Geçtiğimiz hafta İsocum'un da burada olmasından dolayı eski film izleme tempomuza döndük ve Türk filmleri haftası yaptık kendi çapımızda. Son dönem filmlerinden eksiklerimizi tamamlayalım dedik ve nefis filmler izledik. En güzeli bana göre Abluka'ydı. 2015 yapımı Emin Alper filmi kesinlikle izlenmeye değer bir gerçeklik ve etkileyicilikte. Genellikle sosyal medyada duyduğumuz ve yolunu bile bilmediğimiz, sürekli "polisle çatışmaya giren hücre evlerinin" olduğu, sık sık "ablukaya alınan" o "teröristlerle dolu" semtlerden birinde geçiyor ve tırnak içlerini bize açarak tarafları tanımamızı sağlıyor.
20 yıl hapis yattıktan sonra mahallede muhbirlik yapması karşılığında şartlı tahliye edilen Kadir (Mehmet Özgür),yıllardır görmediği belediyede köpek itlafı işinde (!) çalışan kardeşi Alper'le (Berkay Ateş) de yakınlaşmaya çalışır ve aslında tanışır. Hem onun hem de onun sayesinde tanıştıklarıyla birlikte mahallelinin şifrelerini kendince çözmeye çalışırken belki de kendini fazlasıyla ele vermektedir. İstanbul'un o "uzak" semtlerinde yaşananlar ve biz gösterilenler harika anlatılmış filmde. Örneğin, belediye önüne gelen köpeği itlaf ederken televizyonlarda onlar barınaklarda modern şartlarda baktıklarını söylemeleri. Aynı şekilde önüne gelenin terörist ilan edildiği ve tutuklandığı, darp edildiği, öldürüldüğü bu mahallelerdeki güvensiz ve korku dolu yaşamların ekranlara devletin kahraman güvenlik güçlerinin yaptığı başarılı operasyonlar olarak yansıması... Oyunculuklar harika, senaryo ve anlatım çok başarılı. Seviyorum böyle ezber bozan, sorgulatan filmleri. Mutlaka izleyin.
İkinci izlediğimiz film bir Zeki Demirkubuz filmi... An itibariyle okurlarımın yarısının tüydüğünü tahmin edebiliyorum. ;) Durun kaçmayın, Bulantı'nın izlenebilirlik seviyesi yüksek bence. Hani Zekiciim'in başrolü kapmış olmasının ve soluma seslerinin yarattığı bulantı dışında hiç de fena değil. ;) Şaka bir yana, eleştirilen şeylerden biriydi bunlar ama bana çok batmadı açıkçası. Oyunculuk yeteneğinin yönetmenlik yeteneğinden çok daha aşağılarda olduğu kesin ama oynadığı ilgisiz, duyarsız, yalnız, kibirli, donuk aydın karakterine de gitmiş bana göre. Genç kadın oyuncuların hepsi çok başarılıydı bu arada. Öykü Karayel'i zaten çok severim, ama diğer iki kadına da bayıldım: eski öğrenci rolündeki Cemre Ebuzziya ve temizliğe gelen apartman görevlisi kadını canlandıran Şebnem Hassanisaughi.
Bana göre Üç Maymun ve Kış Uykusu kategorisindeki filmlerden biri oldu Bulantı, ama verdiği tat anlamında onlar kadar zirveye çıkamadı. Galiba zorlama bulduğum yerler oldu. En sevdiğim sahnelerinden biri olan doktorla (Ercan Kesal) konuşma sahnesi de buna dahil. Ama yine de doktor sahnesi, kardeşiyle konuştuğu sahne ve temizlikçi kadınla son sahne çok vurucuydu. Ayrıca bazı sahnelere gizlenmiş ve adamın zorlama iyi olma çabalarını açığa vuran o kadar güzel diyaloglar vardı ki. Yıllardır evine gelen temizlikçi kadının çocuğuna forma alması ama çocuğun adını hala bilmemesi, sevgilisi New York'a gideceğini ve kendisini ziyarete gelip gelmeyeceğini sorduğunda "tabi gelirim, New York'u ne kadar sevdiğimi bilirsin" demesi gibi. Karısını ve çocuğunu kaybettikten sonra adamın mimiği değişmedi, sen de kalkmış bunlara takılmışsın, diyor olabilirsiniz. E haklısınız. Adam zaten başında sergiledi kendini. Ama bu kadar yalnız ve yaşam korkağı olmak da çok acı yahu! İzlerken inanmakta zorlanıyorsunuz, içiniz sıkışıyor. Yine de izleyin dediklerimden.
Gelelim Ömer Faruk Sorak'ın son filmi 8 Saniye'ye. Sayesinde kendi çevirdiğim Don Miguel Ruiz'in Korkunun Ötesi kitabını ve öğretisini de hatırlamama neden olan bu filmin anlatmaya çalıştığı şeyi sevdim, ama bence Esra İnal'ın yaşam hikayesi film süresine sıkıştırılırken çok da kafamızda oturtamadığımız yerler oluşmuş. Yani kısaca kişisel gelişim mesajları harika da bu kendine güveni tam, sevgi dolu bir ailede büyümüş, sosyal kız nasıl olup da akıl hastanelerine düşerek kişisel gelişmeye bu kadar ihtiyaç duyacak hale geldi, diye düşünüyor insan. Daha sonra Esra İnal röportajlarını ve hikayesini okuduğumda daha iyi anlayabildim ben açıkçası. Ama izlemesi çok keyifli, değişik ve ilham veren bir konuyu ele alan bir Türk filmi olduğu için izlemenizi öneririm.
Esra İnal kendi hikayesinin başrolünü üstlenmiş. Bildiğim kadarıyla daha önce oyunculuk deneyimi olmamasına rağmen son derece doğal oynamış rolünü - ya da kendini mi demeliyim? Hep farklı bir tip olan, değişik ve fazla gerçekçi rüyalar gören, üçüncü gözü fazlasıyla açık bir çocuğun, genç kızın ve genç kadının bununla baş edebilmek için çıktığı kendini anlama yolculuğu diyebiliriz film için. Yolculuk Don Miguel Ruiz ile tanıştığı Meksika'da sonlanıyor - ya da başlıyor diyebiliriz. Ve özet olarak Esra ancak kendini kendine emanet ettiğinde ve hayatına giren herkesi sevgiyle affettiğinde huzuru bulabileceğini bu fırtınalı yolculuk sırasında öğreniyor. İzleyin derim.
İyi seyirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder