Mara Nehri'nde Neler Oluyor?

Nakuru Gölü'ne veda ederek yollara düşüyoruz yine. Turun en merak ettiğim noktasına gitmek üzere hem de: Masai Mara. Kenya'nın güneybatısında yer alan yaklaşık 1,500 metrekarelik bu doğal parkı hepimiz National Geographic belgesellerinden tanıyoruz. Hemen güneyinde de Serengeti başlıyor - ki sıra ona da gelecek merak etmeyiniz. Masai Mara'nın adı bölgenin yerli halkı Masailerden geliyor. "Mara" ise Swahili dilinde benekli, lekeli demekmiş. Afrika'nın simgesi ağaçlar vardır, fotoğraflardan ve belgesellerden bilirsiniz hani. Koskoca savanada tek bir tane ağaç durmaktadır. Günbatımı fotoğraflarının da vazgeçilmezidir bu uçsuz bucaksız yeryüzüne ve gökyüzüne meydan okuyan tek çıkıntı bir Afrika ağacı. İşte bu topraklarda bu ağaçlardan çok fazla var ve Masailerin dağ yamaçlarındaki köylerinden aşağı bakıldığında toprağın üstündeki benekler ya da lekeler gibi görünüyorlar diye buraya Masai Mara deniyor. Bir nevi Masailerin benekli toprağı anlamında.  

Burası Big 5'ı yani Büyük Beş'i (aslan, fil, buffalo, gergedan, leopar) görmeyi umduğumuz ilk durak. Nakuru Gölü'nün çevresinde de birçoğunu gördük ama orada filler yaşamıyordu örneğin. Ayrıca leopar da görememiştik, çünkü kendileri ağaç dallarında uyumayı seven ve pek de güzel kamufle olabilen, safarinin en nazlı hayvanlarından. Burada varlar, ama görüp görmeyeceğimiz hiç belli değil. Şans!

Bizi yine zürafalar karşılıyor ilk olarak. Bu kez Masaili olanları, yani dizlerinden aşağısı krem rengi olanlar değil, tamamen desenli olanlar. Bunlar da çok zarifler ama Nakuru'dakiler favorimiz olmaya devam ediyor. Dünyada yaklaşık 100.000-150.000 arası nüfusu olan zürafaların tamamı Afrika'da yaşıyorlarmış.  Yaklaşık %70'i de Kenya ve Tanzanya'da.


Ve işte Nakuru'da olmadığı için ilk kez karşılaştığımız filler! Yani büyük beşlinin en büyükleri (erkekleri 4 metre boya ve 7 ton ağırlığa sahip olabiliyormuş). Aile saadetini en çok sevenler. Dev cüsselerine rağmen doğanın belki de en barışçıl, en bilge hayvanları. Çok severim ben filleri ve bakışlarındaki o olgun ve biraz hüzünlü ifadeyi. Tabi tehdit hissederlerse saldırgan olabiliyorlarmış onlar da diğer hayvanlar gibi. Ama birtakım ön uyarılar vermeden saldırmıyorlarmış. Kulaklarını yelpaze gibi sallamak ilk uyarı. Ön ayağını birkaç kez toprağa sürtmek de ikinci uyarı. Bunu gördüğünüzde gaza basmanız gerekiyormuş, çünkü üçüncü uyarı yok; bundan sonraki adımda doğrudan üstünüze koşacak demekmiş. E kızdırmayın canım siz de..;) Bu arada şoförümüz Daniel'in uyarısıyla fark ettim: Afrika filinin kulakları Afrika haritasını andırmıyor mu? ;)


Sürüler halinde yaban mandaları, gunular (önceleri öküz başlı antilop diyorduk ama adları gunuymuş), impalalar ve güzeller güzeli Thomson ceylanlarıyla karşılaştık bu arada. Üç renkli bu minik ceylanlar gerçekten çok güzellerdi. Bir av sahnesi görmeyi çok istememize rağmen "ama Thomson'a bir şey olmasın" demeyi de ihmal etmiyorduk. ;) Bu arada impalalar ve ceylanlarda çok eşlilik var. Boynuzu olan erkek, diğerleri dişi. Bir erkeği yanında 15-20 dişilik haremiyle dolaşırken görebiliyorsunuz sık sık. 


İlk yazımdaki çita da bize tam da burada selam çakanlardan. Çita, leopar, aslan ve timsah gibi etçillerle fil, buffalo, su aygırı gibi otçulları karşılaştırdığımda doğanın bize et ye, protein tüket mesajı verdiğini düşünüyor gibiyim; ne dersiniz? Doğanın atik, tetik, kaslı ve güçlü tipleri hep etçiller gibi.

Neyse, yola devam. Mara Nehri kenarında yürüyeceğiz şimdi biraz. Burayı da belgesellerden hatırlayacaksınız. Hani gunuların, zebraların göç sırasında karşıdan karşıya geçtikleri ve bazılarının timsahlara yem oldukları sahnelerin yaşandığı yer. Ve o gün akşamüstü değil de sabah 7'de orada olsaymışız o sahneyi görebilirmişiz. Bunları bizi gezdiren rangerlardan öğreniyoruz. Safaride şans gerçekten çok önemli bir faktör, unutmayın. Sağ altta gunuların panik halinde nehrin karşı tarafına geçerken toprakta bıraktıkları ayak izlerini görebilirsiniz. Nehirdeki cesetler ise timsah saldırılarıyla ilgili değil. Suda boğulmaktan korktukları için panik halinde birbirlerini ezmeleri sonucu yaşanan ölümler bunlar ne yazık ki... 


Gerçi bu duruma çok da üzülmüyorsunuz orada. Her şeyin bir nedeni var, her şey mükemmel bir düzenin parçası işte. Toplam 1,6 milyonluk nüfuslarıyla yaban hayatta sayıca en fazla olanlar gunularmış. Demek ki bazen timsahlar ve akbabalara kolay yemek olmaları da oradaki yaşamın bir gereği diyorsunuz. Aşağıdaki fotoğrafta kıyıdaki cesetlere saldıran ve yukarıda ağaçtan durumu izleyen pek çok akbaba görebilirsiniz. 



Biz buraya su aygırlarını görmeye gelmiştik ama bu müthiş olayın sonrasına şahitlik edince heyecandan onları unuttuk. Rangerlar eşliğinde gezerek onları da görmeye devam ediyoruz. Sadece homurtular yetmez, bir de şu koca ağızlarınızı açıp kapışsanız, diyoruz, ama olmuyor. Bu arada rangerlar özel eğitim almış, silahlı görevliler. İnsanları hayvanlardan korumak için değil, yaban hayatı ve hayvanları insanlardan korumak için silahlı geziyorlar. Çünkü doğanın doğayla en uyumsuz canlısı olan insanoğlunun kaçak avlanması sayesinde bazı türler hızla tükeniyor. Ama olsun, gergedanın boynuzunu koparıp afrodizyak olarak satmak, fildişinden dekoratif objeler yapmak elbette bizim hakkımız değil mi?! Terminatörden farkımız yok. Vahşi doğada, neredeyse hiç insan görmediğimiz bu huzur dolu ortamda bile bir kez daha insanoğlundan nefret ettim. Vahşi ve uyumsuz tek canlı biziz, nokta!  


Artık gün kararmak üzere... İki gece kalacağımız otelimize gidiyoruz. Mara Serena Safari Lodge paranızı, pulunuzu kilitli tuttuğunuz sürece güzel bir otel. Burada yorumum var. Odaların güzelliği, gün boyu safari yaptığımız yerlere tepeden bakışı büyüleyici. İlk akşam homur homur balkon duvarımızın dibinde bir saat boyunca bir uğraş halinde olan canlıyı odanın içindeymiş gibi duyup zıplayarak uyanmamız dışında pek de rahat ettiğimiz bir yerdi. Buzlu cin toniklere rağmen mideyi bozmadığımıza göre buzlar için düzgün su kullanmış olmalılardı ya da artık bizim midenin bağışıklığı pek kuvvetliydi! ;)


Bu arada ertesi gün uyandığımızda homurtulardan bahsedince otelin garsonlarından biri odamızın aşağısındaki ağaçlıkların altında bir ay önce doğum yapmış bir aslanın yaşadığını söyledi ve hatta bize gösterdi. Böylece safarinin sürekliliği olan bir şey olduğunu da öğrenmiş olduk. Öyle odama gidip uyudum falan yok! Bakarsın dişi aslan odanın oralara yemek bulmaya falan gelir, safari odanda da devam eder, bilemezsin ki...;)

İyi hafta sonları

Hiç yorum yok: