Sergi Haberi: Gülsün Karamustafa'dan "Bir Nevi İşgal Hali"
Semiramis Öner’in “Hatıra Kurucular” Sergisi Metrohan’da
Guido Casaretto’nun “Başıboşlar, Gergedanlar ve Yanlış Anlamalar Hakkında” Sergisi 10 Mayıs’ta YUNT’ta
Guido Casaretto’nun “Başıboşlar, Gergedanlar ve Yanlış Anlamalar Hakkında” başlıklı kişisel sergisi, 10 Mayıs – 15 Ağustos 2025 tarihleri arasında YUNT’ta ziyaret edilebilir. Sergi, ziyaretçileri Casaretto’nun mekâna yerleştirdiği heykel kalıplarını kullanarak üreteceği bir çift at heykelinin yaratım sürecine tanıklık etmeye davet ediyor.
Osmanlı döneminde Venedik ile İstanbul arasında yapılan ticari ilişkilere dair bir dizi araştırmaya rastlaması, Guido Casaretto’yu Osmanlı sultanının Venedik doçesinden hediye olarak tek boynuzlu at talep ettiği olağandışı bir diyaloğun ayrıntılarıyla buluşturur.* Bu karşılaşmanın ardından tek boynuzlu at imgesinin yarattığı zengin çağrışımların izini süren Casaretto, 19. yüzyılda İtalya’dan Türkiye’ye getirilmiş bronz döküm kalıplarının bir kopyasını YUNT’un sergi mekânına taşır. YUNT’un çevresinden topladığı atık malzemeleri at heykellerinin üretiminde kullanmak üzere biriktiren sanatçı, sergi süresine yayılan döküm sürecini izleyicilerin katılımına açarak, bir aradalığın olanaklarını araştıran toplumsal bir zemin oluşturuyor.
Sanat tarihçisi Agata Polizzi, YUNT’taki sergiye dair kaleme aldığı metinde, Casaretto’nun Doğu ile Batı arasındaki göçlerin bıraktığı izlere duyduğu ilgiyi sanatçının kökleriyle ilişkilendiriyor; sergiyi ise sanatçının belleğinden süzülen bir “duygusal arkeoloji” olarak tanımlıyor. Böylece Casaretto’nun kendi geçmişine yaptığı yolculuk, Akdeniz halklarının ortak hafızasıyla kesişirken; sergi, kişisel ve kolektif anlatıları yeniden düşünmeye alan açıyor.
Antik dönemlerden günümüze uzanan atlı heykel geleneği, Casaretto’nun tekrar, kopyalama ve çoğaltmaya yönelik jestleriyle sergide yeniden yorumlanıyor. Sanat tarihçisi ve eleştirmen Prof. Dr. Esra Aliçavuşoğlu’nun sergi metninde ifade ettiği gibi, sanatçı “binicisiz, imparatorsuz ve anti-kahraman bir at heykeliyle, yalnızca bilgiyi sahiplenmeyi değil, mekânın belleğini, izi sürülen formu ve kültürel aktarımları da odağına almaktadır.” Böylece “idealize edilmiş olanın ve zafer ikonografisinin bu baskın temsili, üzerine yüklenen anlamlardan sıyrılarak mekânın tarihsel belleğinin sınırlarında yavaşça silikleşir.”* Flora Manzonetto, Storia di un Alicorno tra Venezia e Istanbul [Venedik ile İstanbul Arasında Tek Boynuzlu Atın Hikâyesi], Ad Orientem Tez Serisi, Centro Internazionale della Grafica San Marco, Venedik, 1989.
YUNT Hakkında:
Muratcan Sabuncu tarafından kurulan ve Sultanbeyli’de bulunan YUNT, kâr amacı gütmeyen bir sanat ve etkileşim alanıdır. Sanat danışmanlığını Sergen Şehitoğlu’nun, akademik danışmanlığını
ise Prof. Dr. Eva Şarlak’ın üstlendiği YUNT, toplumun sanatsal etkinliklerle karşılaşma olanaklarını artırmayı
amaçlamaktadır. Sergi ve etkinliklerin yanı sıra eğitim programı ve desteklediği yayınlar ile temas ettiği kişilerin dünya
ile yeni duyusal ilişkiler kurmasına imkân tanımaktadır.
YUNT, etkinlik programı ve teşvik politikası ile sanat üretimini ve entelektüel düşünceyi destekler.
Adres:
Hasanpaşa Mahallesi
Fatih Bulvarı No: 33, 34920
Sultanbeyli/İstanbul
İletişim: https://www.yunt.art/
Sergi Haberi: "Saptamak / Saptırmak"
Sergi Haberi: Hanefi Yeter'den Vesile
Hanefi Yeter’in doğa ve insan ilişkileri üzerine kurguladığı yeni sergisi 16 Aralık - 11 Şubat tarihleri arasında Anna Laudel İstanbul’da gerçekleşiyor. Sanatçının 2019’dan bu yana ürettiği çeşitli kompozisyon, heykel, desen ve seramik çalışmalarının yer aldığı “Vesile” isimli kişisel sergisindeki eserleri, izleyiciye hem doğanın sunduğu nimet ve güzellikleri hem de insanlığın doğaya karşı tavırlarının sonuçlarını gösteriyor. Yeter, eserlerinin insanlarda farkındalık ve duyarlılık yaratmasını hedeflerken, sanatını değişimin bir parçası olarak görüyor.
Daha önceki üretim süreçlerinde dış dünyayla daha sık iletişim kurma fırsatı bulduğunu belirten Hanefi Yeter, son üç yılda ürettiği yeni dönem eserlerinde, herkesin birbirinden uzaklaştığı ve korkunun hakim olduğu bir dönemde yaşanan değişim ve gelişimleri, kendine has bakış açısıyla sunuyor. Galerinin iki katına yayılan “Vesile”, sanatçının uzun süredir tutkuyla çalıştığı seramik eserlerini de içeriyor. Yeter, bu sergi için Ayvalık yöresinden topladığı çömleklerle bir araya getirdiği bir seçki sunuyor.
Antik Yunan filozofu Sokrates’in “Sorgulanmayan bir hayat, yaşanmaya değmez” sözünden ilham alan Hanefi Yeter’in farklı disiplinlerde ürettiği eserlerinin yer aldığı “Vesile”si, Anna Laudel’in İstanbul’daki galerisinde ziyaret edilebilir.
Sergideki resimlerin fotoğrafları ve galeri bilgileri için buraya tıklayınız.
İyi gezmeler.
Sergi Haberi: Mavilerde 60 Yıl
Mehmet Sinan Kuran'dan Hiçbir Yer
Leyla Emadi - Diken Üstünde
İşlerini pek çok karma sergide çok severek takip ettiğim genç sanatçı Leyla Emadi'nin Diken Üstünde adlı kişisel sergisi 25 Ekim'e kadar Akaretler'deki Vision Art Platform'da görülebilir. Kaş dönüşü hemen görmek istediğim sergilerden biriydi bu sergi de, çünkü Leyla Emadi'nin çok zor ama olabilecek en somut ve sağlam malzemelerden biri olan betonla çalışarak bizlere ilettiği aynı özelliklere sahip mesajların hayranıyım.
Arınma odasında biz kadınlara çocukluğumuzdan beri empoze edilmiş söz ve düşünce kalıplarını beyaz kumaş parçalarına nakşetmiş Emadi. "Don Miguel Ruiz'in dediği gibi, 'Söz büyüdür. İnsan ise sözü kullanma yetisine sahip bir büyücüdür. Sözün gücünü yanlış kullanarak sürekli kara büyü yaptığımız söylenebilir. Sözün büyü olduğunun farkında bile olmaksızın." Bu arınma ile içimizdeki tüm o kötü büyüyü rüzgara teslim ettim."
Âheste Çek Kürekleri Mehtâb Uyanmasın
Taner Ceylan, Mimar Sinan Üniversitesi'nde okurken Adnan Çoker'in atölyesine gidip gelirmiş ve Adnan Çoker bu camiyi mutlaka görmelerini önerirmiş. Hatta buraya İstanbul'un mücevher kutusu diyormuş. Taner Ceylan şöyle anlatıyor burayı gördüğündeki düşüncelerini:
Nedret Sekban'dan Natamam
Koleksiyon Hikayeleri | 9 Sanatçı - 1 Koleksiyoner
Osho'dan Cesaret-Tehlikeli Yaşamanın Sevinci
"...bir insan huzurun ve zihnin ne olduğunu biliyorsa Zihinsel Huzur isimli bir kitap yazamaz, çünkü zihin tüm bu huzursuzluğun ana sebebidir. Huzur, zihin olmadığında gelir. Dolayısıyla zihinsel huzur diye bir şey yoktur..."
"Unutma: Cesur demek korkusuz demek değildir. Biri korkusuzsa ona cesur diyemezsin. Bir makineye cesur diyemezsin, makine korkusuzdur. Cesaret yalnızca korku okyanusunda vardır; cesaret, korku okyanusunda bir adadır. Korkun vardır, ancak korkuna rağmen risk alırsın; bu cesarettir. Biri çok titrer, karanlığa girmekten çok korkuyordur, ama yine de gider. Tek başına olmasına rağmen gider; cesur olmanın anlamı budur, korkusuzluk değil. Kişi korku doludur ama onun tarafından yönetilmiyordur."
"Hayatın bir dans ise Tanrı'ya zaten ulaşılmıştır. Sevgi dolu kalp, Tanrı ile doludur. Aramaya gerek yoktur; ibadet etmeye gerek yoktur; herhangi bir tapınağa ya da rahibe gitmeye gerek yoktur."
"...rahipler ve siyasetçiler insanlığın düşmanlarıdırlar. Bir komplo içindeler, çünkü siyasetçiler senin bedenine, rahipler de ruhuna hükmetmek istiyor. Ve oynanan oyun aynı: sevgiyi yok etmek..."
...kişi hem tek başına hem insanlarla birlikte mutlu olabilmelidir. Hem içsel olarak hem ilişkilerde mutlu olmalıdır..."
"Kutsal metinleri asla dinleme. Sadece kalbini dinle. Reçete ettiğim tek kutsal metin budur: çok dikkatlice ve bilinçli bir şekilde dinle ve asla yanılmayacaksın. Ve kendi kalbini dinlerken asla bölünmezsin. Kendi kalbini dinleyerek neyin doğru neyin yanlış olduğunu düşünmeden doğru yönde ilerlemeye başlarsın...
...dışarıdan dayatılan kurallara asla uyma. Hiçbir kural asla doğru olamaz, çünkü kurallar seni yönetmek isteyen insanlar tarafından icat edilir!"
Daha fazla OSHO için tık tık.
David Hockney, Baharın Gelişi, Normandiya, 2020
Ruhumuza baharı getiren bu şahane sergiyi Instagram'da post olarak paylaşmıştım ama buraya da bilgi postu olarak girmek istedim. Zamanımızın en önemli ve yaratıcı sanatçılarından biri olarak kabul edilen David Hockney’nin eserleri, Baharın Gelişi, Normandiya, 2020 sergisi ile ilk defa Türkiye’ye geldi. Sakıp Sabancı Müzesi, Akbank işbirliğiyle 20. ve 21. yüzyılın en ilham verici sanatçılarından David Hockney’ye 29 Temmuz'a kadar ev sahipliği yapacak.
Açıkçası sergide sanatçının "ipad çizimleri" olacağını duyunca biraz şüpheyle ve hatta olumsuz ön yargıyla gitmiştim. Hani ünlü sanatçıların hayatlarının kendilerini tam anlamıyla kabul ettirdikleri dönemlerinde "uyduruk işler" yapma lüksünü kendilerine verdikleri bazı işleri vardır ya, bu sergi de o kategoridedir diye düşünmüştüm. Ama hem gördüklerimden hem de David Hockney yaratıcılığı, farkındalığı ve yaşam sevincinin her detayda içimize yayılan enerjisinden büyülendim desem yeridir. Lütfen Temmuz sonuna kadar bu sergi için bir zaman ayırın ve baharı, umudu içinize çekmeye gidin SSM'ye.
Sergi tanıtım yazısından alıntılarla devam edeyim biraz:
Wadi Rum
Eveet, sonunda bir hayali daha gerçekleştirme zamanı. Kapanışı Wadi Rum ile yapıyoruz. Ya da başka bir deyişle Mars'a iniş yaptık, dostlar! ;)
Çölde bir gece geçirecek olma fikri beni çok heyecanlandırıyordu. Hem de Martian tent olarak adlandırılan şu yuvarlak şeffaf çadırlarda kalacak olmak, terasında şarabımı yudumlayarak yıldızları izlemek hayallerimin baş köşesindeydi. Ama ne demişler hayal kurmazsan hayal kırıklığı da yaşamazsın. ;P Yani tam olarak öyle değil ama şöyle ki çölde konakladığımız hiçbir yerde alkol satışı yapılmıyormuş meğer. Bunu bilerek yanımızda bir şişe şarap götürüp odamızda içebilirmişiz, onda bir sorun yokmuş, ama biz bunu bilmediğimiz için doğal olarak hayalimin bir kısmı tam bu noktada yok oldu. İkinci kısmı da bulutlu bir geceye denk geldiğimiz için hiç yıldız göremediğimiz zaman yok oldu. Üçüncü kısmı da Araplardaki çöl gecesi anlayışının yüksek sesli Arap müziği eşliğinde kuzu çevirmek, üstüne halay benzeri danslar falan yaparak restoranda bizlere "gece eğlencesi" sunmak olduğunu görünce -ki benzerini günübirlik Dubai çöl gecesinde görmüştüm- çölde sessiz, sakin, romantik bir gece hayallerimden vazgeçtim. O zaman gündüzünün ihtişamına odaklanalım, ama önce size kaldığımız yerleri göstereyim.
