10 Mart Perşembe günü İstanbul Modern'de Müge ile buluşup yemek yemeyi planladık. Öncesinde ise tabi ki merak ettiğim son güncel sergilerini görebilme fırsatım oldu. Yok Olmadan: Doğa ve Sürdürülebilirlik Üzerine Bir Sergi, adı üstünde doğa ve ekolojiyi konu alırken sürdürülebilirlik kavramına da değinen sanatçıların eserlerine yer veriyor. Ve 5 Haziran'a kadar İstanbul Modern'de görülebilir, unutmayın.
19.
yüzyıldan günümüze farklı dönemlerden sanatçıların doğayı nasıl algıladıklarını
ve sürdürülebilirlik kavramıyla ilişkilerini yansıtan çalışmalarda, insanın
bitki ve hayvanlar başta olmak üzere tüm eko-sistem ile etkileşimine dair
yorumlara ve yenilikçi önerilere yer veriliyor. Sergideki yapıtlardan bazıları büyük ekolojik meseleleri çözmenin
olanaksızlığına işaret ediyor, bazılarıysa eko-sistemin korunmasına ve insan
türünün onunla uyum içinde varlığını sürdürebilmesine yönelik öneriler
içeriyor. Sergide doğayı kavramsallaştırarak ele alan sanatçılar, konu ve
malzemelerini doğadan seçiyor, hatta doğanın bizzat kendisini sanatsal üretim
tekniği olarak kullanıyorlar.
Serginin en sevdiğim çalışmalarından biri Yoko Ono'nun Ex It'i oldu. Farklı ebatlarda 50 tabut, içinde zeytin ağacı fideleri ve kuş sesleriyle aslında karşıt gibi görünen unsurların nasıl birbirini tamamladığını gösteriyor bize. Yaşam ve ölüm sürekli birbirinden doğar; ikisine de anlam kazandıran ve döngüyü devam ettiren ise doğadır. Bayıldım!
Peki Camila Rocha'nın doğayla birlikte var olma hissini ve bir bahçede bulunma keyfini çağrıştırmayı amaçlayan Sefatoryum'u nasıl buldunuz? Şu sıkıcı beton yığınlarının içlerine birer -ya da birkaçar- tane kurulmalı bence!
Aşağıdaki kolajın sol üst köşesinde Canan Tolon'un saman, kahve çekirdeği, ot, pas, çim tohumu gibi zaman içinde kimyasal olarak nasıl dönüşeceği tahmin edilemeyen doğal ama alışılmadık malzemeleri farklı sanatsal düzlemlerde kullandığı çalışmalardan biri var. Yanındaki Spiral Masa ve üstünde duran yeşil elmalar ise Mario Merz'in. Doğanın insanlığın edimleri üzerindeki düzenleyici etkisine Fibonacci serisinden yola çıkarak vurgu yapan sanatçı salyangoz kabuğu dahil doğada pek çok yerde karşımıza çıkan spiral formunu o yüzden kullanmış. Meyvelerin bozulabilir olmaları da mevsimsel döngüyü ve doğanın yaratıcı gücünü hatırlatıyor.
Alt sıradaki flamingoyu serginin afişlerinden de hatırlarsınız. O ve ona benzer pek çok etkili suluboya resimleri var Maro Michalakakos'un. Kendi kendimizi uğrattığımız yıkımın bir metaforu olarak boynu bacağına dolanmış bu flamingonun - ve resimlerdeki diğer kuşların. Rodney Graham'ın meşe ağaçlarının ters dönmüş halde durması da algıları alt üst edenlerden.
Çok etkilendiğim iki farklı çalışma da aşağıda duruyor. Soldaki Alper Aydın'ın Taş Kütüphanesi adlı çalışması. Genç sanatçının memleketi Ordu'daki bir mağaradan, Ankara'da taşlaşmış ağaç fosillerinin olduğu bir ormandan, Konya'da dini yapılardan, İstanbul'un tarihi surlarından topladığı taşlar adeta farklı toplulukların ortak belleğinin temsili gibi.
Yanındaki Kıyamet isimli çalışma ise Bingyi'ye ait. 20 metrelik ipek bir rulo üzerine mürekkep ile beş yıl boyunca resim yapan sanatçının bu anıt niteliğindeki eseri, 2008 yılında deprem felaketi yüzünden 70,000 insanın öldüğü Siçuan bölgesine adanmış. Sekiz ana bölüm ve ek bir sahneden oluşan Kıyamet'te her sahneye sanatçının yazdığı şiirler de eşlik eder.
Yazıyı biraz hüzünlü bir eserle bitirsem de iyi haber: haftaya sanatla başladık. E, ruhumuza iyi gelsin o zaman. ;)
İyi haftalar!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder