Monako

Monako'ya ister trenle ister otobüsle gelin indiğiniz yerde sizi şehrin, ay pardon, ülkenin haritası karşılayacak. Vatikan'dan sonra dünyanın ikinci en küçük ülkesindeyiz. Nüfusu yaklaşık 35,000 ve yüz ölçümü ise 18 km² olan bu miniminnak ülke, ne yazık ki "küçük olan sevimlidir" görüşüne biraz ters düşüyor. Pek sevimli bulmadım ben kendisini doğrusu. Bir de küçüklüğüne bakmayıp dört bölgeye bölmüşler ülkeyi ayol. Ne uğraşıyorsun işte? Hepsine Monako de geç. :P 

Şaka bir yana Monako ile birlikte sürekli adını duyduğumuz Monte Carlo ülkenin en büyük bölgesi. Nüfusun en yoğun olduğu yer. 

Küçük olan sevimlidir, ilkesinin pek geçerli olmadığı bir yer burası bence. Yamaçlara yapılmış çok katlı binalarla dolu, bana göre hiçbir özelliği olmayan bir yer işte. Ama zaten hedef kitlesi de benim gibi turistler değildir diye düşünüyorum.;) Mümkünse yatını bağlayıp (ne o öyle atını bağlayıp der gibi! insanda yat kültürü olmayınca işte..;)) kumar oynamaya, lüks otellerde kalmaya, Formula 1 yarışlarını izlemeye gelen cüzdanı dopdolu ziyaretçilerin gelmesini tercih ettikleri aşikar. 

Gelir gelmez sizi bir marina karşılıyor. Lüks yatlarla dolu olan bu marinanın bir tarafına doğru yürürseniz ünlü Monte Carlo kumarhanesi, Opera ve Hotel de Paris'in olduğu bölüme, diğer ucuna doğru yürürseniz ise Prenslik Sarayı'na (Palais Princier) ulaşırsınız. İyi haber: şehrin görülecek bölümü bu kadar. Kötü haber: Eze'den sonra yine bol bol tırmanışa geçeceksiniz. Ya da bir ucu bitirdikten sonra otobüslerle diğer uca da gidebilirsiniz.  

Aşağıda limanı ve etrafındaki binaları görebilirsiniz. Yat ve kat kakofonisi!


Biz ilk olarak Prenslik Sarayı'na gidiyoruz. İçeriyi audioguide ile gezeceğiniz minik ülkenin minik sarayında fotoğraf çekmek yasak. Dinlemek için tuşa bastığınızda sizi Prens Albert'in sesi karşılıyor. Sarayıma hoş geldiniz, falan diye başlayıp kısa bir tarihçe verdikten sonra bizlere güzel bir gezi diliyor. "Ay ne kibar adam, aferin bak, bizzat karşıladı bizi İso'cum," diyorum. Ama kısa bir turda bitiveren sarayın son odasında Prens'ten bir "güle güle" mesajı duyamadığımız için feci bozuluyoruz. "Gördün mü senin kibar adamı, bir yolunuz açık olsun, yine bekleriz bile demedi," diyor bu kez İso'cum. ;) Aman neyse canım, biz de Prens Albert için gitmemiştik zaten. Açıkçası ben biraz daha bol Prens Rainier ve Grace Kelly hikayesi duymak, çılgın ve güzel Prenses Stephanie ve Caroline hikayeleri ve fotoğrafları görmek isterdim. Onlar işin magazin boyutunu biraz es geçmişler. Sarayın dışarıdan görüntüsü aşağıda, içerisi ile ilgili bir fikir edinmek için de buraya bakabilirsiniz. Giriş ücreti 8 Euro bu arada. 


Sarayın önündeki meydan ve oradan girilen yine daracık sokakların, restoranların ve dükkanların olduğu merkezi semt çok keyifliydi. Öyle olunca kısa bir yemek molamızı burada verelim dedik. 


Yemekten sonraki durak Casino Monte Carlo oldu (altta sol üst). Burayı da gezmek için içeri girebilirsiniz, ama fotoğraf çekmeye ve sırt çantasıyla girmeye izin yok. Las Vegas'taki devasa kumarhanelerden sonra burası butik ve şık bir kumarhane olarak aklımızda kalıyor. Oynamıyoruz, içeriyi gezip çıkıyoruz sadece. Daha önce de belirttiğim gibi hemen yanında lüks otel Hotel de Paris var (altta sağ üst). Yakınlarındaki Opera Binasını'da (altta sol alt) görüp yeniden marina manzarası eşliğinde aşağıya inerken de bütün lüks markaların butiklerinin sıralandığını görüyorsunuz. 


Bu arada Formula 1 yarışları demişken şehrin kendisinin doğal bir pist olduğunu belirteyim. Mayıs ayı içinde yapılacak olan 2014 Monaco Grand Prix'si için hummalı bir hazırlık çoktan başlamıştı. Şehrin her yerine tribünler oluşturulduğu için, her köşede metal borular gördüğüm için de burayı sevmemiş olabilirim. Şehri koca bir şantiyeye çevirmişler dostum! Ama ben olsam ben de yaparım tabi. Ülkenin en önemli gelir kaynaklarından biri de bu Formula 1 yarışları. Diğerleri de tahmin edebileceğiniz üzere turizm ve kumarhaneler. Ya işte böyle sefa içinde yaşayan, derdi tasası olmayan, insanlarının ne ayakkabı kutusuna sığan ne para sayma makineleriyle sayılabilen paracıklarımı nereye harcasam diye düşünüp durdukları bir ülke burası. :P 

Bu hazırlıklara şahit olmanın hatırına bu sene Formula 1 yarışlarına bir göz atarım artık. 


Tamam, yeterli bence. Ben artık Nice'e dönmek istiyorum. Eski Şehir'de bir ara sokağa atılmış masamızda yemeğimi yemek ve şarabımı içmek istiyorum. Zaten biraz daha yokuş inip çıkarsam bir dağ keçisi olduğumu düşünmeye başlayacağım! ;)

Yarın da yoğun bir program bizi bekliyor. Önce St. Paul de Vence'e ardından Cannes'a gideceğiz. Takılın peşime!

Hiç yorum yok: