Kaş Günlükleri #6 - Lokma, Diziler, Çöpler

Uzun zamandır blog yazasım yok. Bilgisayar başına sadece akşamları bir kadeh şarap alarak Netflix'ten dizi izlemek için geçiyorum. Yani harıl harıl bir tempom yok, bol bol boş -bence dopdolu- zamanım var. Ama yine de "blog yazmayı  İstanbul'da da yaparım, nasılsa, ben Kaş'ı yaşamaya kesintisiz devam edeyim" kafasındayım. Zira burada dizi izlemek bile farklı. Balkonda, karşımda Kaş manzarası wallpaper gibi uzanırken, burnumda kekik kokuları ve kucağımda kedi ile mesela. Aşağıdan gelen tık tık, tak tak seslerinin çiftleşerek ilerleyen iki kaplumbağa olduğunu görmek Gayrettepe'de mümkün mü, sorarım size? Yazmaktan çok yaşamak gerek bu anları der, yine de bir yazı patlatırım. ;)

Lokma adını verdiğim kediciğim ile pek mesut günler yaşıyoruz. Kendisi çok özgür ruhlu bir erkek yavru. Daha doğrusu artık bir ergen. 7 aylık oldu sanırım ve yetişkin kedi görünümünde neredeyse. Bir ara ciddi ciddi onu İstanbul'a alıp getirmeyi düşünmüş olsam da da tüm kedisever dostlardan aldığım yorumlar neticesinde burada diğer kedilerle birlikte ve özgür, doğal ortamında bırakmanın daha doğru olacağına karar verdim. Aşılarının tamamını yaptırdım yine de kışı güçlü geçirsin diye. Ve hâlâ ayrılırken n'apacağım diye düşününce burnum sızlıyor, ama galiba ben bile İstanbul'da dört duvar arasına kapanmayı istemiyorken kediciği Kaş'tan alıp götürmek, eve hapsetmek, yılda iki defa evini değiştirmek, uzun seyahatlerde bırakmak falan hiç mantıklı olmayacak. Zaten burada bile birkaç saat evde takıldıktan sonra direkt sinekliğe vurmaya başlıyor, "yeter ulen, bırak beni çiçeğin böceğin içine" diye. O yüzden umarım burada mutlu olur, diğer kedilerle iyi anlaşır, yiyecek içecek bulur ve seneye beni bıraktığım gibi sağlıklı karşılar diye temenni ediyorum. Ama gidene kadar onunla çok eğlenmeye ve gurultularıyla huzur bulmaya devam. İlk kolajda daha minnak halleri var. İkincisindeki fotoğraflar daha güncel. Bal tutucudan diş kaşıma aleti olur mu demeyin, nefis oluyor! Bir de uçak kitlerinden çıkan plastik taraklar favorimiz. ;)



İzlediğim dizilere gelince.. Biliyorum siz bitireli çok oldu ama ben Dexter'ı yeni izledim. 8 sezonu soluksuz izledim hem de. Son sezonu çok abartılı bulmama rağmen -yani artık Miami Metro dışında herkes adamın seri katil olduğunu öğrenmişti neredeyse ayol!- yine de pek sevdim. Bizden seri katil çıkmaz, düşüncem de pekişti bu diziyle. Seri katillik baya ciddi işmiş. Zeka, bilgi sahibi olmak ve plan yapabilmek gibi özelliklere sahip olmayı gerektiriyor gördüğüm kadarıyla. Dolayısıyla içiniz rahat olsun, bu topraklarda bu üçünü bir arada yapabilen arızalı ruh çıkmaz. ;) Black Mirror'ın şu ana kadar yayınlanan bölümlerini bitirdim, hatta İsocum'la ilk sezonun iki bölümünü birlikte bir daha izledik. Çok etkileyici ve akıl dolu bir diziymiş, bayıldım. İngiliz yapımı zaten, akıl dolu olması sürpriz olmasa gerek. Bence ilk sezonun birinci ve üçüncü bölümleri ayrıca efsaneydi. Hepsi birbirinden bağımsız bölümler olduğu için en azından onları bir izlemenizi öneririm. Şimdi de Stranger Things'in ilk sezonunu bitirmek üzereyim. Sırada ya Californication ya da herkesin anlata anlata bitiremediği Narcos olacak gibi görünüyor. Yaşasın Netflix! ;)


Kaş rutinimin bir parçası da çöp toplamak! Evet, doğru duydunuz. İki üç güne bir, elimde tek kullanımlık eldiven ve çöp poşetleriyle yollara düşüp çöp topluyorum. Ve bu kadar tertemiz ve medeni görünen bir sahil kasabasında bile yollara, seyir terasının önündeki ağaçların altlarına, parklara, Yarımada'daki manzara izleme köşelerine atılan ve bırakılan çöpleri gördükçe insanlardan bir kez daha nefret ediyorum. Bu kadar doğaya uyumsuz ve doğaya zararlı bir canlı türü daha yok. Keşke ağaçlar, hayvanlar gibi "düşünme yetisi" olmayan başka canlılar yönetseydi dünyayı, eminim çok daha düzgün ve adil bir sistem çıkardı ortaya. Adım başı çöp kutusu olan bir yerde bile insanların yerlere attıkları pet şişeler, sigara kutuları ve izmaritleri, dondurma ve çikolata ambalajları, bira kutuları ve şişeleri, peçeteler, bebek bezleri, broşürler ve bilimum ıvır zıvırlar içimi acıtıyor resmen.  


Benim bakarken içimin titrediği, her köşesini cennet bulduğum bir yerde insanlar geliyor "ne güzel manzara" diye oturup keyifle izlediği banktan kalkarken çöpünü de korkulukların arkasındaki ağaçlara atıyor! Bu yaratıklar çöplerini bankın altına da bırakmadıkları için zakkumların ve begonvillerin altında biriken çöpler toplanamıyor da. Söyler misiniz, hangi canlı böyle bir pislik yapar yaşadığı ortama? Neyse, örnek oluyor ya da ilham veriyorsam ne mutlu, yolda görüp de teşekkür eden, biz de yapalım diyen de oluyor, ama kimseye örnek olmak ya da ilham vermek için yapmıyorum bunu. Sevdiğim yer için emek vermek, onu sevdiğim haliyle koruyabilmek için yapıyorum. Bencilce, kendim için ve Kaş için yapıyorum yani. Bizim "insan"ımızdan umudumu keseli çok oldu çünkü. 

Şimdi izninizle, denize gidiyorum ben. Bu arada Kaş'ta geçirdiğim aylar boyunca evrim teorisine olan inancımı da kaybetmiş durumdayım. Zira bunca zamanda çoktan yüzgeçlerim çıkmış olmalıydı diye düşünüyorum, haksız mıyım? ;)

İyi haftalar!

2 yorum:

Eren dedi ki...

Lokma müthiş, tek lokmalık cidden, maşallah:)) diziler konusunda yorumlarınıza katılıyorum. Stranger Things nasıl? Harikasınız gerçekten,çevreye duyarlılığınız hepimizeörnek olmalı.. Keyifli tatiller, sevgiler:)

Imge dedi ki...

Eren O.,

Çok teşekkürler.;)
Stranger Things ilk sezonu bitirdim (son bölümünü yarıda bıraktım gerçi) ama çok da bayıldığımı söyleyemem. Gerilim, fantastik öğeler, çocuklar falan pek bana göre değil galiba. Devam etmem herhalde. Ama çok iyi yorumlar alıyor tabi, muhtemelen bana göre değildi sadece. Kıh kıh.. :/