Hayatın hızlı ve çok şükür ki keyifli aktığı bir döneme girdim Vietnam gezisinden bu yana. Güzel buluşmalar, kutlamalar, etkinlikler, yeni deneyimler, heyecanlar.. Aynen böyle devam edebilir bence, hiç sakıncası yok. ;) Bu sırada izlediklerim ve gittiğim yerlerden de bahsetmeden geçmeyeyim diye gezi notlarımın arasına bu yazıyı sıkıştırayım dedim. İlk olarak Xavier Dolan'ın Alt Tarafı Dünyanın Sonu filminden bahsedeyim. Kanada-Fransız ortak yapımı olan filme hem yönetmenin hem de Marion Cotillard ve Vincent Cassel'ın isimlerini görünce ve konusuna bakınca ve FilmEkimi filmi olduğunu öğrenince atladım. Ne yalan söyleyeyim beklediğim kadar bayılamadım bu filme.
Louis ölmek üzeredir ve yıllardır görmediği aile fertleriyle vedalaşmak üzere büyük şehirden ailesinin yaşadığı kasabaya ve onların hayatına gelir. Xavier Dolan'ın yine bir "anne problemi" olduğunu anladık ve anne ile uzun bir diyalog vardı ve çok etkileyiciydi ama kalan bölümde o yaşanan duygusal travmanın çok da etkili bir şekilde aktarılabildiğini düşünmüyorum doğrusu. Jenerik parçasının adı "Home is Where It Hurts" imiş bu arada, konunun müthiş özeti olabilir başlı başına. Ancak ben izlerken yeterince paylaşamadım galiba o duyguyu. Yine de bir şans vermelisiniz tabi.
Gelelim Oscar ödüllerinde "En İyi Film" ödülünü olaylı bir şekilde de olsa kapan Moonlight'a. Bak bu filmde de duygulanamadım ben yahu! Bu aralar bir duygusuz, ruhsuz hallerdeyim galiba filmlere karşı. Zencilerin ağırlıklı yaşadığı, pek de tekin olmayan bir mahallede uyuşturucu bağımlısı annesi ile birlikte yaşan Chiron'un çocukluğu, ergenliği ve yetişkin bir genç adam olduğu döneme bakıyoruz. Çocuğun yalnızlığı ve sevgisizliği içler acısı ve zaman içindeki etkisi çok güzel verilmiş. Yaşadığı ilk ve tek cinsel deneyimin ona yaşattırdığı sevgi doyumu da aslında sevgi açlığının ne boyutlarda olduğunu anlatan güzel bir örnek. Annesinin yıllar sonra adeta günah çıkardığı sahne etkileyici. Ama işte ne bileyim, belki de "En İyi Film" ödülünü duyunca insanın beklentisi had safhada oluyordur. Ya da "zencilik ve gaylikten girersek olur bu iş" düşüncesi mi aklıma geliyor yönetmen bunları kötüye kullanmamış olsa da? Sonuçta benim aklımda çok da kalmayacak filmlerden oldu Moonlight, ama elbette izleyin.
Gezi dönüşü aldığım Miss Saigon müzikaline bayıldım. Vietnam'ı çok sevmiş olmamın etkisi de olabilir belki bu. Ama hikaye, müzikler, kostümler gerçekten çok başarılıydı. Söz ve müziklerini Claude Michel Schönberg ve Alain Boublil'in yapdığı ve ilk prömiyerini West End'de 1989'da yapan bu güzel müzikal, 27 yıl içinde binlerce kez kapalı gişe oynamış. 25. yılı şerefine DVD'si de hazırlanan bu etkileyici müzikali kaçırmayın. Savaş zamanında köyü yakılan, ailesinden en yakınlarını kaybeden Kim ve ülkesine geri dönmek üzere olan Amerikalı asker Chris birbirlerine aşık olurlar. Savaş koşullarında ayrı yerlere savrulmalarına ve araya giren onca insana ve zorluğa rağmen bir türlü birbirlerini akıllarından çıkaramazlar. Uzunca bir süre sonra birbirlerine kavuştuklarında ise her ikisi için de şartlar bambaşkadır artık. Ben çok sevdim bu hikayeyi, izlemenizi öneririm.
