Dopdolu Bir Adana Kaçamağı

40'a bir kala ehliyet aldığımdan bahsetmiştim daha önce. İşte o ehliyeti İstanbul'dan almaya kalksaydım, üç ay falan beklemem gerekecekti. O yüzden üç günlüğüne işlerin çok daha kolay yürüdüğü Adana'ya gideyim, hem ziyaret hem ticaret hem de oburluk olsun dedim. ;)

Tabi ki her zamanki gibi ilk akşam kebap masasında bol sohbetle geçti. Göl manzaralı Onbaşılar'a gittik ve manzarası dışında hiçbir şeyi beğenmedik. Bizimkiler beni uyarıp duruyorlardı ama yine de merak ediyordum orayı. İnsanların genelde misafirlerini götürmeyi tercih ettikleri, Adana'nın nispeten şık kebapçılarından biri burası. Ama kebabı ve servisi çok vasat diye duymama rağmen denemek istedim. Gerçekten çok vasatmış! Yani zaten İstanbul'da manzaraya doyuyor ve hava parası veriyorsanız, burada zamanınızı bunlarla değil mis gibi kebaplarla değerlendirin derim. Kısacası Adana'da kötü kebapçı yoktur derdim, varmış. Olan bizimkilere oldu, bile bile bir de benim için lades demiş oldular. ;)


İkinci gün her zamanki Adana duraklarımdan biri olan Ç.Ü. Diş Hekimliği Fakültesi'nde genel diş kontrolümü yaptırıp, Oğuz Hoca sayesinde bembeyaz dişler ve sağlıklı gülüşlere  ;) kavuştuktan sonra biraz alışveriş molası verdik. Şehre inmeden önce evden ve inerken geçtiğimiz köprüden gördüğüm karlı dağ manzaraları enfesti. Bu mevsimde Adana'nın etrafını saran dağlarda bu kadar kar olduğunu hiç hatırlamıyordum. Bu sene kışın Çukurova'da bile ne kadar sert geçtiğini çok net gösteren görüntüler bunlar. Uçakta da Adana için alçaldığımızda dakikalarca karlı dağların ve düzlüklerin üstünde uçtuk. Şok şok şok!  


Tabi ki şehir içi ve gündüzleri tişörtler ya da uzun kollu da olsa ince bir penye ile çok rahat güneşin altında oturabileceğiniz mis gibi bir bahar havası var şehirde. Akşamları hâlâ serin olsa da gündüz sıcağı yazı bile hatırlatıyor. Pek de terapi gibi geliyor İstanbul kışından çıkan bünyeye. Bir terapi kaçamağı da fahri teyzelerimle Marina restoranda buluştuğumuz öğle yemeği oldu. Uzun zamandır görüşmemiştik, çok keyifli bir sohbet eşliğinde hem içeride hem restoranın göle bakan bahçesinde harika vakit geçirdik. Pek severim onları, iyi ki varlar!


Akşamına acemi şoför olarak babamın arabasını ele geçirdim ve üniversite kampüsünde birkaç tur atarak en güzel günbatımı izleme noktasını bulduk. Kaş'ın günbatımlarını özlediğim şu günlerde gölün karşı kıyısını turunculara boyayarak batan güneş de ruhuma iyi geldi. Sahi Kaş'a kaç ay kaldı? 


Cuma günü akşam yola çıkmadan önce birkaç alışveriş durağı daha vardı aklımda. Önce öğlene doğru kahve molası için Storie Store'a uğrayalım dedik. Aslında itiraf ediyorum sadece bir bakalım nasıl bir yermiş diye uğradık, kahve içmek aklımızda bile yoktu. Ama bu harika konsept mağaza ve kahve dükkanına bayılınca hemen uzatılmış bir molaya çevirelim fırsatı dedik. İçeride çok güzel tasarım ürünler, keyifli kahve köşeleri, masalarda ilham verici kitaplar, duvarlarda ve hatta tuvalet kapılarında hoş yazılar, lezzetli kahveler ve yanına sağlıklı atıştırmalık tatlar bulabilirsiniz. Dışarıda da oturma yerleri mevcut, ayrıca bisiklet kiralamak isteyenler için bisikletler de mevcut. Malum Adana iklimiyle ve düzlüğüyle tam bir bisiklet şehri. Siz siz olun kahve molası için Storie'ye mutlaka uğrayın, içinizi ısıtacak bir mekan olmuş.  


Swarm check-in'i sayesinde arkadaşım Go Adana'nın'da yakınlarda olduğunu öğrenince buradan kalkıp ona bir merhaba demeye bu kez Geko Cafe'ye uğradık. Orada da bir çay içerken şehrin yaklaşan Portakal Çiçeği Festivali'nin coşkusunu şimdiden yaşamaya başladığını fark ettik. Hem Festival hem de Adana'nın sosyal ve kültürel hayatında neler olup bittiği ile ilgili bilgi almak için Go Adana mutlaka takibinizde olsun derim. Adana için harika bir iş yapıyorlar bana göre. Her şehre lazım bir ekip! 


Kahve ve çay molalarından sonra şehrin içindeki alışveriş duraklarımıza uğruyoruz ve akşama doğru yorgunluktan bayılmadan önceki durağımıza gidiyoruz. Burası aynı zamanda havaalanı ve gut öncesi son durak ;) : Vedat Milor'un da test edip onayladığı Ciğerci Mahmut. Hah şöyle, oturduk mu kağıtlarla kaplı salaş masalara, söyledik mi şalgam suyumuzu, biz bir şey söylemeden geldi mi ezmesi, soğan salatası, yeşilliği... işte şimdi Adana'dayız. ;) Ciğeri gerçekten olay. Ve uçakta yanımda oturacak olan kişiye şimdiden geçmiş olsun diyerek soğanlı ve kimyonlu minik dürümler halinde ciğerleri kendimden geçerek hüpletiyorum. Diş fırçalamak ve nane şekerleri kar etmemiş olabilir ama mazeretim geçerli: Adana uçağındayım sonuçta! ;)

Dolu dolu, bol yemeli-içmeli, iş halletmeli, keyif yapmalı, hasret gidermeli, sohbet etmeli üç günlük Adana kaçamağından sonra İstanbul'da da beni çok keyifli bir ekibin beklediğini öğreniyorum. E o zaman uçaktan iner inmez evden önce son durak olarak gecenin 11'inde bavulumla Bosphorus Brewing Company'ye gitmek ve bira tokuşturmak farz oluyor. Masanın en genç üyesinden de "wow! rock star gibi giriş yaptın içeriye" yorumunu duyup kendimi pek bir havalı hissediyorum. ;) Bavulları barın arkasına atıyoruz ve kadehlerimizi bir kez daha "ehliyetli bir rock star olmama" kaldırıyoruz. ;) İstanbul trafiği bana hazır mısın bakalım?! ;)

İyi haftalar!

3 yorum:

Turgay Aksoy dedi ki...

Adana' da mekanlar ne kadar salaş olursa lezzet o kadar artıyor:)

Klio'nun Şarkısı dedi ki...

Sırf o ciğer için bile gidilir Adana'ya:)
Ehliyetin hayırlı uğurlu olsun İmgecim. Nice güzel yolculukların olsun.

Imge dedi ki...

Turgay Aksoy,

Katılıyorum.;)

Sezer Eser Perker,

Çok teşekkürler Sezercim. Ve kesinlikle haklısın o ciğer Adana'ya gitmek için başlı başına bir neden olabilir. ;)

Sevgiler.