Toprak ve Sessiz Bir Ölüm

Ölüm dolu olsa da gerçekten çok güzel iki kitap ile karşınızdayım. Hem ölüm de yaşama dair değil mi, niye kötü olsun? Belki de yaşamın en bilinmeyen parçası, önünde elimizi kolumuzu nereye koyacağımızı bilemediğimiz, bizi tuhaf hissettiren, o yüzden de göz göze gelmeye çekindiğimiz bir olgu. Her ne olursa olsun hepimizin hem kendimizde hem de sevdiklerimizde en az bir kez yaşayacağı bir hal bu. İşte Simone de Beauvoir'in Sessiz Bir Ölüm'ü tam da sevdiğin birinin ölümüne tanık olmakla ilgili. Yazarın kendi annesinin ölüm sürecini anlattığı bir kısa roman. Genellikle hastane odasında geçse de geriye dönüşlerle annenin yaşamını ve anne kız arasındaki nispeten kopuk ilişkiyi de anlatan bir roman. Sadece ölümle ilgili demek çok yanlış olur o yüzden. Aslında bir tür duygularla ve ilişkilerle yüzleşme romanı denebilir. Bilge Karasu çevirisiyle de tadından yenmiyor tabi. Öneririm.




Robert Seethaler'ın Toprak adlı romanı ise aslında kısa öykülerden oluşuyor gibi bir tat veriyor. Küçük bir kasabanın sakinlerinin ölüm hikayelerine gidiyoruz öykü tadındaki her bölümde. Ölmeden önce ne düşündüler, yaşamlarından geriye ne kaldı, hikayeleri nasıl, kırgınlıkları, öfkeleri, pişmanlıkları var mıydı, hayatlarına geri dönseler ne söylerlerdi... Bu ve bunun gibi soruların yanıtlarının yer aldığı hikayeleriyle ölen kasaba sakinlerinin yaşam öykülerine konuk oluyoruz. Böylece ölümün yaşamdaki yerini de görüyoruz. Ve ölen bir kişinin yaşamının hangi kesitini anlatmaya, hatırlamaya değer bulduğunu. Gerçekten çok ilginç bir roman ve tertemiz bir anlatım dili. Takip edilecek bir Alman yazar daha bulduğum için kendi adıma ayrıca çok mutluyum, çünkü okuduğum her Alman yazarda Alman edebiyatını çok sevdiğimi fark ediyorum.

Kısacası ölümle ilgili desem de iki roman da aslında basbayağı yaşamla ilgililer. İkisini de okumanızı öneririm. Şimdiden iyi okumalar.

Ve tabi ki iyi yıllar diliyorum. 2020'den hepimizin pek çok ders çıkardığını düşünüyorum. Yaşadığımız en harika yıl olmasa da bu anlamda çok değerliydi bence. 2021'in mümkünse biraz daha kolaylıkla geçmesini diliyorum. Ve hep olduğu gibi ne olursa olsun, fiziksel, ruhsal ve zihinsel sağlığımız yerinde olsun da gerisini illa ki hallederiz diyorum. Sevgiler hepinize.

Instagram Önerileri: Mark Hyman, The Magger, Root

Bundan sonra aklıma geldikçe bana göre takip edilesi Instagram hesaplarından da söz edeyim diyorum blogda. Madem sosyal medyada en çok zamanı orada geçiriyoruz, o zaman bunu hak ediyor demek ki. :) Tabi kişinin ilgi alanları da çok önemli hesapları takip ederken. Ben seyahat, kitap, dekorasyon ve sanat hesaplarını takip etmekten çok hoşlanıyorum. Son bir yıldır da fonksiyonel tıp ve sağlıklı yaşam ilgimden dolayı bu tür hesaplardan da pek çoğunu takip etmeye başladım. Her postta üç öneride bulunarak ilham aldığım ve severek takip ettiğim ve çok şey öğrendiğim ya da ruhuma iyi gelen hesapları sizlerle de paylaşmak istedim. O zaman başlayalım:

1) Dr. Mark Hyman: Fonksiyonel tıbbın babalarından @drmarkhyman. Yediklerinizin ilacınız olduğuna inananlardan. İngilizce paylaşımlarını takip edemem derseniz Türkçeye çevrilmiş Fonksiyonel Tıp Yaklaşımı ile Zihin Detoksu adlı çok kapsamlı bir kitabı da var. Günümüzde korkunç bir güce sahip ilaç ve gıda sektörünü düşündüğümüzde sağlık açısından bizi doğru yönlendirmeye çalışan fonksiyonel tıp uzmanlarını dönemin yel değirmenlerine karşı savaşan Don Kişot'ları gibi gördüğüm doğrudur. O yüzden bu alanda sık sık önerilerde bulunacağım sizlere. Dr. Mark Hyman'ın çok güzel sağlıklı tarifler de paylaştığını hatırlatayım.  


2) The Magger: Seyahat, sanat, mekan önerileri, proje ve sergi haberleri, ilham verici sanatçı işleri ile ilgili bizleri bilgilendiren bu hesabı takibe almanızı öneririm. @themagger sayesinde adını belki de hiç duymayacağım sanatçılar ve işleriyle tanıştım. Örneğin aşağıdaki proje gibi. Müthiş değil mi? 


3) Root Atelier: Root bir bitki dükkanı ve aynı zamanda atölyeler, danışmanlık be peyzaj projelendirme hizmetleri sunan yeşil mi yeşil bir hesap. @rootatelier sürdürülebilir bitki tasarımını ön planda tutmayı amaçlayan ve doğadan ilham alan bir ekibin hesabı. Altı aya yakın İstanbul'dan uzak yaşadığım için burada istediğim bollukta yeşil bitkiye bakamıyorum ama bu, Root gibi hesaplara bakarak içimin açılmasına engel değil tabi ki. Bir göz atın derim. 


Bu post'luk bu kadar. Umarım hoşunuza gitmiştir ilk üçlü. Sizlerin de önerilerinizi beklerim her zaman.

Sergi: Maziyi Korumak

Meşher, “Mâziyi Korumak” sergisiyle, 40. kuruluş yıldönümünü kutlayan Sadberk Hanım Müzesi’nden bir seçkiyi Beyoğlu’na taşıyor. Müzenin Arkeoloji ve Türk-İslam Sanatı bölümlerinden 200’ü aşkın çarpıcı örnek, ziyaretçileri Anadolu’nun uygarlıklar tarihinde bir zaman yolculuğuna çıkarıyor. Sergi, 16 Aralık’tan itibaren, Salı–Cuma günleri 11.00–17.00 arasında Meşher’de görülebilir.

Türkiye’nin ilk özel müzesi olan Sadberk Hanım Müzesi’nin arkeoloji ve Türk İslam sanatı koleksiyonlarından özenle kurgulanan “Mâziyi Korumak”, M.Ö. 6. binyıldan 20. yüzyıla uzanan döneme ait eserlerden derlenen seçki, Anadolu uygarlıklarının ve Osmanlı sanatının nadide örneklerindeki yaratıcılığın ve ustalığın öyküsünü anlatıyor.



Küratörlüğünü müzenin müdürü ve sanat tarihçisi Hülya Bilgi’nin yaptığı sergi, Anadolu’da yaşayan uygarlıkların maddi kültür kalıntılarını pişmiş toprak, cam, maden ve taş gibi farklı malzemelerden üretilmiş eserler üzerinden kesintisiz bir kronolojiyle gösteriyor. Sekizinci yüzyıldan Cumhuriyet’in ilk yıllarına uzanan Türk-İslam Bölümü ise çiniden gemi kandiline, ipekli dokumalardan ayakkabılara, özellikle Osmanlı sanatının doruk noktasına ulaştığı dönemlerin eserlerine odaklanıyor.


Sadberk Hanım Müzesi’nin de özellikle üzerinde durduğu, kültürel mirasın korunarak gelecek kuşaklara aktarılmasının önemine dikkat çeken sergi, Anadolu uygarlıklarının ve Osmanlı sanatının seçkin örneklerindeki yaratıcılığın ve ustalığın öyküsünü nadide nesnelerle ziyaretçilere sunuyor.

PS: Alexis Gritchenko'nun İstanbul Yılları sergisi hâlâ bu linkte çevrimiçi ziyarete açık. Aklınızda olsun. 

İyi gezmeler. 

Kitap Önerileri: Su Kürü ve Amerikana

Genç yazar Sophie Mackintosh'un 2018 Man Booker Ödülü'ne aday gösterilen ilk romanı Su Kürü'nü bitirdim. Ve bitirir bitirmez de yazmak istedim bu etkileyici romanı. Büyük olasılıkla üç kız kardeşin dışarıdaki yaşama karşı "korunaklı" büyütülmek adına maruz kaldıkları yetiştirilme şekli çok içinize dokunacak okurken. Hatta biraz da Educated (Talebe) romanında olduğu gibi hak gaspına karşı isyana benzer bir duygu oluşabilir içinizde. Bir tür duygusal -ve fiziksel- şiddet öyküsü bu. Sevgisizliğe mahkum edilme öyküsü - hem de en "sevilmesi gerekenler" yani aile tarafından. Çok etkilendim. Yeni eserlerini takip edeceğim genç bir yazarla tanışmış olduğum için de çok mutlu oldum. Öneriyorum. 

Bir şahane roman da Amerika'da yaşayan Nijeryalı yazar Chimamanda Ngozi Adiche'nin tam da kendisi gibi Amerika'da yaşayan Afrika kökenli insanlara karşı beyaz Amerikalıların bakışına değinen, ten rengi ve sosyal sınıflara göre yapılan ayrımcılığı hem çarpıcı hem de esprili (özellikle Ifemelu'nun blog yazıları müthişti) bir dille anlatan bir roman. Genç bir Nijeryalı kadın olarak toplumdaki kültür çatışmalarını, arkadaşlık ve aşk ilişkilerini anlatıyor Amerikana. Batılılaşmanın bir anlamda Batı'ya maruz kalma olduğuna da değiniyor kitabın arka kapağında çok güzel ifade edildiği gibi. Bu kitabı okur okumaz hemen Mor Amber'i de aldım ve kütüphanemin okunacaklar rafına ekledim. 



"Hiçbir şey olduğu gibi değil. Her şeyin başka bir anlamı olmak zorunda. Saçmalık. Geçen gün Marcia siyah kadınların şişmanlığının sebebinin bedenlerinin kölelik karşıtı hareketin sahneleri olması olduğunu söyledi. Tabii öyledir; hamburger ve gazoz kölelik karşıtı hareketse."

İyi okumalar! 

Contemporary İstanbul 2020

Her yıl heyecanla gezdiğimiz Contemporary İstanbul da bu yıl değişime uğradı haliyle. İlk kez online olarak gerçekleşecek. Bu kapsamlı sanat fuarının fiziksel olarak ilkbahar döneminde açılması bekleniyor. Ancak şimdilik 19 – 20 Aralık tarihlerinde ön gösterim, 21 Aralık – 6 Ocak tarihleri arasında ise genel ziyaretçiye açık olarak  virtual.contemporaryistanbul.com üzerinden yapılacak. 


Bu dijital platform
, ziyaretçilerin, galerilerin ve sanatçıların gerçekten sürükleyici bir deneyim için birbirleriyle etkileşimde bulunmasına imkan veren  ve hatta gerçek zamanlı olarak uzaktan satın alma çalışmaları yapabileceği bir yapı sunuyor. Bu simbiyotik, deneyimsel platformun lansmanı, teknoloji ve sosyal ağın günlük hayatımıza etkilerinin daha net anlaşıldığı, 2020’nin küresel zorlukları küresel iletişim ve bağlantının öneminin vurgulandığı bir zamanda yapılıyor. Platform, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, sanat hayranlarının ve meraklılarının sanat etkinliğinin keyfini çıkarmasına ve çevrimiçi özel içeriklere erişmesine olanak tanıyacak.

Pek çok bakımdan bu online ve izole yaşamı sevdiğimi söyleyebilirim. Ama sergileri fiziksel olarak gezmenin tadı kesinlikle bambaşka. Ve çok da özledim. Şimdilik online olarak takipte kalmak çok güzel olsa da, maskeleri atar atmaz kendimi ilk olarak galerilere atacağım sanıyorum. 

İyi hafta sonları!

Sergi Haberi: Işığı Aramak

PİLEVNELİ, fotoğraf sanatçısı Ziya Tacir'in "Işığı Aramak" adlı kişisel sergisine 3 Aralık 2020 – 9 Ocak 2021 tarihleri arasında ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. 

Mimari yapıları fotoğrafladığı anıtsal kareleriyle tanınan sanatçının PİLEVNELİ'deki bu ilk kişisel sergisi Japonya serisini sunuyor. Tacir, alışık olduğumuz kurgusal eserlerinin aksine bu serisinde manzarayı ve doğayı ön plana çıkarıyor. Tıpkı Japon estetiğinde olduğu gibi incelik ve sadeliği benimseyerek doğanın ihtişamını vurguluyor. 


Adeta bir 19. yüzyıl fotoğrafçısının lirik bakış açısına sahip olan Tacir, keşfettiği şiirsel ve yalın mekanların sanatsal öykülerini bize sunarken bakış açımızı değiştiriyor; fotoğrafladığı manzaraları adeta bir hatıraymışçasına hafızamıza yerleştiriyor. 

Bu seri için Japonya'nın tenha bölgelerinde zaman geçiren Tacir, yaşamın sadeliğini ve saflığını fotoğraflarına yansıtıyor. Çalışmalarında basit ve boş alan kullanımı, sessizlik ve yalnızlıkla elde edilen netlik ve de güzelliği daha derin bir şekilde takdir etmeye neden olan doğanın 'sade ama çarpıcı' çekiciliği ön plandayken ele aldığı yalın formlar, izleyiciyi zamanı sorgulamaya yönlendiriyor. 

Ziya Tacir, sadece kalıcı ve zamansız olanı değil aynı zamanda şaşırtıcı şekilde sadece bir anlığına var olabilen ya da sonsuza dek kaybolan geçici anları hatırlatıyor. 

Sergi, PİLEVNELİ Dolapdere’de izlenebilir. 

İyi hafta sonları!

Abartılar Diyarı / Overrated Land

Sedat Girgin'in çalışmalarıyla ilk kez iki ya da üç yıl önceki Tomtom Sokak'ta yapılan sanat günlerinde tanışmıştım. Ve baya da aşık olmuştum o çizimlerine. O yüzden yeni sergi haberini seve seve paylaşmak istedim sizlerle. 19 Aralık'a kadar Galeri 77'de görülebilecek Abartılar Diyarı / Overrated Land sergisini gezmek isterseniz, aklınızda bulunsun derim. Evden çıkmadan 3D gezmek isterim diyorsanız da aradığınız link burada


Sanatçı tümü 2020 yılında üretilmiş resimlerden oluşan bu yeni serisiyle gösteri toplumu eleştirisine odaklanırken özellikle pandemi sürecinde daha da önem kazanan sosyal medya üzerindeki yapmacık kimlikleri ve sahte algıları sorguluyor. Girgin’in resimleri Egon Schiele’nin portrelerinde ellerle yansıtılan gergin atmosfere, Oskar Kokoschka’nın konu ettiği nevrotik kişilik bozukluklarına ve gerçeküstücü ressamların simgeci anlatımına göz kırparken kitap illüstrasyonu pratiğinden gelen masalsı tasvirleri sanatçının özgün üslubunu açığa çıkarıyor.

Günümüzün dijital-görsel kültürüne şekil veren Instagram ve Facebook gibi mecralarda oluşturulan basmakalıp profiller meselesinden yola çıkan Girgin, sosyal medyadaki yapmacıklığı dolaylı biçimde ele alırken, konformizm ve özentiliğin yarattığı kişisel ve toplumsal değer çatışmalarının insan psikolojisinde yarattığı tahribatı gözler önüne seriyor. Resimlerinde kendileri dışında her şeyden izole figürlerin iç hesaplaşmalarını yansıtan sanatçı, sahnede olma, görme ve görülme arzusunun arkasında yatan yalnızlık hissine odaklanıyor. Portrelerin parçalı anlatımı konu edilen özneleri anonimleştirirken, karakterlerin sahneyi andıran mekanlardaki performatif eylemleri, sosyal medyada verilen pozları ve Instagram story’lerini andırıyor. Ancak Girgin’in resimleri görselliğin ötesine geçip izleyiciyi yoğun bir duygulanıma ve iç gözleme yönlendiriyor. Böylece beğeni ve takipçi sayısı beklentilerinin yerini “kendilik endişesi” alıyor.
 
Sosyal yaşantımızdan feragat etmek zorunda kaldığımız bu zor ve sıkıntılı izolasyon sürecinde bizlere kendilik etiğinin önemini hatırlatıyor Sedat Girgin. Hayallere dalma, fikir ve kavramlara yoğunlaşma, düşünce dünyasına girme anlamında bir içe dönüşü salık veriyor.

Sergi teaser'ı için aşağıdaki Youtube videosuna bakarak eserler hakkında da bir fikir edinebilirsiniz. 


Şimdiden iyi gezmeler. 

Sergi: Marina Abramovic'ten Akış

Pandemi öncesi gezdiğim son sergiydi. Hatta doğum günü etkinliği olarak 27 Şubat'ta sergiyi gezip üstüne MSA'nın Restoranı'nda yemek yemeyi istemiştim. Ah ne günler! Yüz yıl öncesi gibi geliyor. Zaten o hafta sonu da önce kişisel hayatımda bir altüst oluş yaşamış, sonra pandemiyle birlikte global anlamda hepimiz darmaduman olmuştuk. Asla unutmayacağım bir doğum günü benim için o 42'ye giriş. Ama yıkılmadık ayaktayız, görüldüğü üzere. Çok öğretici yanları da oldu bu geçen ayların. Ve pandemiyi de iyi kötü atlatıyoruz bir şekilde. Aklıma anılar üşüşünce konuyu dağıtmayayım ama çok şükür bu halimize demeden de geçmeyeyim.

Gelelim Akış/Flux sergisine.  O dönemler gezdiğimiz Marina Abramovic sergisi 30 Ekim'de yeniden açıldı ve 20 Aralık'a kadar SSM'de gezilebilecek. Kaçırmayın derim. 


Marina Abramović Enstitüsü’nün (MAI) Türkiye’deki ilk sergisi Akış/Fluxperformans sanatının tarihini ziyaretçi için ulaşılır ve anlaşılır kılmak amacıyla, Abramović’in performanslarının dokümantasyonlarının yer aldığı kapsamlı bir retrospektifi, açık çağrıya cevap veren ve projeye davet edilen sanatçılarla MAI ortaklığında geliştirilen canlı performansları ve video gösterimlerini kapsıyor.

Gösterimler ve performans çizelgesi ile ilgili daha fazla bilgi almak için SSM'nin sergi sayfasına tıklayabilirsiniz. 

Şahsen Ulay ile birlikte yaptıkları o şahane performanslara, Ulay'ın sürpriz katılım sağladığı Artist is Present performansına, Soğan videosuna ve daha pek çok işine bayıldığımı hatırladım şimdi dosyaya bakınca. 



Sanatçının ekolünden genç sanatçı performanslarından ise 24 gün boyunca gözleri kapalı olarak içten dışa doğru kendi labirentini inşa eden Maria Stamenkovic Herranz'ın Bu Ölümlü Ev çalışması çok etkileyiciydi. 




O dönem hem sanatçı olarak hem de kişilik olarak tavrından çok etkilendiğim Marina Abramovic'in Artist is Present belgesel filmini de izlemiştim. İlgilenenlere onu da mutlaka öneririm. Bir de kitap haberi bırakıyorum aşağıya. Everest Yayınları'ndan çıkan sanatçının otobiyografisi Duvarlardan Geçmek de ilginizi çekebilir. 


Varlığıyla fark yaratan, çığır açan, cesur isimlerden biri Marina Abramovic. Henüz tanışmadıysanız en kısa zamanda kendisiyle bir buluşma ayarlamanızı dilerim. 

Pandemi Günlerinde Fotoğraf

İstanbul Modern’in 15 Kasım’a kadar dijital olarak gezilebilecek 43 sanatçının pandemi dönemini yorumladıkları fotoğraflarından oluşan Pandemi Günlerinde Fotoğraf sergisini mutlaka görmelisiniz. Hepsi birbirinden güzel çalışmalar olsa da Haluk Çobanoğlu, Coşkun Aral, Dilan Bozyel, Elif Kahveci, Ali Kabaş, Sıtkı Kösemen gibi favoriler edindim kendime. ;)



Sergi linki burada. Ve ‘vay anasını seyirciler, online sergi gezmeye de alışıyormuş insan’ diyerek şu hayattaki adapte olabilme yeteneğimize bir kez daha şaşırmaktayım. 

Unutmayın son 3 gün!

İyi gezmeler. 

Sergi: Bir Rüyanın İnşası

Yazmaya üşenenlerde bugün. ;) Sizi direkt Pera Müzesi'nin sergiyle ilgili sayfasına ışınlıyorum o zaman: karşınızda Bir Rüyanın İnşası



Unutmayın gezmek için son 6 gün. Aynısı Tasarım Bienali'nin Pera Müzesi'nde görülebilecek işleri için de geçerli. Tabi linkten dijital sergiyi de gezebilirsiniz, o da bir alternatif.

İyi haftalar ve iyi gezmeler!

Kitap Önerileri: Osman ve Arkadaşlarım

Çok sevdiğim Ayfer Tunç'un son romanı Osman'ı çıktığı anda havada kaptım tabi ki. Kapak Kızı ve Yeşil Peri Gecesi'nin devamı niteliğinde ve üçlemenin sonuncusu olan kitabı tek başına da okuyabilirsiniz. Zira aradan on yıldan fazla süre geçtiği için ben de üçlemenin bir parçası gibi değil, bağımsız bir roman gibi okudum - hayal meyal Şebnem'i hatırlamak dışında. Ben Ayfer Tunç'un kurgularının ve anlatımının çok büyük hayranıyım. Bu romanında da beni şaşırtmayıp, bir kez daha büyülediği için de kendisine minnettarım. Osman aile travmalarını aşıp da güçlü bir yetişkin olmayı başaramamış, hassas ve yalnız bir karakter. Birçok yerde içiniz sızlıyor haline, birçok yerde de öfkeleniyorsunuz aklını başına topla biraz be adam diye. Maddi ve fiziksel anlamda her şeye sahipmiş gibi görünen ama içindeki dev manevi boşluk ve eksiklik sayesinde ömrü boyu huzura kavuşamayan ve elindekileri de bir bir yitiren bir Nişantaşı mirasyedisi. Pek çok farklı ağızdan da nasıl biri olduğunu öğrendiğimiz Osman karakterinin uzun süre aklınızdan çıkmayacağına garanti veririm.  



Emmanuel Bove'un Arkadaşlarım adlı romanı da tam bir yalnızlık romanı. Baş kahramanı Victor Baton'un o yoksul mahallesindeki dairesinden çıkıp, tüm gününü zoraki bir şekilde bir ses, bir nefes arayışıyla geçirme hali insanın içini burkuyor. Uzun zamandır sosyal bir varlık olmaktan çıktığı için de nadiren kurabildiği ilişkilerin de çok sağlıklı olmaması işi daha da trajik yapıyor. Kahramanın kendi ağzından ifadesine kulak verecek olursak: "Yalnızlık ne güzel ve ne hazin şey! Kendimiz seçtiğimizde nasıl da güzel! Bize yıllarca dayatıldığında nasıl da hazin!  Bazı güçlü insanlar tek başınayken yalnızlık çekmez ama ben zayıf olduğumdan arkadaşım yokken yapayalnızım." 1924 tarihli yazarın bu ilk romanını okumanızı öneririm.  

Not: Bu arada bu yıl farkındalık konusunda çok fazla kitap okudum. Şu an okuduğum ve yan sütunda gördüğünüz İçsel Devrim de onlardan biri. Bu kitapları post yapmıyorum ama Instagram hesabımda öne çıkanlar bölümünde Farkındalık kategorisi altında önerdiklerimden bazılarını bulabilirsiniz. Diğerlerini de İstanbul'a dönünce ekleyeceğim bilahare. Çatışmasız, enerjimizi doğru kullanabildiğimiz, iç huzuru ve içsel sevinç ile dolu bir yaşam hepimizin şu kısacık hayatlarımızda en çok istediğimiz şey. Ve elbette "okudum, yaptım, oldum" gibi bir durum yok; sürekli zihnimizi, ruhumuzu ve bedenimizi gözlemlemek gerekiyor. Bu kitaplar da bana bu anlamda ışık tutan, henüz  attığım ilk adımlarımda bana biraz olsun yol gösteren rehberler oldular. Bunun için Günsu Engin, Serdar Prem ve Berrak Yurdakul gibi Instagram hesaplarını takip ederek de çok şey öğrendiğimi belirtmem gerekiyor.  Hani "bir yerden girmek istiyorum bu konulara, ama nereden" diyenler buralara bir göz atabilirler bence. 

İyi okumalar! 

DOT Ormanda

Her dönem mutlaka şahane işler yaparak kalplerimizi fetheden DOT Tiyatro, pandemi nedeniyle bu yıl açık havada bizlerle buluşuyor ve DOT Ormanda olarak bizlerle birlikte olmaya devam ediyor. Onların #OrmandaBuluşalım çağrısına yanıt vermek ve pandemiden belki de en çok etkilenen sektör olarak tiyatroyu desteklemek de bizlere düşen bu dönemde.


Kasım ayında doğal olarak hava koşulları nedeniyle de kısıtlı sayıda gösterim olacak. Onların tarihlerini sizlerle paylaşmak istiyorum. 

Prudencia Hart ve Tuhaf Bir Dibe Vurma Öyküsü

7 ve 14 kasım cumartesi 19.30
15 kasım pazar 19.00

Limon Limon Limon Limon Limon



Kemerburgaz Kent Ormanı içinde yer alan DOT Ormanda, sınırlı sayıda oyun, sınırlı sayıda seyirci, maskeli ve mesafeli, gün ışığında ve ay ışığında, bulutların ve yıldızların altında (dizlerde battaniye, başımızda bereler, tabii ki ısıtıcı sobalar eşliğinde) oyun sahnelemeye devam edecek. Her zamanki gibi kocaman bir alkış onlara! DOT bize ormana giderken şunlara dikkat etmemizi söylüyor: 


Açık havadayız diye maskelerinizi götürmeyi unutmayın, çünkü alana girdiğiniz andan çıktığınız ana kadar ve oyun boyunca maske takmak zorunlu.

Şimdiden iyi seyirler. 

Sergi: Pandemi'nin Kutusu

EKAV / Eğitim Kültür ve Araştırma Vakfı, kuruluşunun 28. yılında, üniversitelerin Güzel Sanatlar bölümlerinde okuyan ve farklı disiplinlerde başarı gösteren öğrencilere burslar vererek Türkiye’deki sanat eğitimine destek olmaya devam ediyor. Bu yıl altıncısı düzenlenen “EKAV-ARTIST New Generation 6” sergisini “Pandemi’nin Kutusu” ismi altında genç sanatçıları bir araya getirerek sanatseverlerin beğenisine sunuyor. Sergi 13 Ekim – 20 Kasım 2020 tarihleri arasında Ekavart Gallery’de ziyaret edilebilir.
 

Ekavart Gallery adres: Ritz Carlton Otel, Süzer Plaza No:15 Gümüşsuyu / İstanbul 

Sergi Salı, Çarşamba ve Perşembe günleri 12.00-18.00 saatleri arasında gezilebilir ve ziyaret ücretsizdir. 

Mamut Art Project 2020

Hiç kaçırmadığım sanat etkinliklerinden biri de Mamut Art Project'ti yıllardır. Covid sayesinde Kaş'ta kaldığım süreyi uzattığım için bu sene onu da online görebileceğim artık. Fiziksel olarak gezmek isteyenler için bu yıl Mamut Art Project Yapı Kredi Bomontiada'da ve 27 Ekim-8 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek. Pandemi düzenlemeleri nedeniyle sergiyi gezmek için öncesinde rsvp@mamutartproject.com adresi üzerinden randevu almanız gerekiyor. 

Güncel sanatta yılın umut vadeden sanatçıları için benzersiz bir keşif alanı olmayı başaran Mamut Art Project, sanat kariyerinin başında olan bağımsız yeteneklerin çalışmalarını koleksiyonerler, küratörler, galeriler, kültür-sanat kurumları ve sanatseverlerle buluşturuyor.

2019 senesinde 20.000’e yakın ziyaretçi ağırlayan Mamut, bu sene sizleri 49 yeni sanatçı ile tanıştıracak. Bu yılın sanatçılarını ve eserlerini görmek için buraya tıklayabilirsiniz

İstila - Yağmur Çalış

Zelal Özkan 

Pride - Meral Taşkırıcı

Doğan Demir

Ulaşılabilir sanat alternatifi olarak yola çıkan ve her yıl yeni sanatçıların üretimleriyle gelişen Mamut Art Project, farklı alanlarda uzman isimlerden oluşan ve her yıl değişen jüri üyeleri tarafından başvurular arasından seçilen sanatçılara, kendi idareleri ile yürütebilecekleri, disiplinler arası bir paylaşım ve sergileme imkanı sağlıyor.

İyi gezmeler.

Artweeks @Akaretler

"Ah, şimdi İstanbul'da olmak vardı" diyeceğim etkinliklerden biri daha başladı bugün: Artweeks @Akaretler 8 Kasım'a kadar Sıraevler'de gezilebilecek. Bu yıl dördüncüsü düzenlenen bu sanat dolu haftada yine birbirinden ilginç işleriyle pek çok yerli ve yabancı sanatçıyla bir araya geleceğiz. Etkinliğe Anna Laudel, The Empire Project, Ferda Art Platform, Gama, Martch Art Project, Merkur, Mine Sanat, Pi Artworks, Pilevneli ve x-ist galerileri katılacak. 


Mehmet Güleryüz 

Ramazan Can - Kulak Ver

Pandemi nedeniyle sağlık önlemlerinin hassasiyetle uygulanacağı Artweeks@Akaretler’de ayrıca Ara Güler Müzesi de özel seçkisiyle 35 numaralı binada yer alacak.

Ansen - No Man's Land

Artweeks@Akaretler; 28 Ekim itibariyle Akaretler Sıraevler’ de 25 – 27, 35, 37 – 39 ve 55 numaralı binalarda ücretsiz olarak sanatseverleri bekliyor. Hangi binada hangi galerilerin olduğunu aşağıda görebilirsiniz. Ziyaret saatleri saat 12.00-19.00 arası. 

No: 25 – 27
Mine Sanat Galerisi – Anna Laudel
Ferda Art Platform – Empire Project
Martch Art Project – Gama Galeri

No: 37 – 39
Pi Artworks – Merkur Galeri
Pilevneli Galeri – X-Ist
Ekrem Yalçındağ Küratörlüğünde Volkan Demirel – Baha Toygar Koleksiyonu

No: 35
Ara Güler Müzesi
Serdar Bilgili

No: 55
Şerife Bilgili Ercantürk
İyilik için Sanat Derneği

Benim yerime de gezecek olanlar el kaldırsın! ;)

Sergi: Ruhun Kabuğu / Shell of the Soul

Galeri 77, Zeynep Akgün’ün “Ruhun Kabuğu” isimli dördüncü kişisel sergisine 15 Ekim – 14 Kasım tarihleri arasında ev sahipliği yapıyor. Sanatçının yeni serisi insanın beden-ruh dikotomisi ve bunun toplumdaki yerimizi şekillendirmedeki etkisini ele alıyor. Bu resimler bilinenle bilinmeyeni ve de görülenle görülmeyeni birbirine bağlamak için gerçeklik ve gerçeküstücülük arasında gidip geliyor.

Öteki Bahçe

Resimlerin estetiği, barok ve klasisizmle birlikte çağdaş sanattan bildiğimiz eklektik kompozisyon kavramına da uygunluk gösteriyor. Resimlerin parça parça karakteri, objelerin çatışması ve semboller; bir rüyayı andıran atmosferle birleşince, gerçekliğin sürrealist yorumuna yakınsıyor. Nihayetinde Akgün’ün yaklaşımı bilinen üsluplar ve akımların arasında duran güçlü bir pozisyonu formüle eden bireysel bir yaklaşım. Bu yüzden Akgün kendi resimsel stratejisini kurguluyor; bu strateji çoğulcu karakteri sebebiyle çağdaş bir estetik açığa çıkarmakla kalmayıp, aynı zamanda günümüz dünyasındaki varoluşsal mücadelemize atıfta bulunan kavramsal bir anlam ediniyor. 

Bu resimlerde baskın unsur, parça parça ve sahibi belli olmayacak bir şekilde başsız olarak temsil edilmiş olan beden unsuru. Yüzü olmayan gövdeler bilinmeyen alanların ve katmanların önünde çember oluşturuyorlar. Bazen birbirleriyle ilintili halde, bazen de sessiz bir yalnızlık içinde o anda donup kalmışlar. Pozları dinamik hareketleri anımsatıyor, bu hareketler izleyici gözlerini tabloya doğrultmadan hemen önce gerçekleşmiş gibiler. Figürlerin kasları gergin ve bedenler sonsuza kadar duracakları dansçı pozlarında yakalanmışlar. Eserlerde zaman mefhumu kaybolmuş ve mekân belli başlı yerlerden ve coğrafyalardan tamamen bağımsız. Bedenler idealizm ve natüralizm arasında bir üslupla betimlenmiş olsa da belirli kişilere ait olmayan, parça parça ve kimliksiz halleri sayesinde izleyici ile daha kolay bağ kurabiliyor. 

Kıskıvrak

İçi boş elbiseler, kompozisyonun bir diğer unsuru olarak izleyicinin dikkatini çekiyorlar. Tüm parçaların tam ortasında yer alan ve geri kalan unsurlarla aralarında sık sık bir renk kontrastı bulunan bu elbiseler; kıyafetlerin sosyal kodları sembolize eden kültürel anlamlarıyla beraber, aidiyet ve toplumsal cinsiyet meselelerine de atıfta bulunuyorlar. Elbise, bir moda öğesinden çok daha fazlasını ifade ediyor. Elbise, üzerinden kimliğimizi ve kişiliğimizi sunduğumuz bir levhadır. Ayrıca, elbiseler aynı zamanda toplumsal kural ve adetlere uymak için içine sığıştığımız birer kalıptır. 

Zeynep Akgün, sıcak ve dinamik gövdeler ile uçuşan kumaşlar ve boş elbiseler arasında bir kontrast kuruyor. Ten ve kumaş arasındaki ilişki, boş ve dolu gövdeler arasındaki farklılıklar; fizik ve metafizik ayrımıyla birleşince o tekinsiz ruh-beden ikiliğine işaret eden bir gerilim açığa çıkarıyor. Akgün’ün resimlerindeki figürler tüm elbiselerden, tüm zincirlerden ve tüm sosyal kalıplardan sıyrılmış gibi duruyorlar. Zaman ve uzay boyunca özgürce hareket ederek modern erkek ve kadınların bireyselleşme sürecinin evrensel birer sembolü hâlini alıyorlar. Boş ve minimal arka planlar, çıplaklık ve içi boş elbiselerle birleşince bedenin doğal saflığına ve ruhun özgürlüğüne vurgu yapıyorlar. Akgün’ün eserlerinde, beden ve ruh tüm dünyevi ve sosyal boyunduruklardan kurtularak olmaları gerektiği gibi var oluyorlar: Özgürce ve birey olarak... 

Yüzler ve Bedenler

Galeri 77, İstanbul dışında bulunan sanatseverleri de düşünerek sergiyi eş zamanlı olarak çevrim içi ortamlardan da izleyicileri ile buluşturuyor. Bu amaçla, sergiyle dair kendi üç boyutlu sanal tur deneyiminiz için buraya tık tık.

İyi gezmeler.

2666 & Kalem ve Kağıt & Öksüz Ağaçların Çobanı

Blog yazmadığım sürede en çok okuduğum kitapları yazmamış olduğuma üzüldüm. Kısacık notlar alarak buraya kaydetmek o kadar yararlı oluyormuş ki kendi açımdan. Birkaç alıntıya, bir iki karakterin ismine, minicik konu özetine bile bakarak kitabı yeniden okumuş gibi hatırlayabiliyorum çünkü. O yüzden en azından tadı damağımda kalan kitapları yazmayı ihmal etmeyeyim diyorum bundan sonrası için. Hatta İstanbul'a dönünce de yeniden bir gözden geçirebilirim okunan, çok sevilen ama buraya yazılmayan kitapları ve zaman olursa kısa notlar halinde paylaşabilirim. 

Kitap paylaşımının bana göre yararlı diğer bir tarafı da okuma konusunda tarzını sevdiğin insanların önerilerinden yararlanabilmek. Son iki yılı hem Kaş'taki işlerle hem sağlığımla ilgili konularla fazla dolu geçirip bloga da ara vermiştim. Ama bu dönemde de kendim yeni çıkan kitapları takip edemesem bile önerilerine bayıldığım isimlerin sosyal medya hesaplarından gördüğüm kitap önerileriyle şahane kitaplar okumaya devam ettim. Aşağıdakilerden ilk ikisi de öyle mesela. 


Roberto Bolano - 2666: Yaklaşık bin sayfalık bu kitap Bolano'nun vasiyeti ailesi tarafından yerine getirilmiş olsaydı beş ayrı kitap olarak basılacakmış. İyi olabilirdi diye düşündüm (beş olmasa da üç de olurdu ;) ) İnzivaya çekilmiş Alman yazar Archimboldi'yi araştırmayı tutku haline getirmiş dört akademisyenin bir araya geldiği ilk bölüme bayıldım. Boks maçı yazmak için Meksika'ya giden ama kadın cinayetleri konusu ilgisini daha fazla çeken Fate'in ve karısı tarafından terk edilerek kızı Rosa'yla birlikte yaşayan felsefe profesörü Amalfitano'nun hikayeleri de bence çok iyiydi. Dördüncü bölümle ilgili biraz sıkıntı yaşadım, zira Santa Teresa'da yaşanan ve bitmek bilmeyen aynı türden kadın cinayetleri serisini okumak biraz baygınlık geçirtti. Çok uzun tutulmuş gibi geldi bana o bölüm. O kadarına gerçekten gerek var mıydı, olmasa eksik mi kalırdı bilemedim. Bir de polisiye okumayı sevmem ve o bölüm başlı başına bir polisiye roman gibiydi diye sıkılmış da olabilirim. Ama Santa Teresa bildiğin Türkiye, dostum! Polislerin, medyanın tutumu, kadınlara bakış, yozluk seviyesi falan anlamında kardeş toplum seçilebilir hani. Son bölümde de Archimboldi'nin kim olduğunu öğreniyoruz ve 2. Dünya Savaşı zamanlarına ve Nazilere de uzanıyoruz. İçinde sıkı bir modern toplumun vahşiliği ve modern insanın kötülüğü eleştirisi barındıran bu romanı ben çok severek okudum. 

Hanns-Joseph Ortheil - Kalem ve Kağıt: Alman yazar sevgimi katmerlendiren bir yazarla daha tanışmış olmanın mutluluğu içindeyim. Kendi hikayesinden yola çıkan Hanns-Joseph Ortheil'in yazmaya başlayışı, yazma disiplinini oluşturması, babasının ilgisi ve yöntemleri o kadar etkileyici ki. Okul dönemlerine kadar konuşma güçlüğü çeken bir çocuğun kendini ifade etme aracı olarak yazmayı, kelimeleri, anlamları öğrenmesini sağlamak başka bir eğitmenlik becerisi gerektiriyor olmalı ve Ortheil'in babasında bu kesinlikle var. Belki bir de Alman bir baba olmalı böyle bir durumda - o kararlılık, o disiplin, o açıklık... O kadar hayran kaldım ki yazarın babasına. Şahane bir hikaye, şahane bir anlatım var bu kitapta. Okumanızı öneririm. 

İsmail Güzelsoy - Öksüz Ağaçların Çobanıİsmail Güzelsoy en sevdiğim Türk yazarlardan. Değmez, Gölge ve Çıt Yok romanlarını çok severek okumuştum. İlk kez okuyacaklar için onlardan biriyle başlamalarını öneririm, çünkü hâlâ daha favorim olmayı sürdürüyorlar. Ama bu demek değil ki bu romanı sevmedim. Aksine içinde aşk var, hikayesi olan ağaçlar var, Gezi var, sevilmez mi böyle roman? Zaten bence ne yazdıysa okunası yazarlardan İsmail Güzelsoy. İyi ki var.  

İyi okumalar!

Sergi: Çünkü Bu Bir Oyun

Çok sevdiğim genç sanatçılardan Ozan Ünal. Daha önce hem yine Galeri Selvin'de hem de Ortaköy Kethüda Hamamı'nda yaptığı şahane heykelleri görme fırsatım olmuştu. O yüzden bu seferkini gezemeyecek olsam da kesin tavsiye ederim görmenizi. Sanatçının Instagram hesabı için de buraya bakabilirsiniz.





21 Ekim'de başlayacak yeni sergisi ile ilgili basın bülteninden alıntı aşağıda.  

"...Bir gün sağ elime geldi kadının kendi gibiliği. Sol elime geldi erkeğin kendi gibiliği... Değdirdim...Uzaklaştırdım. Birleştirdim... Ayırdım. Ekledim... Çıkardım. Oynadım kendileriyle; kendi kendileriyle. Birileriyle; birbirleriyle..." 

Ozan Ünal sadece bir kadın ve bir erkek figürden türeterek öykülediği heykellerinden oluşan "çünkü bu bir oyun" sergisinde; Adem ve Havva'dan beridir kendimize ve birbirimize oynadığımız; belki bazen esneyen gerilen, hatta dönüşen ama hiç değişmeyen oyunları izleyip yorumluyor. Romantizmin çevresinde gezerken; yer yer oyuna dahil olmaktan, dahası alışkın olduğu tasarım ve üretim disipliniyle oynamaktan; kendi oyununun da keyfini çıkarmaktan geri durmuyor. 

"Çünkü bu bir oyun " isimli heykel sergisi 21 Ekim - 21 Kasım tarihleri arasında Galeri Selvin Arnavutköy'de izlenebilir.




Sanatçı hakkında: 

Ozan Ünal, 1974 yılında İzmir’de doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini İzmir’de aldıktan sonra Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Grafik Bölümü'ne girdi. Bu bölümü yarıda bırakarak aynı fakültenin Moda ve Aksesuar bölümüne geçti. Eğitimi sırasında Beymen Academia Tasarım Yarışması, Deri Günleri Tasarım Yarışması gibi tasarım yarışmalarında ödüller aldı. Merkezi Danimarka’daki SAGA International Design Center Young Designer Seminar’da Türkiye’yi temsil etti. 2000 yılında “Sınırlandırılmış Hayalgücü-Tasarımcı Bakış Açısı” teziyle mezun oldu. 2001 yılında İzmir Karşıyaka’da Atölye Pi Tasarım ve Sanat Atölyesi’ni kurdu. İstanbul ve İzmir'de kişisel sergiler açtı. Art NewYork, Art Miami gibi uluslararası fuarlarda eserleri sergilendi. Halen İzmir de kendi atölyesinde ağırlıklı olarak heykel olmak üzere çeşitli disiplinlerde sanatsal çalışmalarına devam etmektedir.

Şimdiden iyi gezmeler!

İki Müthiş Belgesel Film

Kaş'a geldiğimden beri ne dizi ne film izlemiştim. Burada gökyüzü televizyonu en favorim her zaman. ;) Ama My Octopus Teacher  ve A Life on Our Planet'i o kadar çok gördüm ki sevdiğim Instagram hesaplarında, hemen izlemezsem olmaz dedim. Zaten tam benlik iki yapım ikisi de. Doğanın bilgeliğine ve akışına sonsuz bir inanç ve hayranlık duyanlar için birebir.   

My Octopus Teacher 


Hayatının bir döneminde son derece büyük bir ruhsal tükenmişlik yaşayan ve çıkış yolunu  kendisini en iyi ve canlı hissettiği okyanusun derinliklerinde bulan dalgıç Craig Foster'ın hikayesi. Bunu her gün büyük bir tutkuyla yapan Foster, her dalışında okyanus altındaki yaban hayatın parçası olan bir ahtapotu da izlemeye başlıyor. Ve aralarında müthiş bir bağ kuruluyor bu hayvanla. Hem çok etkileyici görüntüler hem de çok duygusal sahneler sizleri bekliyor bu belgeselde. Doğayla bir olmanın güzelliği ve iyileştirici, dönüştürücü etkisi her zamanki gibi hayranlık uyandırıyor içinizde. Mutlaka izleyin. 

A Life On Our Planet


İngiltere'de milli hazine olarak kabul edilen ve 50 yılı aşkın bir süre BBC'ye doğa tarihi programları hazırlamış olan 93 yaşındaki David Attenborough'un "tanık ifadem" dediği A Life on Our Planet da kaçırılmaması gereken belgesel filmlerden. Gezegenimizin tarihi düşünüldüğünde son derece kısa bir süre içinde insan türünün  verdiği zararı ve yok ediciliğini görmek, belki sürekli duyup da önemsemediğimiz "iklim krizi", "kıtlık", "salgın hastalıklar", "plastik kullanımının zararları", "yaban hayatın yok edilmesi" gibi kavramları yeniden ciddi bir biçimde düşünmemize yol açar. Çünkü bu sorunların hiçbiri artık göremediğimiz çok uzak bir gelecekte gerçekleşecek şeyler değil. Her geçen gün bizzat yaşadığımız ve izlediğimiz şeyler aslında. Yok edilen her yağmur ormanı parçası, her balık türü, yapılan her nükleer santral, hes'ler ya da fazladan yapılan her alışverişten tutun da aşırı et tüketimine kadar her konuda doğayı biraz daha tüketiyoruz. 

Çok şükür ki Çernobil örneğinde de gördüğümüz gibi doğa yeniden yaşamı yaratacak bilgeliğe sahip. İnsan da David Attenborough'un dediği gibi "buraya kadar zekasıyla gelmiş olabilir ama bundan sonrası için bilgelikle ilerlemek zorunda." Sürdürülebilir yaşamı kurmak zorunda kendisi için. Yine  Attenborough'un dediği gibi "bu işin gezegenimizi kurtarmakla ilgisi yok, kendimizi kurtarmakla ilgili." 

Enseyi karartmadan çözüm önerileri de sıralanmış belgeselde. Ama şahsen benim ense çok karanlık insan türü için (bizim ülke için zaten umudun kırıntısına sahip değilim!). Bence biz her türlü kendi kendini yok eden bir tür olacağız. Sonrasında doğa ve gezegen bizden kurtulduğuna bir oh çekip yeni bir yaşam kuracak kendine. Mutlaka izleyin. 

5. İstanbul Tasarım Bienali Yarın Başlıyor!

İKSV tarafından, Vitra sponsorluğunda ve Mariana Pestana küratörlüğünde gerçekleşen ve "Empatiye Dönüş: birden fazlası için tasarım" başlığını taşıyan bienalde farklı ülkelerden ve disiplinlerden katılımcıların projeleri sergi mekânlarında, İstanbul sokaklarında ve dijital ortamda ziyaretçilerle buluşmaya hazırlanıyor. 



COVID-19 salgınının küresel boyutlara ulaşmasıyla gündelik hayatın yeni kuralları şekillenirken, 5. İstanbul Tasarım Bienali de kamu sağlığını ve güvenliğini korumak için sergi ve etkinlik yapısını yeniden değerlendirdi. Bienal, alışılagelmiş ziyaret biçimleri yerine sosyal birlikteliğin yerelden beslenen yeni modellerini geliştirme yoluna gitti ve fiziksel varlığını gözden geçirdi. Sadeliği, yaratıcılığı, paylaşmayı ve dayanışmayı ön plana çıkaran yaklaşımların önem kazandığı bu “fiziksel mesafelenme” döneminde, doğası gereği etkileşim ve diyaloğu artırmayı hedefleyen İstanbul Tasarım Bienali de izleyicisine erişmek ve onların deneyimlerini geliştirmek için yeni mecraları keşfedecek. 

Son dönemde yaşanan tüm bu gelişmeler ışığında 5. İstanbul Tasarım Bienali, izleyicilerini üç eksende bir araya gelen bir programla karşılayacak: Dijital ortamda yayımlanacak Eleştirel Yemek Programı adlı video serisi, Akdeniz havzasından projeleri Cihangir’deki ARK Kültür’de bir araya getirecek Kara ve Deniz Kütüphanesi programı ve bir arada yaşamayı yeniden ele alan projelerin Pera Müzesi’nin yanı sıra kentin farklı noktalarına uzanacağı Yeni Yurttaşlık Ritüelleri adlı müdahaleler dizisi. 


Daha önce eylül ayında başlayacağı duyurulan 5. İstanbul Tasarım Bienali’nin başlangıç tarihi de 15 Ekim 2020 olarak belirlendi. Yeni formatıyla Pera Müzesi ve ARK Kültür’de görülebilecek bienal sergileri 15 Kasım 2020 tarihine kadar açık olacak. İstanbul sokaklarına yayılacak müdahaleler, araştırma projeleri ve video serileri ise sergiler kapandıktan sonra, 2021 yılı boyunca devam edecek. Programın İstanbul’a yayılan yapısı kapsamında, fiziksel mesafelenme ve benzer kısıtlamalara uyumlu bir şekilde, kentli ziyaretçilere hitap eden açık hava etkinliklerine öncelik verilirken dünyanın her yerinden izlenebilen içerikler de sağlanacak. 



 Daha detaylı bilgi ve katılımcılar için buraya tık tık.

Hans Op de Beeck Hayranları Buraya!


Öncelikle bilmeyenler için bir bilgilendirme yapayım. Pilevneli Gallery'nin Mecidiyeköy'de yeni açılan galerisi bir yıllığına, geçici olarak kapanmış. O nedenle Pilevneli sergileri bu yıl hep Dolapdere'deki galeride olacak.  

Şimdi Hans Op de Beeck'in o muhteşem figüratif heykellerine bayılanları görelim! Evet, ben de onlardan biriyim ve nerede görsem kaçırmam derdim ama bu seneki sergi uzatılmazsa kaçıracağım gibi görünüyor. O yüzden lütfen 22 Kasım'a kadar devam edecek "Süzülme" (Drifting) sergisini benim için de gezin olur mu? Ben sanatçının ve galerinin Instagram hesaplarıyla yetineceğim bir süre daha. 

Sanatçının bu kişisel sergisinde, daha önce Türkiye’de sergilenmemiş eserleri yer alacak. Sergi, insanın hayatın içinde adeta süzülmesine, daha iyiye, kadere, kontrol edemediklerine teslim olması ve dikkatinin dağılmasıyla gün içinde kurduğu hayallere dalması duygusuna odaklanıyor. Sanatçı eserlerinde insanoğlunun uykuya dalışını ve içinde bulunduğu realiteden kopuşunu, zaman zaman bir ‘geçiş’ durumunu da temsil edebilecek kaçınılmaz olanın, yani ölümün esintilerini konu ediniyor. 


Bu arada daha önce sanırım herhangi bir sergisini gezmediğim -belki de modern sanat fuarlarında görmüşümdür- Tayfun Serttaş'ın "Saptanamayan" (Undetectable) adlı sergisi de aynı tarihlerde, yani 8 Ekim-22 Kasım arası Pilevneli Dolapdere'de gezilebilecek. Sanatçının hesabından gördüğüm kadarıyla orada da ilginç işler sizleri bekliyor.   


Tayfun Serttaş bu sergisinde veriler, istatistikler, rakamlar ve polemikler arasında geçirdiğimiz dönemi kamusal katmanlar arasındaki saptanamamazlığın iz düşümü olarak değerlendiriyor. Güncel olan ve süregelene “Saptanamayan” ile yeni yorum getiriyor. 

O zaman neymiş? 22 Kasım'a kadar benim için de bu iki sergiyi geziyormuşsunuz. ;)
İyi hftalar!