Son dönemlerde kitap okuma hızımda ciddi bir düşüş olduğunu utanarak kabul ediyorum. Ayda ortalama üç kitap falan okurken son iki ayda üç kitabı ancak bitirebildim. Ve ikisi de gayet incecik kitaplar! Kendimi kınıyor, yaz döneminde bunu telafi etme sözü veriyorum.
Bu kitapların ilki çocukluğumuzdan tanıdığımız -Çocuk Kalbi'ni okumayan var mı aramızda? ;)- bir İtalyan yazarın yaşadığımız şehrin 1870'li yıllarını anlattığı bir roman: Edmondo de Amicis'in İstanbul'u. Yazarın dünyada aslında seyahat yazılarıyla tanındığını bilmiyordum açıkçası. Hem İtalyan, hem seyahat sever, hem de İstanbul'u yazmış, daha ne olsun. ;) Çevirisinden biraz korkarak da olsa kitabı aldım ve gerçekten de kendisine bayıldım. O yıllardaki kozmopolit Osmanlı İstanbul'unu tüm ayrıntılarıyla, gözünüzde canlandırabileceğiniz kadar detaylı ve renkli anlatmış Edmondo de Amicis. Sosyal hayat, İstanbul'da yaşayan yabancılar, kadınlar, padişah ve saray yaşamı, Kapalıçarşı esnafı, hamam ritüelleri, meşhur yangınlar, özellikle de Türkler ve Türk kadınları (altını çizemedim, sayfaları not ettim, o derece) o kadar güzel gözlemlenerek anlatılmış ki hayran kalıyorsunuz. Dışarıdan bakan bir gözün bu kadar doğru analiz edebilmesi ve bu kadar çarpıcı bir dille anlatabilmesi kitabı en keyifli yapan özelliği. O kadar çok yerin altını çizip not ettim ki. İşte onlardan birkaçı aşağıda:
-Yazarın gemide Boğaziçi'ni ilk gördüğü an söyledikleri: "Bu, yeryüzündeki en güzel manzara, bunu inkar eden biri varsa, Tanrı'ya ve Doğa'ya minnetten yoksun demektir. Duyularımız daha büyük bir güzelliği kaldıramazdı."
- İlk büyülenme anı geçtikten sonra oteline yerleştiğinde daha gerçekçi bakış açısıyla yazdıkları: "Işıklı ve güzel İstanbul yerini sonsuz sayıdaki tepe ve vadilerin üstüne saçılmış korkutucu bir şehre bıraktı. Burası karınca sürüsü gibi insan kalabalıkları , mezarlıklar, harabeler ve ıssız yerlerden oluşan bir labirentten farksız, yeryüzündeki bütün şehirlerin suretini temsil eden ve insan hayatının bütün yönlerini üstünde toplayan bir medeniyet ve barbarlık karışımı sanki. Şehrin sadece küçük bir kısmını oluşturan surlar, gerçekten büyük bir şehrin iskeletinden ibaret; geri kalanı devasa bir baraka yığını, hiçbir zaman sayılmamış, her ırk ve dinden insanın kaynadığı Asyalı bir kamp alanı gibi." Ooo, welcome to İstanbul Edmondocum! Raki, şiş-kebap, Törkiş dilayt ya da harem, hamam, cariye falan gibi oryantalist fantezilerle olmuyor o işler. Bak yazıyorum buraya, arkana bakmadan kaçarak gideceksin bu diyardan. ;) (Üstelik bu şimdikinden yaklaşık 150 yıl önceki hali hani.)
- "İstanbul'un başka pek çok yerinde olduğu gibi daha önce denizden ya da komşu bir tepeden gördüğünüz bu mahallenin içine girince de, tıpkı daha önce özel bir locadan izlediğiniz bir bale gösterisini, kulisten seyrettiğinizde kapıldığınız izlenime kapılırsınız. Bu kadar çirkin ve kaba saba şeyin bir araya gelmesinin nasıl olup da öyle parlak bir illüzyon yaratabildiğine hayret edersiniz."
Ve çok uzun olduğu için birkaç alıntıyı da sayfa fotoğrafı şeklinde paylaşayım. Daha önce de belirttiğim gibi Türkler ve Türk kadınları ile ilgili bölümler son derece doğru tespitlerle dolu, kusurlarımızı kabul etmekte zorlansak da, kamuflaj giysileriyle geziniyor olsak da birileri çıplak fotoğrafımızı çekmiş de bize gösteriyormuşçasına gerçekçi ve çarpıcı.
- "Sadece Karagöz bile Müslüman ağırbaşlılığı maskesi ardına gizlenen derin ahlaksızlığın kanıtı olabilir."
- "Sosyal sınıflar arasında genel ve karşılıklı saygı hakimdir. Ancak bu sadece yüzeyseldir. Çürüme iç yüzeydedir. Yozlaşma, iki cinsin birbirlerinden ayrılmasıyla saklanır; tembellik sükunetle; kibir ağırbaşlılıkla; düşünceliliğin işareti gibi görünen, sakin ve ağırbaşlı yüz ifadeleri aslında entellektüel anlamda ölümcül bir eylemsizlikten kaynaklanmaktadır. Ve bu insanların görüntüdeki ılımlılık hali, aslında hayatın gerçek anlamıyla noksan olmasından başka bir şey değildir. "
Kısacası bu kitap okunmaya değer. 1870'lerden bu yana toplum yapımız ve genel karakteristik özelliklerimizin neredeyse hiç değişmemiş olduğunu görmek açısından önemli. Bence Atatürk'ün de sosyal yaşam ve kadın açısından şu topluma katkılarının ne kadar muazzam olduğunu da bir kez daha gösterdiği için çok değerli. Okurken binlerce kez şükrettim iyi ki bu topraklardan böyle bir lider çıkmış, gerçek anlamda hayatlarımızı kurtarmış diye. (Maalesef eldeki malzeme bu olunca yetersiz kalmış, benimsenememiş o ayrı. Aydınlanma çalışma, sorgulama, açık görüşlülük, azim, öz saygı ve emek gerektirir çünkü. Evdeki soğan, patates ve yumurtadan çikolatalı sufle çıkarmayı ummuşuz gibi geliyor bana gitgide.) Ah, neyse... :(
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder