Ho Chi Minh'den Hue'ye Geçiyoruz

* Ama öncesinde aklımdaki son birkaç notu da buraya yazmadan geçmeyeyim. Vietnam'ın motosikletleriyle ünlü olduğunu duymuşsunuzdur. Buna da en iyi şahit olabileceğiniz yerler Ho Chi Minh City ve Hanoi. Bence Ho Chi Minh City bir tık daha ileri hatta bu kaotik trafik düzeni anlamında. Yaklaşık 90 milyon olan ülke nüfusunun 10 milyonu burada yaşıyor. 8 milyon da motosiklet nüfusu var. Yani anlayacağınız sadece bebekler ve hastanelerdeki yatılı hastalar falan motosiklet kullanmıyor şehirde! Motosiklete 2,5 kişi -iki yetişkin bir çocuk- binmek yasal, üstü yasak, ama bol bol dörtlü de gördük tabi. Kural falan hak getire. Frene basan, durup yol veren falan görmedim ben. Herkes akışında, en çok biraz sağa, biraz sola kayarak sürmeye devam ediyor. Buna otomobiller, bisikletliler, tuktuklar da dahil. Vietnamlıların bir uzvu haline gelmiş motosiklet bence. Sanki onunla birlikte doğmuş canlılar gibiler. Üstünde uyuyanını bile gördüm! ;) En çok görmek istediğim görüntülerden biriydi bu görüntüler. İlk gün "karşıdan karşıya nasıl geçilir ki burada" diye düşünürken, ikinci gün elimizle durdurma işareti yaparak üstümüze gelen her türlü araca rağmen güvenle karşıya geçme denemeleri yapabildik. Durmasalar da olur, nasılsa çarpmıyorlar, kıh kıh. ;)  



* Sokak yemeği Vietnam'ın olmazsa olmazlarından. Bu anlamda da Hanoi diğer şehirlere göre birkaç tık önde. Yine de Ben Thanh Market adlı bir sürü giyim-kuşam-hediyelik eşya bulabileceğiniz kapalı pazar yerinin yanındaki plastik sandalyeler ve masalara oturarak harika sokak yemekleri denedik. Tamarind soslu yengeç ve karides şişlerden sonra savaştan çıkmış gibiydim. ;) Hemen yanımızda ailesiyle oturan ve tipi Vietnamlıya benzeyen adam İso'ya dönüp "eşiniz deniz ürünü seviyor galiba" diye gülünce durumun farkına vardık. ;) Neredensiniz sorusuna önce "Teksas" deyince içimden "hıh, ukala, buralardan ama Amerika'ya yerleşmiş, şimdi burayı beğenmiyor galiba" diye düşünmüştüm. Bizim İstanbul'dan geldiğimizi öğrenince adam Suriye, mültecilik, bizdeki durumla ilgili endişelendiklerinden bahsettikten sonra kendisinin de yıllar önce ailesiyle ülkesinden ayrılmak zorunda kaldığını, bunun zorluklarını, muhalif yaşamını, Suriyelilerle empati kurabildiğini anlatmaya başladı. Bir kez daha önyargılı bakışımdan dolayı kendimi kınadım ve her insanın hikayesini dinlediğin sürece bağ kurabileceğini, hiçbir şeyin dışarıdan göründüğü gibi olmadığını ve o yüzden her diktatörün önce halkın arasındaki iletişimi ve etkileşimi sabote ederek işe başlamasının kendisi açısından ne kadar doğru bir strateji olduğunu düşündüm. İnsan yargılama tuzağına düşmenin herkes için ne kadar kolay olabileceğini görmek korkutucu gerçekten. Neyse, konuyu dağıtmayayım, konumuz yemekti çünkü.  Mekan, yemekler ve bira aşağıda gördüğünüz şekildedir, temsili falan değil. ;)


* Her şehrin kendine adıyla birası var ve baharatlı, acılı, kızarmış yemeklerin yanında nefis gidiyorlar doğrusu. Buradaki biramız Saigon'du doğal olarak. Bu arada Vietnam'a uçmadan önce  "ben Ho Chi Minh City falan demem, Saigon derim. Devlet adamının adıyla mı anılırmış şehir, ne gereksiz" falan diyordum ki Vietnam halkının devrimci lider Ho Chi Minh'e olan sevgi ve saygısını gördüğümde ve Ho Chi Minh'in düşünce yapısı açısından ne kadar Atatürk'e benzeyen bir lider olduğunu gördüğümde -Hanoi'de detaylı bahsedeceğim- Saigon'u unuttum gitti. Yani bira olarak olur elbette, ama şehir olarak Ho Chi Minh forever! ;)

* Ülke insanlarında en etkilendiğim şeylerden birinin de çok kısa bir süre önce savaşın acı etkilerini yaşamış olmalarına rağmen hiçbirinin ağzından nefret dolu söylemler duyamamış olmamız oldu. Bunun Budizm inanışıyla da bir etkisi var mı bilmiyorum çünkü Ho Chi Minh'deki rehberimiz şöyle konuştu bir keresinde: "bana Amerika ve Amerikalılara karşı ne hissettiğim sorulduğunda şöyle diyorum: yaşanan şey bir savaştı, iki taraf da ağır şeyler yaşadı, geçti, bitti. Buddha der ki, eğer birine vurursan, sırtında ömür boyu kocaman bir kayanın yükünü taşırsın." Bu olgunluk, intikam duygusuna sahip olmama durumu ve kabulleniş, trajik olayların sonucu olarak mı ortaya çıkıyor, yoksa inancın etkisi var mı, merak ettim doğrusu.

Artık ilk iç uçuşumuzu yapmak üzere havaalanına gidebiliriz. Vietnam Airlines ile yaptığımız iç uçuşlardan çok memnun kaldığımızı belirteyim. Yarım saat gibi rötarlar yaşadık ama uçaklar tertemiz ve yeniydi, dergisi, hostesleri ve lounge'ları iyiydi. (Son gün uçtuğumuz Bangkok Havayolları için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Uçak yolda parçalara ayrılmadığı için şanslıydık bence, o kadar eskiydi. ;) )

Böylelikle 30 Ocak akşamı Hue'de olduk. Kaldığımız otel Indochine Palace çok güzel bir oteldi. Sabah kahvaltısını yaptığımız o güneşli kış balkonu tadındaki palmiyelerle çevrili havuza bakan yer favorimdi. Kumkat kokuları eşliğinde yaptığımız kahvaltısı, güler yüzlü hizmetleri, odaları çok güzel olan otelle ilgili tek negatif yorumum SPA'sı ile ilgili olacak. Buradaki masaj beklediğimden vasat çıktı doğrusu. Ama konaklama için tavsiye ederim.


Artık Hue'yi gezme zamanı. Yağmurlu olacağını sandığımız, ama günlük güneşlik, nefis bir hava karşılıyor bizi burada geçireceğimiz ilk ve tek günde. Akşama kadar o pagoda senin, bu mozole benim gezeceğiz. Nguyen Hanedanlığı'nı öğreneceğiz. E hadi o zaman, erken kalkan yol alır. ;)

İyi haftalar!

Hiç yorum yok: