(Nisan ayındaki gezi yazılarımın kalan bölümünü Soma faciasından önceki hafta sonu yazıp, otomatik yayına almıştım. Daha sonra otomatik yayınlanmayı iptal ettim. 19 Mayıs'ta da burada değildim. Dolayısıyla ilgilenenler için yazıların devamı bu hafta blogda. Ve bilinsin isterim, yazıldıkları dönemki ruh halim, hâlâ düzelmemiş şimdiki ruh halimden çok daha harikaydı.)
Evet, Cenova'daki ilk günümüzün diğer yarısındayız. Yarım saatlik uykuyla cin gibi olup yeniden atıyoruz kendimizi sokağa. Bu sefer istikamet Porto Antico, yani Eski/Antik Liman. Ne yalan söyleyeyim liman bölgesine pek de bayılmadım Cenova'nın. Galiba beni daha çok şehrin tarihi dokusunu binalarında, sokaklarında hissedebileceğim yerleri etkiliyor.
Evet, Cenova'daki ilk günümüzün diğer yarısındayız. Yarım saatlik uykuyla cin gibi olup yeniden atıyoruz kendimizi sokağa. Bu sefer istikamet Porto Antico, yani Eski/Antik Liman. Ne yalan söyleyeyim liman bölgesine pek de bayılmadım Cenova'nın. Galiba beni daha çok şehrin tarihi dokusunu binalarında, sokaklarında hissedebileceğim yerleri etkiliyor.
Burada liman boyunca sıralanmış Eataly, Rossopomodoro gibi artık İstanbul'da da olan zincir restoranlar, kafeler, dondurmacılar var. Onun dışında ilginizi çekiyorsa yine büyük bir Akvaryum bulunuyor. Hemen yanında da bir korsan gemisi! 17. yy'da Cenevizli korsanlar meşhurlarmış, bu da o korsan gemilerinin bir replikası işte. Roman Polanski'nin 1986 yapımı Korsanlar filmi için yapılmış, sonra da burada turist çeken bir nokta olarak hayatına devam etmiş bir gemi işte.;)
Ama buraya gelip de sefasını sürmeden gitmişler dedirtmeyiz. Evladım bize oradan bir bira bir de Martini Rosso yolla bakayım. Bu aperitivo kültürünün de hastasıyız bu arada. Açık söylüyorum, hiç yemek yemeden aperatiflerle, çerezlerle, meyveyle ve içki ve kahveyle yaşayabilirim gibi geliyor bana.
Cenova ile ilgili söylemem gereken bir şey daha var. Gördüğüm diğer İtalyan şehirlerinin aksine burada daha az meydan -ve meydan kültürü- vardı bana göre. Hani açık havaya atılmış masalarıyla, çeşmeleriyle, kalabalık ve eğlenceli meydanlara burada pek rastlamadık. En büyük meydanında bile öyle bir hava yoktu. Birçok restoran ara sokaklarda ve binaların içindeydi. Ara sokakların bazıları antik ve tarihi havayı geçtim, neredeyse Havana sokaklarını andıran bir eskilikteydi. Dolayısıyla bana İtalya'da olduğumu hatırlatan o sokaklara taşan sarımsak ve fesleğen kokularını daha az duyduğum, İtalyanların bazen kulakları yoran ama capcanlı konuşmalarının uğultusunu neredeyse hiç duyamadığım, tuhaf bir şekilde sevdiğim ama yine de şimdiye kadarki İtalya deneyimlerim arasında en az İtalyan bulduğum bir yer oldu burası. Mutfağına elbette sözüm yok, restoranlardan içeri girdiğiniz anda lezzet ve kokular aynı, ama şehrin dışarıdan hissedilen ruhu biraz farklıydı sanki.
Gelelim yemeklere...
Mutlaka gitmenizi önereceğim bir restoran var. İşletmecisiyle konuşur konuşmaz zaten doğru yerde olduğunuzu anlayacaksınız. Menüsünde az seçenek olmasına rağmen tipik Cenova mutfağının örneklerini tadabileceğiniz, güleryüzlü ve ilgili işletmecisinin önerileri doğrultusunda harika yemek ve şarap seçimleri yapabileceğiniz bir yer burası: L'atelier dei Sapori Liguri. Pesto sosu dışında harika bir ceviz sosu da var bu Cenova'nın, haberiniz ola. Benim söylediğim makarna işte o "walnut sauce" ile servis edilen "ricotta" peyniri dolgulu "pansotti"ydi. Ve hayatımda yediğim en lezzetli makarnalardan biriydi, hatta birincisiydi. Size anahtar kelimeleri de verdiğime göre menüde taramanız oldukça kolay olacaktır.;)
Cenova'da ikinci akşam yemeğimizi ise Ristorante Pansön dal 1790'da yedik. Burası şehrin küçük ama canlı meydanlarından biriydi. Bir akşamüstü kafelerin masalarını falan meydana atılmış gördüğümüzde bir akşam burada bir şeyler içelim, diye düşünmüştük. Kısmet yemeğe gelmekmiş, çünkü kafelerin ardına gizlenmiş, minik bir bahçesi olan bu restoranda yediklerimizi de çok sevdik. Ama yine de birinden birini deneme şansınız varsa mutlaka yukarıdakini d
eneyin diye not düşeyim. Tiramisu bir harikaydı. Yine ceviz soslu makarna yedim gördüğünüz üzere; güzeldi ama diğer restoranda yediğim bir Alex'ti, o derece. :)
Cenova'da üç gece kaldık ve bir gece günübirlik gezimizden geç ve yarı tok döndüğümüz için yemek yerine otelimizin yakınlarındaki bir wine bar'da bir şeyler atıştıralım dedik. Adamlar efendi efendi yazmışlar panini, focaccia, hadi bilemedin ham&cheese sandwich falan diye. Ama biz Türk usulü (everything little little, right in the middle ;) ) iki tabak yaptırdık ortaya. Biri peynir çeşitleri, diğeri şarküteri çeşitlerinden oluşan. Bir de şarabımızı söyleyip Cinque Terre bir rüya mıydı, yoksa bir gerçekten o güzellikleri gördük mü bugün sohbeti yaptık. Çok tatlı bir yerdi. Size oranın adını söyleyemeyeceğim diye çok korktum bir an, çünkü fişini, kartını ya da herhangi bir şeyini bulamadım getirdiğim ıvır zıvırlar arasında. Ama neyse ki fotoğrafını çekmişim. İşte bahsettiğim yer: Cellini. Oteliniz yakınlardaysa, belki bizim gibi geç saat olduğu bir gün şehre inip yemek yemeğe üşenir ve şarap+peynir sefası yaparsınız. Ya da sabah kahvaltı için de gelebilirsiniz. Kahveleri ve tatlıları da çok güzel.
Neyse, Cenova'yla ilgili anlatacaklarım bu kadar, çünkü şehirde kalmaya devam etsek de önümüzdeki iki günü başka yerleri gezerek geçireceğiz. Önce Cinque Terre gerçeğiyle -hâlâ emin değilim rüya da olabilir- tanışma zamanı. Hazır mısınız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder