Venedik'te Aylak Olmak ;)

Geldik gezinin aslında son tam gününe. 23 Nisan Cumartesi günü Venedik sokaklarında gönlümüzce kaybolmak, kilise, galeri, dükkan, ilgimizi çeken ne varsa içeri dalmak ve şurada bir aperitivo, burada bir şarap, şurada bir dondurma molası vererek gezmek için bir koca günümüz var. Gerçi çoğunluğu yağmurlu bir gün  ama olsun, keyfimizi bozamaz yağmur falan. 

Otelimize çok yakın olan Accademia Köprüsü üzerinden geçerek San Marco oklarını takip etmeyi ve o muhteşem meydanla yıllar sonra bir kez daha kavuşmayı planlıyoruz. Burası en güzel Venedik manzaralarından birini görebileceğiniz köprülerden biri. Gallerie dell'Accademia ve Peggy Guggenheim müzelerini gezmeyi tercih edenler illa ki buralara gelirler, ama bizim gibi müzesiz bir gün geçirmeye karar verenler de bu köprüye kadar uzanmayı unutmasınlar derim. ;)


Bu yazıda Venedik'le ilgili önemli bilgiler vereceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Gerçekten aylak aylak gezeceğiz, ona göre. Bilgiler için gezi blogumun ilgili yazılarına (toplam 3 yazı) bir göz atın derim ama. Orada aradığınız her şey var. Bizi bırakın kanalların, köprülerin, yakışıklı gondolcuların arasına lütfen. ;)


Vitrinindeki dondurma heykeliyle dikkatimizi çeken bir modern sanat galerisine dalıyoruz yürürken. İçeride birbirinden güzel çalışmalar var. Şehrin kendisi kadar renkli bir galeri burası. Favorim ise David Kracov'un Book of Love'ı oluyor. Nefis değil mi? 


Ve sonunda Avrupa'nın bana göre en güzel meydanındayız. San Marco Meydanı, asıl sahipleri olan güvercinlerle karşılıyor yine bizi tüm güzelliğiyle. Dükler Sarayı, Çan Kulesi, Bazilika, üzerinde timsahıyla birlikte St Theodore ve kanatlı aslan heykelleri bulunan sütunları, her şey yerli yerinde. Sokak lambaları, mimari estetik, kafelerden gelen klasik müzik sesleri, her şey o hatırladığım rüya gibi ve yine çok etkileyici. Çok büyüleyici bir masal burası. Defalarca dinlesen sıkılmazsın. 



Yine dalıyoruz gözümüze kestirdiğimiz bir ara sokaktan. Bu kez Rialto Köprüsü taraflarına gitme niyetindeyiz. Feci bir yağmur bastırdığında kendimizi önümüze çıkan bir kitapçıya atıyoruz. Burası bir harika dostum! Bir sürü referans kitabı, kartpostal, eski dergiler, süs eşyası, defter-kalem, vs üst üste yığılmış. Sahaf, bitpazarı, kırtasiye, kitapçı karışımı bir yer. Hatta dükkanın içindeki gondolun içine de yığılmış bir sürü ıvır zıvır. Ve yangın çıkışına dikkat lütfen. ;) Ee, buraya sokaklardan çok kanallar hakim ne de olsa. O yüzden aklınızda olsun, İtalya'da Venedik plakalı araç görürseniz anında uzaklaşın. Hepsi berbat şoförlermiş. :P


Eveeet, Rialto Köprüsü'nün tadilatta olduğunu bilmeyenler el kaldırsın! ;) Biz ara sokaklardan yürüyerek, fotoğraflar çekerek, Rialto oklarını takip ederek bir geldik ki köprüyü sarıp sarmalamış İtalyanlar. Kıh kıh. Neyse, zamanında görmüştük zaten, boş ver diyerek tabana kuvvet yürümeye devam o zaman. Ne de olsa boşa geldim diyeceğiniz hiçbir köşe yok burada. Her yer harika mnzaralarla, fotoğraf karesi gibi güzelliklerle kaplı.


Bu arada önümüze daha önce görmediğimiz birçok kilise de çıktı, bazılarının içine girip gezdik de hatta, ama isimlerini bile hatırlamıyorum, kusuruma bakmayın e mi? Kilise merakım bu kadar işte. Ama tipini sevdiklerimden bazıları aşağıda. 


Venedik'te Ne Yesek?

* Gelelim en önemli konulardan birine: yesek yesek ne yesek? ;) Venedik'te yeme-içme diğer İtalyan şehirlerine göre çok daha pahalı ve bana göre özelliksiz. Deniz ürünleri ağırlıklı seçimler yapacaksınız elbette bu deniz şehrinde. Biz ilk akşam güzel bir restoranda güzel bir akşam yemeği yiyelim, diğer gün serbest format oradan oraya kendimizi atalım dedik. Güzel akşam yemeği için seçtiğimiz yer La Caravella oldu ve şiddetle öneririm. Harika yemekleri, nefis tatlıları ve birbirinden şeker tonton garsonlarıyla on numara beş yıldız bir restoran. 


* İkinci güzel restoran önerim de Rialto Köprüsü yakınlarındaki Bancogiro olacak. Tavşan etli ve bademli gnocchi ve greyfurt soslu levrek tartar olaydı. Açık havada Grand Canal'a karşı oturmak ise paha biçilmez. 


* Meşhur Cafe Florian'da San Marco Meydanı'na karşı bir sabah kahvesi -ya da bizim gibi sabah şarabı ;)- içmeye uğramalısınız. Arka fonda canlı orkestranın çaldığı klasik müzik eşliğinde meydanı seyrederek bile huzur dolabilirsiniz. 


* Gelelim bence gezinin en lezzetli tiramisusuna. Evet, kendisini Venedik'te, sıradan görünümlü, hatta florasan ışıklı, esi bir snack barda şans eseri keşfettik ama tadını unutamadık!  Tiramisu seviyorsanız mutlaka Tiziano'ya uğrayın, ne demek istediğimi anlayacaksınız. 

  
Onun dışında orada bir şarap, burada bir Martini Rosso, hadi şurada bir daha şarap tadında geçip gitti Venedik'teki kalan zamanımız. Yabancı bir yerde aylaklık gibisi yok bana göre. Ha bu arada ilk kez "İso buradan ev alsak yaa!" şımarıklığı yapmadım. Aylak olabilirim ama sonuçta ben de bu maddiyatçı dünyanın ayakları yere basan bir bireyiyim. Temeli kanalda, giriş kapıları sular altında olan binalara yatırım yapacak göz var mı bende? Floransa'dan alırız, bazı hafta sonları kaçarız işte buraya. (En ayakları yere basan halim bu, üzgünüm. ;) )

Aah ah, bize yaşattığın tüm güzellikler için teşekkürler İtalya. Tanrı seni korusun, bizi de sık sık seninle buluştursun dilerim. Bir dahaki buluşmamıza kadar hep böyle kal.

2 yorum:

Klio'nun Şarkısı dedi ki...

Venedik'te çok güzel kitapçılar sahiden.El yapımı defterler satan dükkanlar da çok ilgimi çekti.
Hemen hemen aynı saatlerde Academia civarındaymışız, rastlaşsaydık keşke:)

Imge dedi ki...

sezer eser perker,

Olsun, uçakta minnacık da olsa rastlaştık sayılır. Bir dahaki sefere daha büyük rastlaşırız. ;)