SSCB’de yaşarken senaryosunu yazdığı ve üretim sürecine dahil olduğu kısa canlandırma filmler, 50 yılın ardından, şairin 111. doğum ve 50. ölüm yıldönümü olan 2013 yılında M. Melih Güneş’in araştırması sonucu gün yüzüne çıktı. Programda Nazım Hikmet’in Hanene Huzur Dolsun ve Sevdalı Bulut adlı yapıtlarından canlandırmalar yer alacak. Cumartesi günü gösterim öncesinde Melih Güneş’in ve Tan Oral’ın da katılacağı bir sunum gerçekleşecek.


Festival filmleri ile ilgili daha detaylı bilgi ve gösterim gün ve saatleri için buraya tık tık.

İstanbul'da yaşıyor olmanın tadını çıkarın! Şimdiden herkese iyi seyirler.

Nişan ve Büyük Dönüşümüm :)

Eveet, artık geçen haftanın dört gününü Ankara'da geçirmemizin asıl nedenine gelebiliriz. Biliyorsunuz kızı vermiştik Mart ayında. Ve sırada evlilik sürecinin güzide aşamalarından biri olan nişan vardı. Nişan için seçilen tarih de gelin ve damadın aynı olan doğum günleri olarak belirlenmişti: yani 16 Nisan. Dolayısıyla Salı günü  gidip Çarşamba günü dönmek yerine Cumartesi'den gittik Ankara'ya biz de. 

Nişan için Güniz Sokak'taki Divan Otel bünyesinde hizmet veren Niki Restaurant'ı seçen Zeynep&Burak'ı yer seçiminden dolayı tebrik ediyorum. 80 kişilik bir aile yemeği için daha uygun ve sıcak bir yer olamazdı sanırım. Ayrıca yemekler çok lezzetliydi ve yemeğimize eşlik eden 45'likler ise bizi bizden alan cinstendi. O yüzden bu tarz yemekler için aklınızda olsun derim. Uzun uzun aile nişanını anlatıp resimler yükleyerek sizi tanımadığınız teyzelerin, halaların, dayıların arasına atacak değilim, korkmayın! Onları Facebook'ta yapıyoruz zaten bol bol. Orası bildiğiniz aile meclisine, kadınlar günü ortamına, Perihan Abla mahallesi kıvamına dönüştü zaten laf aramızda.:) Ama kendi büyük dönüşümümün fotoğraflarını koyacağım elbette bloguma. Tabi geceyle ilgili bir dörtlü fotoğraf bir de pasta kesme fotoğrafı koymazsam da olmaz değil mi? 



Pasta demişken, pastanın lezzeti de gecenin sonunda aklımızda kalanlar arasındaydı. Organizatör Zeynep Hanım da pasta için Denizatı Pastaneleri'ni tercih ettiği bilgisini verdi bizlere.:)

Şaka bir yana Zeynep kendi nişanıyla ilgili ayrıntıları organize etmekle kalmayıp ailedeki tüm kadınların saç-makyaj organizasyonunu da üstlendi her zamanki gibi. Görümcem diye söylemiyorum ama anlar bu işlerden kendisi. Biraz fazla süslüdür, daha gösterişli şeyleri sever, o yüzden beni götürdüğü kuaför ya da güzellik salonlarında özel bir açıklama notu düşerim ben: "şey, Zeynep'le tarzlarımız biraz farklıdır bizim. O yüzden aman ha, bana sade bir şeyler lütfen!" diye. Zeynep de tam aksine gittiği yerlerdeki tanıdıklara özel not düşer:  "sade falan derse dinlemeyin!" Şu ana kadar bir facia yaşamadık, sözümü dinletebildim beni teslim ettiği ellere çok şükür. :)

Bu kez de saç ve makyaj konusunda yine Zeynep'in de yardımıyla başarılı sonuçlar elde ettiğimizi düşünüyorum. Benim gibi ayda yılda bir kere saç ve makyaj yaptıran biri de bu görüntüleri tarihe not düşecek elbette. "Vay be, ben neymişim, neler gizliyormuşum meğer," dedim aynada kendime bakınca doğrusu. Beni böyle görmeye alışmamış herkesten de aynı tepkileri alınca daha da bir havalara girdim. Az sonra göreceğiniz İmge ile görmeye alıştığınız İmge arasında ciddi bir fark olabilir, lütfen alıcılarınızın ayarlarıyla oynamayınız.:) Ankara'nın kuru havası da sağ olsun yardımcı oldu saç ve makyajımın bozulmamasına. 


Makyajım için beni MAC ürünleriyle güzelleştiren Filistin Caddesi üzerindeki Zeynep&Zeynep'e (bizim Zeynep değil bu, karıştırmayın :)), saçım için de Hoşdere Caddesi üzerinde kayınvalidem için yılların vazgeçilmezi olan Tuana Kuaför'e teşekkürlerimi gönderiyorum. İçip, güzelleştiğimiz, dans edip, edenleri seyrettiğimiz, bol bol sohbet, muhabbet ve kahkahalar eşliğinde uzun zamandır görmediğimiz sevdiklerimizle hasret giderdiğimiz bu güzel geceden de kendi karelerimi paylaşmaya devam. Dans ettiğim kişi Cüneyt Arkın ya da Göksel Arsoy değil, kayınpederimdir.:) 


Bizlere böyle keyifli bir geceyi yaşatan Zeynep&Burak'a teşekkürlerimi gönderiyor, daha da güzelini hep birlikte düğünde yaşamayı diliyorum. Tekrar tebrikleeer..:)







Beypazarı

14 Nisan Pazar gününü Beypazarı'na ayırdığımızdan bahsetmiştim. Ankara'ya 100 kilometre mesafedeki bu şirin kasaba beklediğimden çok daha güzel çıktı desem yalan olmaz. İlk olarak Hıdırlık Tepesi'ne çıkıp gezeceğimiz yerleri kuş bakışı görelim dedik. Burası Beypazarı'na tamamen hakim bir tepe noktası. O yüzden   Beypazarı'nın restore edilmiş evlerini, dar sokaklarını ve boz tepelerini ilk önce bu noktadan görmeniz iyi bir fikir olabilir. Ayrıca burası arkanıza harika bir manzara alarak güzel bir Beypazarı hatırası fotoğrafı çektirmek için en uygun yerlerden biri.


Sonrasında arabanızı Beypazarı'nın simgesi olan havuç heykelinin bulunduğu meydandaki otoparka bırakabilir ve kendinizi birbirinden şirin ara sokaklara atabilirsiniz. Bu arada Beypazarı Türkiye'nin havuç ihtiyacının %50'sini karşılıyormuş. O yüzden adım başı göreceğiniz havuç suyu stantlarına şaşırmamanız gerek. Ama bir havuç suyu canavarı olarak Beypazarı'nın havuç suyu tat ve aroma bakımından Top 3 listemin üçüncü sırasında yer aldı. İlk ikisini merak ediyor musunuz? İlki Adana'daki Kazım Büfe, ikincisi evimizin altındaki Durak Büfe. :) Ama yine de gitmişken yolda bir bardak havuç suyu molası vermezseniz olmaz tabi.


İster okları takip ederek ister içgüdülerinizin rehberliğinde dolaşabilirsiniz bu minik kasabayı. Restore edilmiş  ve yöresel yemekler yiyebileceğiniz bir restorana dönüştürülmüş Taş Mektep Binası'nın önünden geçtikten sonra kendinizi bir sürü yiyecek-içecek (Beypazarı kurusu ve havuca dair her şey başta olmak üzere), takı ve hediyelik eşya, örtü, vs satılan stantların ve gümüşçülerin arasında bulabilirsiniz. Herkesin kendi zevkine göre ufak tefek bir şeyler bulabileceği bu stantlar ve dükkanlar arasında İso'cum da kendi dükkanını bulmuş görüyorsunuz. :)  



Bu arada biz yemek falan yiyemedik. bir önceki gün o kadar abartmıştık ki o gün tüm gün bir şeyler içip, çerez falan atıştırarak idare ettik. Ama Beypazarı'nın sarmasının, güvecinin ve 80 katlı ev baklavasının meşhur olduğunu söylemeden geçmeyeyim. 

Sırada Yaşayan Müze var. Beypazarı'nda müzeye dönüştürülmüş pek çok konak bulunuyor. Halk Evi, Beypazarı Tarih ve Kültür Müzesi, Kent Tarihi Müzesi gibi. Biz de hepsinin içeriklerini öğrenip en ilgimizi çeken Yaşayan Müze'yi ve hemen yakınındaki Türk Hamam Müzesi'ni ziyaret etmeye karar verdik. 19. yy'da yapılmış Abbaszade Konağı'nın içinde bulunan Yaşayan Müze'nin her odasında Türk kültürüne ait farklı bir şey "uygulamalı" olarak ziyaretçilere sunulmuş. Bu "uygulama ve hikayeli anlatım" olayının kapıdan içeri adımınızı atar atmaz geçerli olduğunu unutmayın. Yoksa yerel kıyafetleri içinde "Başımıza neler geldi, duydunuz mu?" diye size doğru gelen kızcağıza "Yoo, kimse bize bir şey söylemedi!" gibi -meali "valla ben biletimi aldım, azimliyim gezeceğim; bu saatten sonra elektrik kesildi, su bastı, kapalıyız falan anlamam" olan- bir tepki verebilirsiniz. :)) Oysa ki kızcağız sadece karşılama için hazırladıkları bir mizansen hikayenin giriş cümlesini söylemektedir, ardından da "bir zamanlar bu köyde Karaoğlan diye bir delikanlı yaşarmış..." falan diyerek hikayesine devam edecektir. O an kıza ayıp olmasın diye karşısında gülemediğimiz ama sonrasında üç gün boyunca aklımıza her geldiğinde koptuğumuz ve İso sayesinde ailede nesilden nesle yayılarak duyulan bir sazanlık oldu bu yaptığım. Tarihe not düşülsün! :)  

Neyse, sonuçta ebru sanatından Karagöz&Hacivat'a, kurşun dökmeden halı dokumaya kadar pek çok gelenek ve zanaati uygulamalı olarak da deneyimleyebileceğimiz bu tarihi konağı gezmek gerçekten çok keyifliydi. İçindeki sedirler, eski tip radyo, halılar, işli perdeler, gümüş ibrikler ve taslar ile o dönemin hayatını yaşatan bir yerdi burası. 


Türk Hamam Müzesi'nde ise gelin hamamı, hamamda yapılan kına eğlencesi, damat hamamı, halvet gibi gelenekler, bu sırada giyilen giysiler ve kullanılan gereçler,  külhan ve külhancının görevleri gibi hamam kültürüne ait pek çok şeyi görerek öğrenmiş olduk. 


Her iki müzenin de düzenleniş şekline, müze mağazası konseptinde içinde satış yapılan stantların düşünülmüş olmasına, sergilenen her şeyle ilgili geniş açıklamalara ve en çok da buralarda çalışan pırıl pırıl yerel giysili genç kızlar ve erkeklerin yardımcı olma ve bilgi verme konusundaki şevklerine, güzel bir Türkçe ile ziyaretçileri yönlendirmelerine hayran oldum diyebilirim. Beypazarı umduğumdan fazlasını bulduğum, çok şirin bir turistik kasabaydı. "Budur! Demek ki biz de istersek yapabiliyormuşuz," dedim içimden ayrılırken. Yolu Ankara civarlarına düşen herkesin buraya da bir gün ayırmasını kesinlikle tavsiye ediyorum.


Ankara Ankara Güzel Ankara

Geçen hafta 13 Nisan Cumartesi'den 17 Nisan Çarşamba'ya kadar Ankara'daydım. Instagram'dan takip edenler dolu dolu bir dört gün geçirdiğimi fark etmişlerdir. Oysa o kadar çok eksik kaldı ki. Görmek istediğim insanlar, gezmek istediğim Cermodern, Kale, Hamamönü, vs... Olsun, n'apalım. Ankara hep böyle eksik kalacak bizim için çünkü hep belli bir gündem için gidiliyor ve zaten az gördüğümüz ailelerimizle zaman geçirmeyi tercih ediyoruz. Bu kez de öyle oldu. Araya sıkıştırdığımız keyif molalarına gelince...


Öncelikle Durukuş'un doğumundan bu yana merak ettiğim ama bir türlü gitmeye fırsat bulamadığımız Teppanyaki Alaturka'yı denedik sonunda. Zeynep & Burak'ın bizim için yaptıkları ilk akşamın programı bu nefis restoranda başladı. Japon usulü ızgara anlamına gelen "teppanyaki" müşterinin seçtiği yemekleri önünde pişirerek önce gözü doyuruyor. Ortamda biraz yemek kokusu oluşmuş haliyle, ama rahatsız edici boyutlarda değil (yine de daha iyi olabilirdi diye düşündüm). Menülerde füzyon etkisi hakim. Anadolu ve Uzakdoğu bir arada. Bence tek tek bir şeyler almak yerine bir çok şeyden ufak porsiyonlar halinde tadabileceğiniz menülerden damak tadınıza uygun olanını seçmelisiniz. Klasik Teppanyaki menülerinden 2. Menü de bir harika bu arada, biz dördümüz de onu seçtik. İçinde yok yok! :) 


Yemeklerin hem hazırlanışı hem de sunumu ve lezzeti çok başarılıydı. Mekanın dekorasyonu, loşluğu, servis elemanlarının ilgisi gibi kategorilerde de buraya tam not veriyorum. Fiyat/kalite değerlendirmemden de oldukça yüksek not alan Teppanyaki'de tatlıyla yaptığımız kapanış da pek ateşliydi doğrusu! Bu şovu kaçırmayın derim. Ananas dilimlerinin üzerine yerleştirilen dondurmaların gözünüzün önünde alev alev yanışını izlemelisiniz. :) Kısacası buraya bayıldım. Kesinlikle tavsiye ediyorum. 



Evet, karnımız doydu, keyfimiz yerinde ama gece bizim için hazırlanan programın henüz sonuna gelmedik. Sırada Zeynep & Burak'ın uğrak noktalarından bize de göstermek istedikleri biri var: JW Marriott Otel'in en üst katında yer alan Skye Vue Bar. Burası gerçekten de ortamıyla, servisiyle ve en önemlisi de müziğiyle çok keyifli bir yer. Amerikalı piyanist John Little eşliğinde caz müziğin keyfine vararak sohbet edip içkilerinizi yudumlamak ve aşağıdaki albenili atıştırmalıkların tadını çıkarmak için ideal bir yer. "Acaba geceyi çok uzatmayıp, eve mi dönsek? Ertesi gün de Beypazarı'na gidilecek" falan demiştik en başta, ama gördüğümüz andan itibaren "iyi ki gelmişiz!" dediğimiz bir yer oldu burası da. Ankaralılar'a duyurulur. Otel barı falan diye gözünüz korkmasın. Ödeyeceğiniz rakamlar İstanbul'da herhangi şık bir yerde caz dinleyip içki içerseniz ödeyeceğiniz rakamları asla geçmez. 



Bunların dışında Pazar günü yaptığımız Beypazarı gezisi sonrasında feci bir yağmura yakalanıp kendimizi Çayyolu'ndaki Mutfak Brasserie'ye attık. Bira, patates ve çerez molası verdik, o yüzden yemeklerini falan bilemem ama çok hoş bir kafeydi. Sera gibi camlarla çevrili bölümünde oturup yağmurla birlikte daha da canlanan baharın renklerini izlemek ayrı bir keyifti (ya da biz Nisan ayında havanın bu kadar soğumuş olması ve yağmur karşısında kendimizi kandırmaya çalışıyorduk, bilemedim! :) ) 

Klasik Ankara duraklarımızdan biri olan Tunalı'daki Kıtır'a da uğradık elbette. Her zamanki gibi midye dolmalar, kumpirler, Kıtır usulü tavuk dolma ve Bomonti'lerimiz eşliğinde Pazartesi sendromuna meydan okuduk. 



Pazartesi günü tüm günü dayımın eşiyle birlikte Tunalı ve Karum'u didiklemeye ayırmayı planlamıştım. Ama pek de tüm günlük bir plan değilmiş bu, çünkü buraların alışveriş anlamında pek tadı kalmamış. Biz de işimizi erken bitirip önce Cafemiz'e oturduk. Bu da klasik duraklarımdandı ama bundan sonra asla uğranmayacak yerlerden biri oldu benim için. Ne yeni dekorasyonunu, ne servisini, ne de kahvelerini yanında getirdikleri kurabiyeleri beğendim diyebilirim. Sonra da pek çok Ankaralı tanıdıktan aynı olumsuz yorumları duydum zaten. Nerede o üniversite yıllarımızın Cafemiz'i! Yazık olmuş.

Akşamüstüne doğru Kıtır öncesi bir yerlerde Guinness içmek hedefiyle Tunalı'ya gelerek bize katılan İso'cumla birlikte yol üstündeki Tapa Tapa Tapas'a oturduk. Orada da harika bir sürprizle karşılaştık. İso'cumun büyük halası Gülten Hala da tam o saatlerde alışverişini bitirmiş eve dönmek üzere taksiye binecekken bizi gördü. (Ve ben İso'cumun iki halasının da hastasıyım! Kendi "var ama yok" halalarımın eksikliğini hissetmiyorum sayelerinde. Ve artık ben de bir hala olduğum için hep güzel anılan bir hala olmayı her zamankinden daha da çok umuyor ve istiyorum.) Masaya katılan bu güzel sürprize de Guinness'i tattırdık elbette. Buz gibi havaya rağmen keyifli bir sohbet ve kahkahalar eşliğinde akşam Kıtır'da Zeynep&Burak'la buluşana kadar harika vakit geçirdik. 

Keyif arşivimiz gün geçtikçe zenginleşiyor. Bence çok şanslıyız. O yüzden bu haftaya sahip olduğumuz ve tadını çıkarabildiğimiz tüm güzellikler için şükrederek başlamak istiyorum. Daha fazlasına da her daim açığız. Evren'e duyurulur.:)

İyi haftalar hepinize.. 


Işıltı Dünyası

11 Nisan Çarşamba akşamı birkaç blogger toplandık ve Nu Skin mucizesiyle tanıştık. Mucize diyorum çünkü gerçekten uygulama anında etkisi görülebilen sihirli ürünlerdi gördüklerimiz. Ama öncesinde ortamımıza bir göz atalım. Astoria Residence A Kule'nin 13. katındayız. Bembeyaz bir masa, sandalye ve koltuklar, taze çiçekler, nefis ikramlar, buz gibi şampanya ve Nu Skin ürünleri ile onları uygulayacağımız epilasyon aletine benzeyen ageLOC Edition Nu Skin Galvanic Spa System II. O ne ola ki diyorsunuz değil mi? Hemen anlatmaya başlıyorum o zaman. 


Bu minik ve kullanımı çok pratik alet ile evinizin konforunda spa etkisi yaşayabiliyorsunuz. Kendiliğinden ayarlanabilen akımları ve farklı iletken başlıklarıyla, Nu Skin ürünlerinin yüz, saç derisi ve vücut yüzeyine derinlemesine işlemesini sağlayacak şekilde tasarlanmış bu aletle kritik öneme sahip ageLOC bileşenlerinin cildin en alt tabakalarına bile maksimum düzeyde iletilmesini sağlamak mümkün oluyormuş. Yaşlanmanın temel kaynaklarını hedef alan ageLOC bileşenleri cildi arıtıp saflaştırıyor, nemlendiriyor, daha homojen bir görünüm kazanmasını sağlayarak yeniliyormuş. Böylece daha genç ve ışıltılı bir cilde sahip olabiliyormuşsunuz.

Mış'la, muş'la olmaz bu işler, diyorsanız Işıltı Dünyası ofisinde sizleri bekliyor. Ürünlerin tanıtımını izleyip,  aşağıda gördüğünüz gibi bizzat yüzünüzün bir yarısında ya da kol, bacak, vs bölgenizde deneme yapabilirsiniz.     Bu da bir ilk olsun bakalım: 35 yaşındaki bir kadının sıfır makyajla -hem de cildin uykusuzluk ve başka nedenlerle en bozuk olduğu bir dönemde- spotların altındaki görüntülerini bulabilirsiniz aşağıda. Şok, şok, şok, flaş, flaş, flaş! :) Neyse, bundan sonraki postlarda en makyajlı, giyimli-kuşamlı, kuaförden çıkmış hallerime de tanıklık edeceksiniz nasılsa. Telafi edeceğiz bu görüntüyü merak etmeyin.:)


Işıltı Dünyası etkinlikleri ve ürünlerin ve Galvanic Spa sisteminin işleyişini, cilde nasıl daha fazla nüfuz ettiğini öğrenmek istiyorsanız buraya buyrun. Bu deneyimi yaşamak için de yapmanız gerekenler ve iletişim numaraları aynı web sayfasında. Tek uygulamada bile cildin yarısının daha parlak, daha çizgiden arınmış ve daha dolgun göründüğünü gören hepimiz o akşam bu bakımı düzenli olarak yapmamız halinde bir mucizeye tanıklık edebileceğimiz konusunda mutabık kaldık. Ürünleri denemeden, sadece network marketing sistemiyle Nu Skin distribütörlüğü yapan Işıltı Dünyası'nın kurucularından Hülya Hanım ve Ayşe Hanım'la tanışmanız bile  mucizelere inanmanız için yeterli olacaktır. (Kurucular arasında bir de Gülşen Hanım var ama bizim toplantımızda olmadığı için onunla tanışamadık ne yazık ki.)

Bence hem harika bir cilt hem de iş fırsatı sunan Işıltı Dünyası deneyimini yaşama ve ışıldama şansını kaçırmamalısınız.

Şımarık günler dileğiyle...:)

Leziz Molalar

Cuma'ya yakışan bu keyif postuna Mehmet Erdem konseriyle başlamak isterdim ama ne yazık ki BKM  8 Nisan'da Pazartesi Konserleri kapsamında gerçekleşmesi gereken bu konseri haber bile vermeden iptal ettiği için başlayamıyorum. Neyse ki ben sürekli tweetler, Facebook'tan haberler gönderen BKM'nin yaklaşan konserle ilgili hiçbir şey yayınlamamasından şüphelenerek Biletix'e bakıp konserin iptal olduğunu öğrendim. Bunun üzerine BKM'ye Facebook ve Twitter üzerinden ulaşarak sosyal medya hesaplarında da bilgilendirme yapmaları gerektiği konusunda uyarsam da konser saatine kadar iptal ile ilgili herhangi bir bilgi verilmedi. Yani Biletix'e bakmasam Pazartesi günü ta Kilyos'tan gelecek olan Müge'yle birlikte hevesle Beşiktaş'a gidip kös kös dönecektik! Ve ben İstanbul gibi zor ve zaman alan bir şehirde böyle saygısızlıklara  gerçekten hiç tahammül edemiyorum! Hele bir de bunu yapan Türkiye'nin kültür-sanat sektöründeki en büyük yapım ve organizasyon şirketlerinden biriyse. Çok ayıp!

Neyse.. Ondan önceki Cuma akşamına gidelim. İso'cum "Çarşamba Madrid'e maça gittim, Perşembe haşat geçirdim, Cumartesi de lig maçı olacak, Cuma akşamı birlikte Maria'nın Bahçesi'ne gidelim mi?" diyince teklife balıklama atladım elbette. Küçükyalı'daki yerini çok duymuş, sahibi Maria Ekmekçioğlu'nu Okan Bayülgen'in sağlıklı beslenme ile ilgili bir programında izleyip nerelerden neler getirerek harika lezzetler hazırladığını öğrenmiştim. Ama Küçükyalı bize çok ters olduğu için -ve o harika mezeler ve yemekler gözümüzün önündeyken içkisiz bir gece geçiremeyeceğimizden- hiç denememiştik. Zaten Etiler'deki restoran da açılalı neredeyse bir yıl oldu ve anca gidebildik. Birkaç kez planlar yaptık ama ya iptal oldu ya da aklımıza geldiğinde geç kalmış ve yer bulamamıştık. Geç olsun, güç olmasın dedik ve  Cuma akşamı bıraktık kendimizi Maria'nın lezzetli ellerine ve Bahçesi'nin şirin atmosferine.


Her zamanki gibi mezeler ve ara sıcaklar bölümünü biraz abarttığımız için ana yemeklerin büyük bir kısmını paket yaptırmak zorunda kaldık! Ama yediğimiz her şey inanılmaz lezzetliydi. Çeşit çeşit Ege otları, enginar, topik (ler), kabak çiçeği dolmaları, buyurdi (güveçte gelen patlıcan-kaşar-domates), kalamar ızgara ve dolma gibi bir sürü şeyin tadını çıkardık Yeni Rakı eşliğinde. Burası yemeklerinden dekorasyonuna, kullanılan tabak-çanak-masa şamdanlarından tuvaletlerine kadar her yerine kadın eli değmiş bir yer bana göre. Hem de çok özenli ve ilgili bir kadının eli. (Tuvalete nasıl kadın eli değdiğini merak edenler çeşit çeşit ojeler, aseton ve pamuklar, değişik kremler ve kokular, vs bulunan kadınlar tuvaletine mutlaka uğrasınlar.:) ) Fiyat-kalite bakımından da gönlümü fetheden bu güzel mekanın müdavimi olunabilir. Cuma akşamı diye canlı müzik vardı (ama bence hiç gerekli değil, hatta olmasa daha güzel sohbet ortamı olabilir). Yine de haftanın hangi günü olursa olsun lezzetli yemeklerini, güleryüzlü ve hızlı servisini mutlaka denemelisiniz. İletişim bilgileri  ve menü web sayfasında. 

Cuma'nın gündüzü de Kanyon'da kısa bir süre sonra buraya taşınacak ama şimdi sadece bir haftalığına İstanbul'a kaçmış olan Nazire'yle buluştuk. Sushico'da minik bir atıştırmalık ve House Cafe'de kahve molası vererek yaklaşık iki-üç saat geçirip sohbet ettik birlikte. Sushico'ya öğlen birde gitmemize rağmen Kayra Restoran Haftası öğle menüsündeki ceviche bittiği için o menüyü veremediklerini söylemeleri bana biraz tuhaf geldi. Yine de unutmayın, Kayra Restoran Haftası bir dolu restoranda ve birbirinden çeşitli öğle ve akşam menüleriyle 24 Nisan'a kadar devam ediyor.  

   
Cumartesi akşamı maç sonrası maç trio'sunun eşleriyle birlikte komşumuz Bosphorus Brewing Company'de buluştuk. Hem de bahçede oturduk. Yaz akşamları gibi bahçede bira içmek pek keyifliydi. Yeni favorim en hafifinden 81 oldu.

Son olarak Gayrettepe-Mecidiyeköy taraflarına evlere servis de yapan veya gidip yerinde yiyebileceğiniz ve güzel (ama içkisiz ve salaş) olduğunu duyduğum Sita Balık Evi'ni denedik bu aralar. Ve ne olursa olsun evde balık yapmaya asla üşenmeyen ben bu kararımın doğruluğunu bir kez daha anladım. Tamam, taze ve temiz bir şekilde geldi her şey. Ama 400'er gramlık çupralardan getireceğini iddia etmişti telefondaki ses, oysa bana gelen 200 gram falan olabilirdi. İso'nun istediği dil şişte de şişe geçirilen sebze sayısı balık sayısının çok üstündeydi. Yani bana klasik Pazar gecesi balığa doyma, hatta balıkla patlama ritüelini yaşatamadı burası ne yazık ki. Hani canınız hiç evde balık yapmak istemiyor ama bir minik porsiyon balık yiyeyim diyorsanız olur, ama bana bir daha  asla olmaz! Beni ancak Beşiktaş Balık Pazarı'ndaki Derya Balık paklar, o kadar!

Eh, ben artık kaçarım yavaş yavaş. İso'cumun kardeşini vermiştik biliyorsunuz. Şimdi sıradaki adım, yani nişan var. O yüzden Ankara bizi bekler. Haftaya Çarşamba akşamına kadar beni özleyin, olur mu? :)

İyi hafta sonları. 





Varoluş Şifreleri

Yolunuz Nişantaşı'na düşerse  Galeri Işık'ta 20 Nisan'a kadar devam edecek olan Varoluşun Şifreleri sergisine de uğramanızı öneririm. Ressam Metin Ünsal'ın yağlıboya portre ve figürlerinden oluşan sergide toplam 16 eser yer alıyor. Sergideki resimlerin üzerinde göreceğiniz harita parçaları "umutları" simgeliyormuş. Ressamla benzer bir düşünce yapısına sahip olmak güzel.:) Aşağıda soldaki çalışmanın adı Kuşku, sağdakini not etmemişim. 


Metin Ünsal üçlemenin son halkası olan bu sergisiyle ilgili şu yorumu yapmış: "Bu duygu ve varoluş gerekliliğini; çalışmalarımda, haritalar ve figürün bileşimi ile ifade ediyorum. Bir başka deyişle, bireyin umut ve merakı sonucu oluşturduğu hedef ve keşifleri, bu sentezin suretleri olarak tanımladığım; 'Yaşam Haritaları'nın yüzeye yansıması olarak görüyorum. Bu bağlamda ve bireyin mutlak bir yol/yaşam haritası olması gerektiği noktasından hareketle, sergimde yer alacak büyük boyutlu işlerimde, özellikle yaşamın bize sunduğu sonsuz seçenekleri görebilmenin ve yarına tutunabilmenin gerekliliğini bir kez daha gözler önüne sererek, pekiştirmek istedim. Bu düşünceyle, çalışmalarımda güçlü umutları olan veya bu enerjiyi geniş kitlelere ulaştırmak suretiyle toplumu etkileyebilen ya da umutlandıran kimliklerin portrelerine yer verdim."


Yukarıda solda sağa sırasıyla Umuda Odaklı, Tanıklık ve Senfoni tablolarını görüyorsunuz. Ve buraya seçtiklerimin hepsi dev tuvaller üzerine yapılmış olan resimler. Bunlar dışında küçük tablolar ve Duygu Asena'ya ithafen yapılmış bir Kimlik tablosu da bulunuyor. 

Bence gezin. Gezdikten sonra da tatlı molası için Midpoint'e gidip bir creme brulee yiyin. Aşağıdaki geçen hafta Deniz'le öğlen Trump Tower buluşmamızda oradaki Midpoint'te bizzat tarafımca yenmiş ve pek beğenilmiştir. Midpoint standartlarına güvendiğim için Nişantaşı'ndakinin de aynı lezzette olacağını düşünerek içim rahat öneriyorum. 


Bu aralar had safhada bahar bunalımı yaşadığım için olsa gerek kendimi tatlıya verdim. Sonum hayrola! Üstelik Nisan ayı içinde bir nişan bir de düğün daveti beni bekliyor. İnsanın kendini en kötü hissettiği, kıştan daha yeni çıktığı bu korkunç ayda evlenen ve nişanlananları kınıyorum.:) Bana Eylül'le Ekim'le gelin lütfen, ki Jessica Rabbit misali en seksi elbiselerle, yanık tenimle salınayım ortalıklarda. :)  



Sefiller ve Yedinci Gün

Her ikisini de yazmak için geç kaldım, farkındayım. Ama n'apalım, kısacık da olsa ikisi hakkında da fikrimi belirtmezsem olmaz. Önce Sefiller

Bu yılın başında tanıtım videosunu görür görmez heyecanla beklemeye başladım  bu Victor Hugo'nun başyapıtı sayılabilecek romanından yapılan uyarlamayı. Nasıl beklemem? Romanı severek okumuşum. Oyuncular arasında Russell Crowe, Hugh Jackman ve Anne Hathaway var. Müzikal bir film. Ve yönetmeni ise King's Speech'ten tanıdığımız Tom Hooper. Daha ne olsun? Uyduruk bir suç nedeniyle kürek mahkumu olan, ancak sonra iyi yürekli bir rahibin kendisine karşı sergilediği hoşgörülü davranışlı hayatının dönüm noktası olarak belirleyerek çalışkan, iyi, dürüst ve ahlaklı bir adam olmaya karar veren Jean Valjean rolüyle Hugh Jackman favorim oldu. Onun hem eski hem yeni hayatındaki bir numaralı baş belası olan polis şefi Javert rolündeki Russel Crowe da çok başarılıydı. Filmdeki favorilerimden minik Cosette'in annesi Fantine'i oynayan Anne Hathaway kısacık rolüne gitmişti bana göre. Cosette'in bakımını üstlenmiş olan çıkarcı ve üçkağıtçı ailenin işlettiği pansiyonda geçen sahnelere bayıldım. Toplumsal hayata da ışık tutan bir roman Sefiller. Dönem Fransa'sını ve o yıllardaki toplumsal hayatın sorunlarını anlatan bir eser. Ve eserin bu özelliği de filme çok güzel yansıtılmış. Başarılı dekor ve kostümlerle de daha güçlü bir etki yaratılmış. Sonuç olarak merakla beklediğime değen bir film oldu benim için. Biraz uzun ve karanlık bir film olduğu için izlediğiniz saati iyi seçmeniz şartıyla herkese tavsiye ederim. 

Kitap önerim ise İhsan Oktay Anar'ın Yedinci Gün'ü olacak. Puslu Kıtalar Atlası ve Suskunlar kadar keyif alamamış ve okurken zaman zaman kopmuş olsam da yine beni bambaşka masalsı diyarlara götürdüğü için okuduğum İhsan Oktay Anar romanı. Yeterince keyif alamamış olmamın nedeni de bir hikaye bütünlüğü olmamasıydı sanırım. O kadar ki şu an bile kitabın ne anlattığını anlat deseniz anlatamam size. Yine de yazara ithafen "sevgi anlaşmak değildir, nedensiz de sevilir" şarkısını söylüyorum.:)

Beni masalsı diyarlara götüren bölümlerini sevdim kitabın demiştim değil mi? Mesela, "zamanın röntgen cihazının mümin hanımlara tehlike arz edebileceğini düşünen bir terzinin hayır olsun diye kurşunla zırhlanmış feraceler dikmesi ve bu ağır elbiselerle mesire yerine gitmek için Yemiş İskelesi'nden kayığa binen beş kadının denize gömülüvermesi" hikayesi. Ya da "Cenab-ı Hakk'ın vahyini icat ettiği ahizeyle müminlere iletmek üzere şehirde eterle uyutulup camiye getirilerek ahizeye bağlanan ilk şeyhin kafasının 30.000 volt ve 145 amperle kömürleşmesi" hikayesi. Ya da ne bileyim "üniversitenin İdrisoloji Kürsüsü" kavramı falan da bana keyif verebiliyor. Yani bu kitabı herkese önermem, ama İhsan Oktay Anar severlere "bir bakın bakalım" derim.

İyi haftalar hepimize...



Saklama Bağışla!

Hatay'da bulunan Nergisli Cumhuriyet İlkokulu'nun sınıf öğretmeni Mahmut Adın bize çağrıda bulunuyor. Kulak vermek ister misiniz?



Gölgeler görüyordu çocuğun gözleri gölgeler… Ne olduğu belli olmayan… Rüyaydı bu…İki el miydi kuş taklidi yapan, yoksa kanlı canlı bir kuş muydu kanat çırpan? Bir kuş taşıyamazdı onca hikayeyi sırtında. Hele bir el; kaç şiir, kaç masal  sığardı ki? Besbelli bir kitaptı bu, okunmaya hazır.  En güzel sayfasını açmıştı bak! Bir çift göz bekliyordu sadece ne güzel!
Uyandı çocuk sonra, doğruldu yerinden; odaya göz gezdirdi iyice. Yoktu uçan kitaplar. Sözcükler dökülmüyordu gökten.Reklamlarını, ölüm ilanlarını bile ezberlediği bir gazete vardı odunların altında, bir de öğretmeninden dinlediği birkaç masal, zihninde her gün rüyalarına giren...
Bu, Ahmet’in öyküsüdür. Ahmet bizim köyümüzdeki her çocuğun adı. Onlara masallarını, hayallerini verelim dedik; kahramanları da siz olun istedik. 
Hiç önemsemediğiniz en küçük yardım bir hayatı baştan sonra değiştirebilir.Evinizin bir köşesinde atıl durumda olan  dergi, ansiklopedi, masal-roman ve hikaye kitaplarınızı okul kütüphanemiz için gönderirseniz çok memnun oluruz
Kütüphane projemize destek olmak için ne mi yapabilirsiniz?
- Hikaye, roman, dergi, ansiklopedi türü kitapları okulumuza kargo olarak yollayabilirsiniz.
- Projemizi arkadaşlarınıza, akrabalarınıza vs duyurarak daha geniş kitlelere ulaşmamızı sağlayabilirsiniz.
- Facebook, twitter, friendfeed ve bloglarınızda projemizi duyurarak ve sayfaya dair linki sosyal mecra hesaplarınızda paylaşarak destek olabilirsiniz.

Okul Müdürü: İbrahim KURUCAN Tel: 0 505 820 0687

Proje Sorumlusu: Mahmut ADIN (Sınıf Öğ.)
İletişim: mahmutadin@hotmail.com


Twitter: @NergisliOkul

Okul Adresi: NERGİSLİ CUMHURİYET İLKOKULU REYHANLI/HATAY


Bir de minik bir not eklemiş Mahmut Bey:
* Köy okulu olduğumuzdan dolayı kargoyla ilgili bazı sıkıntılar olabiliyor. Bu yüzden okulumuza kitap gönderirseniz eğer kargo bilgilerini mail-Twitter ile bildirirseniz seviniriz.

Bence süper proje. Düşünenin ve emek verenlerin ellerine sağlık. Daha önce çok ayıkladığım için benim kütüphanemden bir ilkokul kütüphanesi için uygun bir şeyler çıkar mı bilmiyorum ama tekrar bakacağım ve uygun bir şeyler kalmışsa mutlaka göndereceğim. Hatay'a çok yakın olan bizimkilere bu linki göndereceğim, onlar da eşe dosta duyursunlar diye. Onların çevrelerinden iş çıkabilir diye düşünüyorum. Ve de buradan ve Twitter'dan duyuracağım. Elimden gelen budur. Peki, siz neler yapacaksınız? 

KAFT Tasarımlarıyla Tanışın

KAFT'tan hiç haberim yoktu. Ta ki bir gün mail kutuma "tişörtlerimizle tanışmak ister misiniz?" mealinde bir e-mail gelene kadar. Bana dilediğim bir tişörtü web sayfalarından ücretsiz olarak ısmarlayabileceğimi söylediler. Beğenirsem marka imajlarıyla örtüştüğüne inandıkları  İmgeleme takipçileriyle paylaşmamdan mutluluk duyacaklarını da belirtmişler (ki zaten bunu belirtmeye hiç gerek yok, zaten beğendiğim şeyleri anında paylaşmazsam çatlarım! :) ). Bakalım tasarımlar bana uyar mı dedim ve attım kendimi KAFT'ın web sayfasına. 

Ve web sayfasında gördüğüm kadarıyla bile çok sevdim KAFT tasarımlarını. Sayfayı gezerken siz de anlayacaksınız ne demek istediğimi. Tasarımların her birinin hikayesi de yazıyor açıklama bölümünde ve etiketlerde. Paul Auster’den Osho’ya , Mevlana’dan Einstein’a hatta Pink Floyd’dan Mendelssohn’a birçok müzisyen, düşünür ve yazardan ilham alan KAFT, sıradan grafiklerden farklı, yaratıcı tasarımlara sahip, aynı zamanda tüm detaylarıyla özenerek hazırlanmış tasarım tişörtler, sweatshirtler, telefon kapakları ve posterler bulmanız mümkün.  Ayrıca %100 pamuktan yapılmış tişört kumaşının kalitesini anlamak için daha yakından görebileceğiniz bir görsel de var. Ama gören bir ağızdan duymak isterseniz hemen söyleyeyim gerçekten kaliteli bir penyesi var. Baskı kalitesi de iyi görünüyor ama en az iki kez makineye atmadan o konuda bir şey söylemem (yanlış yönlendirmiş olmayayım sizi).

Sayfayı gezerken aklımda kalan birkaç tane tasarım oldu ama ilk etapta deneyip görmek için sadece bir tanesini ısmarladım: Thanks TVZeitgeist'ten alınmış açıklamasına da kendisine de bayıldım bu tişörtün. Pazartesi öğleden sonra sipariş verdim ve Çarşamba günü elime ulaştı. Her aşamada da kargo süreciyle ilgili bilgilendirme mailleri aldım. O yüzden KAFT'ın hizmet kalitesini de ayrıca tebrik etmek gerek. 


KAFT ile tanıştığıma memnun olduğuma göre artık aklımda kalan diğer iki tişörtü de alabilirim. Hangileri mi? Sakinlik ve Solo Violin. Harika değiller mi sizce de? 

KAFT'ı Twitter üzerinden de takip etmek isterseniz @KAFTco kullanıcı adıyla bulabilirsiniz. Buradan değişik bilgiler de öğrenebilirsiniz. Örneğin, Yalan Dünya'nın son bölümünde Emir'in üzerindeki tişörtün KAFT'ın Lightspeed tasarımı olduğunu.:) 
  
E hadi o zaman. 30 gün iade garantisi ve ücretsiz kargo avantajlarıyla bir KAFT tasarımına sahip olmak isteyenler ister web sayfasına. Online alışveriş yapmam, ürünleri görerek almak istiyorum diyenler için de biri İstanbul'da diğeri Ankara'da iki adres var burada. Daha ne olsun?

İyi hafta sonları...

Son Adana Turu Notları

Geçen hafta beş gün boyunca Adana'daydım. Peki neler yaptım?

Her şeyden önce annem ve babamla harika zaman geçirdim. Bol sohbet eşliğinde yiyip içtim. 

Yemek için önceki Adana gezilerinden hatırlayacağınız bazı duraklara uğradım. Elem Kebap ve Ciğerci Bedo gibi. Ciğer ve kebap misyonu tamam, sırada balık var diyerek bir gün de annemle Turgut Özal Bulvarı'ndaki yeni favorileri Altın Balık'a gittik. Ve hatta annemin önerisiyle öğle rakısı eşliğinde balıklarımızı ve "köylü" adını verdikleri nefis sarımsaklı patatesi yedik. Adana'ya giden balıkçıya gitmez, biliyorum, ama gidecek olursanız burası aklınızda olsun. Mart ayıyla birlikte baharı yaşamaya başlayan Adana'da açık havada oturup, yanınızda çimlerde tavşanlar koştururken rakı-balık yapmak için ideal bir yer. 


Adana'da bahar böyle görünüyor işte. Tadını çıkarmak gerek... Zira Adanalı'nın yazla imtihanı da meşhurdur bilirsiniz. O yüzden en güzel aylar Nisan-Haziran arasıdır denir. Ben sıcağını da severim, o ayrı.


Ama bahar her yerde bahar tabi. Arada bol bol yağmuru da var. Ancak bizde bir gün güneş bir gün yağmursa Adana'da on gün güneş bir gün yağmur şeklinde seyrediyor hava. O yağmurlardan biri bana da denk geldi. O gün de kendimizi doktor kontrollerine verip sonrasında da Optimum Outlet'e attık biz de. İlginç bir şekilde Adana alışveriş anlamında bana da İso'cuma da hep iyi gelmiştir. Ummadığımız şeyleri buluruz, arayıp bulamadığımız şeyler denk gelir bir şekilde. Ben de minik bir kaban ve bir sandalet aldım buradan. Bu da baharın özelliği işte: bir yazlık bir de kışlık ganimet! :) Sonrasında yağmurlu Adana'yı izledik biraz AVM'nin terasından. Karşımızda Sabancı Merkez Camii ve Seyhan Nehri.


Adana'dan İstanbul'a yanımda bir ganimetle daha döndüm: akıllı telefon! Evet, sonunda ben de teknolojiye evet diyerek emektar Nokia'ma veda ettim. Bizimkilerin önceki hafta Chicago gezilerinden dönerken bana getirdikleri akıllı telefonuma da hemen alışıverdim. Bazen eski kafalı ve gereksiz inatçı hallerim vardır benim. Ne gerek var ya, diyerek bu zamana kadar ertelemiştim bunu da. Annem ve babam bile benden önce geçmişlerdi bu teknolojiye, o kadarını söyleyeyim size. Ongun da "Nokia'nın beni bile kaybettiğine göre artık batmaya mahkum olduğu" yorumunu yaptı. Gerçekten de cep telefonu olarak Nokia dışında hiçbir şey kullanmamıştım şimdiye kadar. O yüzden lütfen ıslak ellerle tuttuğum, yeri geldiğinde klozetin üstünden sektirerek duşakabine çarptırıp yere düşürdüğüm, bira damlalarıyla silkip kendine getirdiğim ve yine de gık demeden, şarjı bir hafta bitmeden bana dayanan bu emektar telefonuma hak ettiği saygıyı göstererek veda edelim. Ben ayakta alkışlıyorum onu! Ve emekliliğinde de onu kılıfı ve şarj aletiyle birlikte dolabımın güzide bir rafına yerleştirerek rahat ettireceğime dair söz veriyorum. :)


Şehre indiğimiz hemen her seferinde Kazım Büfe'den havuç suyu içmeyi de ihmal etmedik. Çocukluğumuzun Kazım Büfe'si de bunca zaman sonra nereden aklıma geldi derseniz önceki hafta sonunu Adana'da geçiren Ata aklıma soktu diyebilirim. Ata'ya Facebook üzerinden verilen öneriler içinde "Kazım Büfe'nin muzlu sütünü" görünce okul yıllarım geldi aklıma.  Evimize ve okulumuza çok yakın olan o harika muzlu süt kokusu! Ama muzlu süt bana yemek kadar doyurucu geldiği için Adana'da midemde ona da yer ayıramadım maalesef. O yüzden havuç suyu ile idare ettik biz de. Adres için aşağıdaki fotoğrafı da aldığım web sayfasına buyrun.


Bir de kediler var tabi.. Bahçenin vazgeçilmezleri. Annemin tatil köyünün müşterileri.:) Bu kez iki aylık dört minik vardı kutunun içinde. Anneleri ve hamile olan ablaları ile birlikte. Ve İstanbul'a dönmeden önceki gün hamile abla da doğurdu. Kedi doğumuna ve lohusalık depresyonuna da şahit oldum böylece! Doğurduğu yavruyla hiç ilgilenmeyen bir anne oldu bu abla kedi. Öyle ki plasentayı yemedi, yavrularını yalayıp temizlemedi, yanına alıp ısıtmadı ve emzirmedi. Betonun üstünde öylece bırakıp gitti. Anneanneleri yaptı bunları onun yerine. Biraz bekledikten sonra doğal hayata müdahale ettiğimin farkında olarak ben alıp hepsinin yanına koydum minişleri üşümesinler diye. Sabah uyandığımızda iki tane de ölü doğmuş kedi vardı. Ve anne hâlâ hayattakileri sallamıyordu! 


Merak içinde annemden o iki survivor'un ne durumda olduğunu öğreneceğim artık her gün. Acaba tutunabilecekler mi hayata? Anneleri acaba kendisi çok küçük olduğu için mi anne olduğunu anlayamadı? Yoksa çocuklar prematüre veya sağlıksız doğdular da doğal seleksiyon nedeniyle nasılsa yaşamazlar diye mi ilgilenmiyor? Yoksa doğalı en doğal haliyle yaşayan doğada bile "anne olmayı istememek" diye bir şey var mı?... sorularıyla döndüm evime.

Bu da böyle bir Adana turuydu işte...


Sanat Küçük Kalplere Dokunuyor

Sanat, tıp ve iş dünyası, kalp hastası çocuklar için el ele veriyor. Ünlü ressam Renée Niklan’ın 17 eseri, 10-14 Nisan tarihlerinde Ekavart Gallery’de sergileniyor. Ekavart Gallery nerede diyenlere, işte adres:  The Ritz-Carlton Hotel, Süzer Plaza, No: 15, Gümüşsuyu-İstanbul. Sergi, çarşamba-cuma günleri 11.00-18.30, cumartesi günü ise 12.00-18.30 saatleri arasında gezilebilir.


Bu serginin diğerlerinden farkı ne derseniz, salt bir resim sergisi olmanın ötesinde bir kurumsal sosyal sorumluluk projesi niteliği taşıdığını söyleyebiliriz. Sergideki eserlerin satışından elde edilecek gelirin tamamı, gelişmekte olan ülkelerde doğuştan ya da sonradan kalp hastası olan çocukların tedavi edilmesi için kullanılacak. Tedavileri, bu işe gönül vermiş bir avuç tıp insanının kurduğu Herkes İçin Kalp Derneği (www.cptg.ch) gerçekleştirecek. Dernek, modern tıbbın sunduğu olanaklardan yararlanamayan bu çocukların İsviçre’de ya da kendi ülkelerinde ücretsiz tedavi olmalarını sağlıyor.
Ne yazık ki, gelişmekte olan ülkelerde her yıl yaklaşık 2 milyon çocuk kalp bozukluklarıyla doğuyor ve bu çocukların yarısı maddi kaynak veya sağlık sektöründeki insan kaynağı yetersizliği nedeniyle ilk iki yıl içinde yaşamını yitiriyor. Bu ülkelerde açık kalp ameliyatı olmayı bekleyen çocukların sayısı ise 8 milyonu buluyor.

Herkes İçin Kalp Derneği’nin kurucusu Ord. Prof. Dr. Afksendiyos Kalangos. Kalangos, iki kez Nobel Tıp Ödülü’ne aday gösterilmiş bir kalp cerrahı. Bu alanda 14 ayrı teknik geliştirmiş. Son 100 yılın en iyi cerrahlarından biri olarak tanınıyor. Ayrıca, dünyanın en prestijli tıp ödüllerinden Fransız Tıp Akademisi Ödülü’ne sahip.
Sergi, Alvimedica’nın sponsorluğunda gerçekleştirilecek. Alvimedica Yönetim Kurulu Üyesi Leyla Alaton, hayır amaçlı bu tür etkinliklere özel önem veriyor ve Herkes İçin Kalp Derneği’ni yürekten destekliyor.

Niklan’ın mutluluk, umut ve sevgi mesajları içeren eserlerinden oluşan  “Sanat Küçük Kalplere Dokunuyor” temalı sergisini mutlaka görün. Gidemem diyorsanız, sergiyi Türkiye’nin ilk online sanat televizyonu www.ekavart.tv’de de izleyebilirsiniz. Resimler, yüreğinizi ısıtacak…

Hem dernek hem de sergi hakkında şuradan bilgi alabilirsiniz: http://alvimedica.com/hearts-for-all/tr/

Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.

Bir İyi, Bir Kötü

Önce iyi olanı.. Nesfit'in çikolatalı gevreklerinin hastasıyım! Ama ben sütle birlikte yemek yerine daha çok tek başına yerim onları. En çok da kahve yanında mini bir kase ya da akşam TV başı atıştırması olarak midi bir kaseyle. Bir Fikrimühim olarak da Ballı Bademli Nesfit ile tanışma fırsatım oldu. Muhtemelen başka türlü elim çikolatalıdan başkasına gitmezdi. İyi ki de tanışmışım. Bayıldım kendisine. 

Sütle yemeği tercih edenler için zaten biçilmiş kaftan; ilave hiçbir şey eklemeye gerek yok tatlandırmak için. Benim gibi çerez niyetine yiyenler için de tadı gerçekten harika. Ben tatsız-tutsuz, sade kahvaltılık gevrekleri ve müslileri sevmediğim için "tadı harika" derken ürünün kendisinin tatlı olduğunu anlamışsınızdır sanırım. Bence sağlıklı atıştırmalık olarak deneyebilirsiniz.. Benim gönlümde Çikolatalı Nesfit'in tahtını paylaşmaya aday bu Ballı Bademli Nesfit. Twitter'da ürün hakkında neler yazıldığını görmek isterseniz  etiketine tıklayabilirsiniz.


Sırada beğenmediğim ürün var: Sephora göz makyaj temizleyicisi. Daha önce Avon, Neutrogena ve Yves Rocher'un göz makyaj temizleme ürünlerini kullandım ve hepsinden de çok memnun kaldım. Hangisi denk gelirse onu alıyordum. Ama ne olduysa Sephora'dan makyaj malzemeleri aldığım o gün oldu. Kasadaki görevli hemen oraya sıraladıkları göz makyaj temizleyicilerini göstererek "suya dayanıklı makyajı bile çıkarabilecek kadar güçlü, yağlı his bırakmayan, üstelik de indirimdeki bu ürünü denemek ister miyim" diye sorunca ve ben de evdeki temizleyicimin bitmek üzere olduğunu hatırlayınca "atın bakalım bunu da sepete" dedim. Yani şunu:  


Ama gelin görün ki ürünün sözü edilen hiçbir özelliğinin olmadığını bizzat gördüm. Suya dayanıklı makyajı geçtim, üşendiğim için günlük makyajda gayet uyduruk bir iki kat sürdüğüm rimeli bile çıkardım sanıp otururken bir iki saat içinde göz altlarımın Michael Jackson'un Thriller klibindeki zombilere döndüğünü fark ediyorum! :) Göz çevremde bıraktığı yağlı hissi geçirmek için de yüzümü yıkaya yıkaya kurutmuş olabilirim. Yani ürünün tek özelliği fiyatının uygunluğuydu (15-20 TL arası bir şeydi) ama onun için de almaya değmez. Çünkü diğer bahsettiğim ürünler de aynı fiyat kategorisinde ve alanlarında gayet başarılılar. Makyaj malzemelerinde iyisin ama temizleyici de sınıfta kaldın Sephora, üzgünüm!

İyi haftalar..