Geçen hafta Cumartesi günü için uzun zamandır ihmal ettiğim bir şey yaparak masaj randevusu aldım. Hillside İstinye Park bünyesinde hizmet veren Sanda Spa'yı aradım ve saat 15:00 için yerimi ayırttım. İlk plan çıkışta da oradaki sinemaya gitmekti ama İso'cum o sırada Belgrad Ormanı'nda yürüyüş yaptığı için önce eve gidip tekrar İstinye Park'a gelmesinin anlamsız olacağını düşündük. O yüzden çıkışta beni aldı, evimize geldik, sonra Astoria'daki Num Num'a ve Cinemaximum'a attık kendimizi. Burada olsaydım gösterime girdiğimiz ilk Cuma izleyeceğimiz, ama yoğun bir döneme denk geldiği için ancak izleyebildiğimiz Kelebeğin Rüyası'nı izlemek için oradaydık. Ama filmden önce masaj keyfini biraz anlatsam iyi olabilir. Belki kendinizi şımartmanız için sizi teşvik etmiş olurum. :)
Sanda Spa, masaj için ayrılan süreyi "bir saatlik tatil" olarak tanımlıyor. Ve yoğun temponuz ve şehir hayatının yoruculuğu içinde ayırdığınız o bir saatin sonunda üzerinize gerçekten de bir tatil dinlenmişliği geliyor. Üstelik bavul toplama, boşaltma derdi olmayan bir tatil bu. Yanınıza sadece bikininizi/mayonuzu alıp gidebiliyorsunuz. Harika değil mi? Masaj öncesinde ve sonrasında buhar odası, sauna, şok duşları ve dinlenme alanlarını kullanacaksanız bikini/mayo götürmeyi unutmasanız iyi olur. Buralar kadın-erkek ortak kullanım alanları olduğu için daha rahat edersiniz. Tam masaj saatinde terapistiniz gelip sizi dinlenme alanından alacak. Ortasında jakuzi bulunan, bir köşesinde şömine yanan, bembeyaz geniş minderlere yayılarak dergilerinizi karıştırabileceğiniz bu alan, buhar banyosu sonrasında gelebileceğiniz gerçek bir sefa alanı. Sıcaklık da harika. Hani her an insani sesler çıkarmayı bırakıp mırıltılara, miyavlamalara geçebilirsiniz. :) Üzerine sıcacık ve yumuşacık havlular, mis kokular, tam orta sertlikte dokunuşlardan oluşan 50 dakikalık masaj terapisi de eklenince yerinizden kalkmanız bile zor olacak, emin olun. Eee, n'apalım, tatil bitişleri hep zordur. Neyse ki bir saatlik tatiller için sık sık zaman ayarlanabilir. Sanda Spa'ya hijyen, rahatlık ve masajın kendisi için olduğu gibi karşılama, uğurlama, sonrasında geribildirim almak için kurulan iletişim için de tam puan veriyorum. Yeniden görüşeceğimiz bir sonraki buluşmamızı da iple çekiyorum. Siz de bu keyfi yaşamak istiyorsanız iletişim bilgileri ve daha detaylı bilgi almak için buraya buyrun.
Gelelim Kelebeğin Rüyası'na. Yılmaz Erdoğan'ın yazıp yönettiği BKM yapımı bu film favori Türk filmlerim listesine en üst sıralardan giriş yaptı diyebilirim. Arşivimde bulunsun isteyeceğim, şiir gibi bir film olmuş.
Kelebeğin Rüyası, iki gencecik verem hastası şairin hikayelerini anlatıyor. Yirmili yaşlarının başında hayatlarını ince hastalıktan kaybeden Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur'un açlık ve yokluk içinde dahi nasıl bir tutkuyla şiir yazmaya -ve belki de onun aracılığıyla aşka ve hayata- bağlı olduklarını, şiirler hayatlarına umut ve renk kattıklarını gösteriyor. Aynı zamanda 1940ların Zonguldak'ını, gencecik Cumhuriyet Türkiye'sini, İkinci Dünya Savaşı'nın patlak verdiği yokluk ve sıkıntı dünyasını da harika anlatan bir dönem filmi. (O dönemin belediye başkanının kızını ve yaşam tarzını görünce ister istemez şimdikini merak ettim. Gerçi karşılaştırıp da ne kadar geriye gittiğimizi görmek istemem, o ayrı!) Baş rolde o yılların Zonguldak'ı olunca haliyle maden ocaklarının da öyküsünü anlatan bir film, çünkü o yıllarda geçerli bir mazereti olmayan yetişkin tüm erkeklerin madende çalışmasını zorunlu kılan bir "mükellef yasası" var yürürlükte.
Muzaffer Tayyip Uslu'yu canlandıran Kıvanç Tatlıtuğ, oyunculuğuyla bence mucizeler yaratmış. Filmdeki en iyi oyunculuk ödülümü kendisine düşünmeden veriyorum. Rüştü Onur'u canlandıran Mert Fırat da her zamanki gibi çok başarılı. İkisinin dostluklarını, şiir tutkularını, sohbetlerini gösteren sahneleri izlemek çok keyifliydi. Hocam diye hitap ettikleri üstatları Behçet Necatigil'i canlandıran Yılmaz Erdoğan da rolüne oturmuş, ama bu filmde oyunculuktan çok yönetmenlik yönünün ön plana çıktığı kesin. Belçim Bilgin, genelde belediye başkanının liseli kızı rolüne yaş olarak uygun olmadığı için eleştirilmiş ama benim gözüme batmadı bu durum. Yine de oyunculuk anlamında Aşk Tesadüfleri Sever'deki karakteri benim için halen ilk sırada. Ama ne olursa olsun genel olarak filmde tüm oyunculukların, kostüm ve dekorların (gemi yolculuğu, madenler, Ece Şapka Çanta, Zevk Kıraathanesi gibi esnafın bulunduğu şehir merkezi, gaz lambalı, daktilolu yazı yazma süreçleri, Pimapensiz pencereler (!), kısacası her detay çok güzel düşünülmüştü bana göre) ve görüntülerin çok başarılı olduğunu söyleyebilirim. Yine de filmle ilgili en büyük başarı Yılmaz Erdoğan'ındır bana göre. Gencecik yaşta yitip gitmiş iki değerli şairin filmini yapmaya karar vermek, onları, aşklarını ve yaşadıkları dönemin dünyasını bu kadar güzel bir şekilde anlatmak ancak bir ustanın işi olabilirdi. O da bu filmle ustalığını göstermiş zaten. Ayrıca onun sayesinde şu an bu iki şairin şiirlerinin toplandığı kitapların bilmem kaçıncı baskısı yapılıyor şu an. Ölümlerinin üzerinden onlarca yıl geçtikten sonra! Bu bile başlı başına büyük gurur olsa gerek. Helal olsun Yılmaz Erdoğan'a ve BKM'ye.
Hâlâ izlemeyen var mı bilmiyorum ama izlemeyenlerin çok şey kaçırdığını söyleyebilirim. "Şiir bahanesidir hayatın." En kısa zamanda bu şiiri yaşamanızı dilerim.
(Fotoğrafları beyazperde.com ve itusozluk.com'dan aldım.)
Kelebeğin Rüyası, iki gencecik verem hastası şairin hikayelerini anlatıyor. Yirmili yaşlarının başında hayatlarını ince hastalıktan kaybeden Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur'un açlık ve yokluk içinde dahi nasıl bir tutkuyla şiir yazmaya -ve belki de onun aracılığıyla aşka ve hayata- bağlı olduklarını, şiirler hayatlarına umut ve renk kattıklarını gösteriyor. Aynı zamanda 1940ların Zonguldak'ını, gencecik Cumhuriyet Türkiye'sini, İkinci Dünya Savaşı'nın patlak verdiği yokluk ve sıkıntı dünyasını da harika anlatan bir dönem filmi. (O dönemin belediye başkanının kızını ve yaşam tarzını görünce ister istemez şimdikini merak ettim. Gerçi karşılaştırıp da ne kadar geriye gittiğimizi görmek istemem, o ayrı!) Baş rolde o yılların Zonguldak'ı olunca haliyle maden ocaklarının da öyküsünü anlatan bir film, çünkü o yıllarda geçerli bir mazereti olmayan yetişkin tüm erkeklerin madende çalışmasını zorunlu kılan bir "mükellef yasası" var yürürlükte.
Muzaffer Tayyip Uslu'yu canlandıran Kıvanç Tatlıtuğ, oyunculuğuyla bence mucizeler yaratmış. Filmdeki en iyi oyunculuk ödülümü kendisine düşünmeden veriyorum. Rüştü Onur'u canlandıran Mert Fırat da her zamanki gibi çok başarılı. İkisinin dostluklarını, şiir tutkularını, sohbetlerini gösteren sahneleri izlemek çok keyifliydi. Hocam diye hitap ettikleri üstatları Behçet Necatigil'i canlandıran Yılmaz Erdoğan da rolüne oturmuş, ama bu filmde oyunculuktan çok yönetmenlik yönünün ön plana çıktığı kesin. Belçim Bilgin, genelde belediye başkanının liseli kızı rolüne yaş olarak uygun olmadığı için eleştirilmiş ama benim gözüme batmadı bu durum. Yine de oyunculuk anlamında Aşk Tesadüfleri Sever'deki karakteri benim için halen ilk sırada. Ama ne olursa olsun genel olarak filmde tüm oyunculukların, kostüm ve dekorların (gemi yolculuğu, madenler, Ece Şapka Çanta, Zevk Kıraathanesi gibi esnafın bulunduğu şehir merkezi, gaz lambalı, daktilolu yazı yazma süreçleri, Pimapensiz pencereler (!), kısacası her detay çok güzel düşünülmüştü bana göre) ve görüntülerin çok başarılı olduğunu söyleyebilirim. Yine de filmle ilgili en büyük başarı Yılmaz Erdoğan'ındır bana göre. Gencecik yaşta yitip gitmiş iki değerli şairin filmini yapmaya karar vermek, onları, aşklarını ve yaşadıkları dönemin dünyasını bu kadar güzel bir şekilde anlatmak ancak bir ustanın işi olabilirdi. O da bu filmle ustalığını göstermiş zaten. Ayrıca onun sayesinde şu an bu iki şairin şiirlerinin toplandığı kitapların bilmem kaçıncı baskısı yapılıyor şu an. Ölümlerinin üzerinden onlarca yıl geçtikten sonra! Bu bile başlı başına büyük gurur olsa gerek. Helal olsun Yılmaz Erdoğan'a ve BKM'ye.
Hâlâ izlemeyen var mı bilmiyorum ama izlemeyenlerin çok şey kaçırdığını söyleyebilirim. "Şiir bahanesidir hayatın." En kısa zamanda bu şiiri yaşamanızı dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder