Sabah doğada yaptığımız şampanyalı kahvaltı sonrasında yağmur eşliğinde 180 kişilik bir Masai köyüne varıyoruz. Masailer Kenya'nın güneyi ve Tanzanya'nın kuzeyinde yaşayan, hayvancılıkla uğraşan, yarı-göçebe yerli halk. Nüfuslarının bir milyon civarında olduğu söyleniyor. Daire şeklinde sıralanmış kerpiç evlerden oluşan birkaç ailelik köylerinde yaşıyorlar. Mesela bu 180 kişilik köy aslında 5 aile! Çok eşlilik ve çok üremek yaygın anlayacağınız. Köyün varlıklı erkekleri -yani en çok hayvana sahip olanları- çok sayıda kadını eşi yapabiliyor ve bir sürü çocukları olabiliyor. Ben de aşağıda köyün evlenme çağındaki genç erkekleriyle birlikteyim, hani aklınızda olsun. :P
İlk kolajda köyün bizi karşılamak üzere toplanan erkekleri ve kadınlarını görüyorsunuz. Aşağıdaki kolajda ise yüzleri gözleri kir, pas ve sinek içinde olmalarına rağmen gamsız tasasız, kırlarda bayırlarda oynayan köy çocukları var. Çocukluğun hafif ruh hali içinde olduklarından mı, yoksa doğal ötesi yaşadıklarından mı, yoksa başka bir alternatif bilmemekten mi bu mutlulukları diye düşünüyor insan. Köyde iş bölümü şöyle: kadınlar süt sağmak, yemek, çocuk bakımı ve hatta şu kerpiç evlerin yapımıyla uğraşıyorlar; erkekler ise hayvanları otlatmaya götürüyor, avlanıyor ve geceleri olası vahşi hayvan saldırılarına karşı köyü koruyorlar. Bana adil göründü.
"Evleri kadınlar mı yapıyor?" diye hayrete düşmüştük ama malzemeler taşındıktan sonra bu kerpiç evleri yapmakta da pek sorun yok gibi görünüyor. 10 yılda bir de evler artık iyice harap olunca tamamını yıkıp, köyü yeniden başka bir yere inşa ediyorlarmış.
Bize evlerini açıp, içini gezmemize izin verdiler. İçeriye ancak başımızı eğerek girdik ve içeride de o şekilde durmaya devam ettik. "Burası salon," dedikleri yerde iki kocaman adım atmak mümkün değildi. Salon olduğunu gösteren tek işaret ise yer zemininde oturmak için bir seki çıkıntısı da olmasıydı. Yatak odası da iki ayrı gözün olduğu, ortada ateş yanan, yanında karanlıkta göremediğim bir hayvan yavrusu (muhtemelen yavru köpek ya da minicik bir kuzu) uyuyan, yerde yatılan bir odacıktı. Bir de kiler dışında hiçbir şey olmadığı gibi bu odaların ne olduğunu anlamamıza yardımcı olacak hiçbir eşya da yoktu içeride. Elektrik elbette yok. Medeni bir hayatta köy evi bile olsa görmeye alışkın olduğumuz tuvalet, duş, giysi dolapları, kap-kacak-çatal-bıçak, vs gibi araç gereçler hiç yok. Bildiğin dört duvardan oluşan, hayvan-insan bir arada yaşanan bir mağara aslında. Sokakları ise hayvan pislikleri ve yağmurdan dolayı ıslanan toprağın çamurunun karışımından oluşuyor ve onlar yalınayak, biz çamur içindeki botlarımızla o evlere girip çıkıyoruz. Dünyanın bir ucunda aklınızın almayacağı ilkellikte, böyle de bir kabile yaşamı var yani, sevgili okur. İlkellik tarafı biraz problem olsa da içtenlik konusunda bir sıkıntı yok ama: bir dahaki gelişte otelde kalmayın, evlerimiz size açıktır, diyorlar defalarca. Bilmiyorlar ki biz tüketen beyazlar sadece sırt çantamızı boşaltsak evlerinde adım atacak yer kalmaz! ;)
Bir erkeğin yetişkinliğini ispat etmesi için iki aşama var: birincisi 12-15 yaşlarındayken sünnet olması, ikincisi ise köyden ayrılarak vahşi doğada tek başına hayatta kalmayı başarması. Ve bu süre öyle günlerle değil yıllarla ifade edilen bir süre! Sünnette de anestezi, hijyenik koşullar falan yok elbette; ama bağırmak ya da acı çekiyormuş gibi bir yüz ifadesi yapmadan, güçlü durması gerekiyor erkeğin. Yoksa karizma çiziliyor sosyal hayatta. Yaban hayat mücadelesini de başarıyla tamamlayıp, savaşçı bir yetişkin erkek olarak köye dönen erkek artık evlenmeye de hak kazanıyor. Kadın sünneti de varmış eskiden ama artık yok olmaya yüz tutmuş bir gelenekmiş.
Karşılamayı köyün yetişkin ve savaşçı erkekleri yapıyorlar. Geleneksel dansları ve zıplamaları eşliğinde. O da ne? Aralarında yetişkin bir beyaz erkek de görüyorum sanki? ;)
Son olarak da Masai diyetinden bahsedeyim biraz sizlere. İncecik, uzun boylu ve kaslı erkek ve kadın vücutlarının sırrını açıklıyorum: bol fiziksel hareket, protein ve kan! Evet, doğru duydunuz. Masailer süt ve et tüketmenin yanı sıra hastalık, sünnet sonrası, yaralanma, vs gibi özel durumlarda iyileşmeyi hızlandıracağını ve vücuda güç vereceğini düşündükleri için sürülerindeki inek, sığır, vs gibi hayvanların kanını içiyorlarmış. Uuu çok sert! Hayvanın şah damarından enjeksiyon yöntemiyle kanı alarak hayvanı öldürmeden kan tüketme yöntemini de bulmuşlar. Size kırmızı bir içecek ikram ederlerse falan dikkat edin yani. ;P
Artık kadınların el emeği göz nuru yaptıkları takıları ve dekoratif objeleri görmek için rengarenk pazar alanına gidebiliriz. Üstlerinde gördüğünüz o birbirinden renkli takılar, kumaşlar, filin kuyruğundaki kıllardan ya da dik-dik (nam-ı diğer) boynuzundan yapılmış aksesuarlar, kabile liderinin dekoratif asası, vs gibi ilginç şeyler bulabileceğiniz bu pazardan alışveriş yaparak köyün ekonomisine de katkıda bulunabilirsiniz. Pazarlık şart!
Şimdi öğle yemeği -ve elbette duş!- molası için otele dönme zamanı. Sonra akşam safarisine çıkacak ve günü savanada batıracağız.
3 yorum:
Merhaba,
Bu gezi yazılarınızı çok seviyorum. Sayenizde bizler de dünyanın farklı yaşamlarına tanıklık ediyoruz.
Sevgiler.
Aaaa!!! :))
Hiç bilmediğim neler öğrendim. Heyecan dorukta.
Bu kadar da ilkel yaşanır mı yahu :))
Kan içmelerine ne demeli?
Çocuklar topaç gibi bir de :)
Harika bir bölümdü İmge. Teşekkürlerr:)
Sessizce,
Çok sevindim bunu duyduğuma.Teşekkür ediyorum.
Sevgiler.
Zeugma,
Harika bir öğlendi bizim için de doğrusu. Film setinde gibi hissettiğim anlardan birini daha ekledim yaşam arşivine. ;) O kadar farklı bir pencere ki nasıl tepki vereceğini şaşırıyorsun, çünkü yanından geçen bir referansla karşılaşmamışsın şu ana kadar! ;) Her anı nefis bir deneyimdi ama, orası kesin.
Sevgiler..
Yorum Gönder