Wadi Rum müthiş etkileyici doğası olan bir yer. Sadece dümdüz çöl değil, üzerinde 1750 metreye kadar ulaşan değişik yüksekliklerde bir sürü kayalık tepelerin ve kanyonların ve farklı farklı oluşumların bulunduğu dev bir coğrafya. Üç saat boyunca bizi 4x4'lerle gezdireceklerini öğrendiğimizde bir çölde nasıl 3 saat geçirilir ki diye düşünmüştük ama geçiriliyormuş, çünkü o taşlar, kayalar bir tarih ve bir sürü hikaye barındırıyormuş.
Burası bir zamanlar İpek Yolu üzerinde olduğu için ticaret kervanlarının bıraktığı işaretlere ve çizimlere de rastlıyorsunuz o kayaların üzerinde. UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan bu bölge birçok filme de ev sahipliği yapmış. Dune, The Martian, Star Wars'ın bazı bölümleri ve Arabistanlı Lawrence bunlar arasında en bilinenleri diyebiliriz. Kızıl kumlardan oluşan bir çöl olarak bilinse de sarıdan pembeye, turuncudan kızıla her renk kumun olduğu müthiş etkileyici bir yer burası. Ve o kumlara ayak basmadan, kum tepelerine çıkıp aşağılara yuvarlanmadan, saçlarımızın üstümüzün başımızın kumlar içinde kalmasına izin vermeden buradan dönmek de olmazdı elbette. Parmak arası terlik ve yıkanabilir outdoor sandaletler burası için en uygun seçimler o yüzden. Giysilerinizi de her yerinizin kuma bulanacağını düşünerek seçin derim. ;)
Ve son olarak tabi ki günbatımı izlemeden çadırımıza dönmek olmaz. Burada da efsane renkler oluşuyor günbatımında. Naneli çay eşliğinde o renklerin büyüsüne kapılıp gitmek, burada curcunaya girmeden önceki tadı damağınızda kalacak türden müthiş kapanış aktivitesi olarak aklınızda yer edecek. Başlangıcında fotoğrafımızı çekip sonrasını seyre daldık biz.
Ertesi gün çölün o muhteşem sessizliğinde uyanıp kahvaltımızı yaptıktan sonra Akabe'den dönüş uçuşu olmadığı için yeniden Amman'a uzun bir yolumuz vardı. Biz de sabaha karşı 2 uçağına alarak bir gün de Ma'in Hot Springs termal otelde konaklamayı tercih ettik. Yani konaklama derken uçağa kadar termalde zaman geçirme manasında. Burası da gerçekten olağanüstü bir yerdi. Çölde vaha misali bomboz dağların arasında kıvrıla kıvrıla yol alırken bir anda termal bir şelale ve havuzlar ve ağaçlarla dolu bir cennete düştük adeta. Tozumuzu toprağımızı atmak için çok güzel bir seçim oldu. Havaalanına da bir saat uzaklıkta olması gece 11'e kadar hem dinlenmemize hem de leziz Ürdün şarapları eşliğinde güzel bir akşam yemeği yedikten sonra dönüş yolculuğuna çıkmamıza fırsat tanıdı.
Sonuç olarak Ürdün benim ruhumda bin bir gece masallarından çıkmışım gibi bir etki yarattı. Her köşesini, doğasını, insanlarını, mutfağını ve sürprizlerini çok sevdim. Para biriminin pound ile yarışı bile kazanmış seviyede olması dışında bir sorun yoktu diyebilirim. :) Merak eden herkese çok önereceğim bir destinasyon olacak burası.
Artık önümüzdeki destinasyon belli tabi. Haziran'ın ortasına geldiğimize göre Kaş'a göçsek iyi olacak değil mi? Ama bakalım, bu yıl belki arada başka sürpriz rotalarımız da olur, kim bilir. Sağlık olsun, ağız tadı olsun, gerisini hallederiz.
İyi hafta sonları!