Malaga

Malaga'da bir akşamüstü, bir gece, bir de sabahtan öğlene kadar olan süreyi geçiriyoruz. Toplamda bir gün bile değil ama şehir küçük olunca ve günler uzun olup da hava 21.00'e kadar kararmak bilmeyince bir güne de pek çok şey sığdırılabiliyor. Malum yazlık bir şehir olduğu için önce limana iniyoruz, ama sezon açılmadığından henüz limanda hayat başlamamış. Biz de yeniden içeri dalıyor ve önce 1951'den bu yana  yapılan kazılarla büyük bir kısmı çıkarılmış olan Teatro Romano'yu (Antik Roma Tiyatrosu) görüyoruz. Ama öylesine, üstünkörü. Arkasında yükselen kale ve Alcazaba kompleksini görmeye ise hem zamanımız hem mecalimiz yok. Biliyorsunuz yeterince saray, kale gezdik ve bugün de uzun bir yoldan geldik ve artık son akşamımız. Şöyle bir ne var ne yok diye dolanıyoruz sadece. Meşhur alışveriş caddesi Marques de Larios boyunca bir boy yürüyoruz. Kırmızı halıyı görünce sevinmiştik ama bizim için sermemişler, Malaga Film Festivali'ne denk gelmişiz. :) Cadde üstündeki sinemanın girişinde bir sürü -büyük ihtimalle- İspanyol film yıldızı ve kameraman vardı. Bir de şehrin sokaklarında karşımıza çıkan hoşluklar harikaydı. İki bina arasındaki cambaz figürleri ve el-güvercin heykeli gibi...


Malaga aynı zamanda Picasso'nun 1881 yılında doğduğu şehir. Bu nedenle burada hem doğduğu ev (vakıf tarafından bir müzeye dönüştürülmüş) hem de eserlerinin olduğu Picasso Müzesi gezilebiliyor. Ancak Picasso Müzesi Pazartesi günleri kapalı olduğu için sadece kapısına bakabiliyoruz. :) Doğduğu evi ise geziyoruz (altta sağdaki bina). Burada Picasso'nun çocukluğuna ve ailesine dair pek çok fotoğraf, seramik çalışmaları, müzenin derlediği kitap ve gravür koleksiyonu, Picasso'nun ressam ve resim öğretmeni olan  ve kendisini resme yönlendiren babasının çalışma odasının aslına uygun yaratılmış hali ve daha pek çok şeyi görebilirsiniz. 


Ve biz oradan çıktıktan sonra güneşi batırmak için şehrin en büyük katedralinin yan cephelerinden birine bakan, süs havuzlu, sokak müzisyenleri olan, çiçekli, eski binalarla çevrili, avlu benzeri şirin bir meydanı seçiyoruz. Mis gibi havada, mis gibi şaraplar eşliğinde gezimizin son gecesini tamamlıyoruz. (Daha önce alışveriş için gezinirken harika jambon çeşitleri olan La Cueva diye bir yerde bir şeyler atıştırmıştık ama adresi yok ne yazık ki. Biraz büyüktü porsiyonları ve harikaydı Iberian ham tabakları. Buz gibi bira eşliğinde tavsiye edilir.) Bu sırada İso'cumdan gezinin reytinglerini de alıyorum ve alnımın akıyla bir gezi programını daha tamamlamış olmanın haklı gururunu yaşıyorum. 


Ertesi sabah kahvaltı sonrasında kendimizi otelimizin yakınlarındaki El Corte Ingles'e atıp son birkaç parça ganimeti de topladıktan sonra havaalanına doğru yola çıkıyoruz. Ben her zamanki gibi dönüyorum diye mutsuz, İso'cum her zamanki "bu gezi bitsin ki önümüzdeki gezileri planlayalım, hem İstanbul'a da bahar geldi, artık orası da çok keyifli" diyen olumlu haliyle evimize dönüyoruz. İspanya topraklarından bir kez daha çok mutlu ayrılıyoruz. Ama ben daha uçaktayken bile buraya bir sonraki gelişimiz ne zaman olur diye düşünmeye başlıyorum. Bu kez ucuz Valencia bileti yakalayıp, paella şehrini görmek ve bir kere daha Barselona'ya uğramak var aklımda...

Yarın sizi Parkorman'daki Hıdrellez coşkusuna götüreceğim. Bende kalın. :)

2 yorum:

Oglak Kizlari dedi ki...

Ohhhhhh.
Geziniz.

Kıskanç anne Çiğdem

Imge dedi ki...

Ohooo, Çiğdemcim çocuğu bir an önce büyütüp başlayın gezmeye ama, yakışmıyor böyle kıskanç nazarlar sana! :))
Sevgiler.