Ve gelelim çok sevdiğim bir isme daha: Yılmaz Erdoğan. Yıllardır her yaptığı işi keyifle izlemişimdir. Ama sahnede izlemeyeli çok uzun zaman olmuştu. En son Haybeden Gerçeküstü Aşk'ta izlemiştim Demet Akbağ ile ikisini. Ve yine çok sevdiğim BKM'deydik. Yıllar sonra tek kişilik oyunu -daha doğrusu sohbeti diyelim- Münaşaka için yine salondaki yerimizi aldık. Bence Yılmaz Erdoğan'a hem geçen yıllar hem de Fethiye'deki yeni yaşamı yaramış. Çok formundaydı yine. Ve biz yaklaşık 2 saat boyunca gülmekten karın kası yapmış olabiliriz. ;) Bir sonraki tarihi mutlaka yakalayın ve bu güzel adamın içsel ve dışsal yolculuğunu anlattığı müthiş keyifli sohbetini kaçırmayın. İyi ki var!
Güzel Yemekler, Şerefe Kadehler
Sırada yeme-içme durakları var. Her sene olduğu gibi bu sene de doğum günü haftam şenliklerle kutlandı. ;) Gün yetmedi, günlere yayıldı. Tatlı yenip, tatlı konuşuldu, bol bol kadehler kaldırıldı. İçinde sıcacık notlar yazılmış hediyeler ve çiçekler aldım dostlardan ve İsocum'dan. Doğumgünüm olan Pazartesi akşamı İsocum derbide olacağı için kocasını ve üç çocuğunu bırakıp, minnak pastasıyla şarabıma eşlik etmeye gelen arkadaşımla nefis bahar dallarına karşı kutlamamızı yaptık. Öncesinde ve sonrasında eski dostlarla sürpriz kutlamalar yaptık. Ve yeni yaşıma çok keyifli bir başlangıç yapmış oldum böylece.
Bu kutlamalar arasında iki mekandan bahsetmezsem olmaz. Biri Kadıköy'deki Piraye Taş Plak Meyhanesi. Bizim gibi meyhane sever eski dostlar için biçilmiş kaftandı burası. Mezelerin ve ara sıcakların lezzeti, servisi, müzikleri ve ortamın kendisiyle tam da bayıldığımız tarzda bir meyhaneyle tanıştık Müge&Recep sayesinde. Mekan gayet geniş olmasına rağmen sürekli dolu olduğunu duyduk. Biz yaklaşık bir hafta öncesinden rezervasyon yaptırıp gittik, kimi zaman on gün öncesinde bile dolu olabiliyormuş burası. İlk kutlamayı da doğum günümden iki gün önce Müge&Recep'in sürpriz pastasıyla ve burada yapmış olduk böylece. Bakın görüyor musunuz, mutluluktan ağzım yamulabiliyormuş. ;)
Sırada yeme-içme durakları var. Her sene olduğu gibi bu sene de doğum günü haftam şenliklerle kutlandı. ;) Gün yetmedi, günlere yayıldı. Tatlı yenip, tatlı konuşuldu, bol bol kadehler kaldırıldı. İçinde sıcacık notlar yazılmış hediyeler ve çiçekler aldım dostlardan ve İsocum'dan. Doğumgünüm olan Pazartesi akşamı İsocum derbide olacağı için kocasını ve üç çocuğunu bırakıp, minnak pastasıyla şarabıma eşlik etmeye gelen arkadaşımla nefis bahar dallarına karşı kutlamamızı yaptık. Öncesinde ve sonrasında eski dostlarla sürpriz kutlamalar yaptık. Ve yeni yaşıma çok keyifli bir başlangıç yapmış oldum böylece.
Bu kutlamalar arasında iki mekandan bahsetmezsem olmaz. Biri Kadıköy'deki Piraye Taş Plak Meyhanesi. Bizim gibi meyhane sever eski dostlar için biçilmiş kaftandı burası. Mezelerin ve ara sıcakların lezzeti, servisi, müzikleri ve ortamın kendisiyle tam da bayıldığımız tarzda bir meyhaneyle tanıştık Müge&Recep sayesinde. Mekan gayet geniş olmasına rağmen sürekli dolu olduğunu duyduk. Biz yaklaşık bir hafta öncesinden rezervasyon yaptırıp gittik, kimi zaman on gün öncesinde bile dolu olabiliyormuş burası. İlk kutlamayı da doğum günümden iki gün önce Müge&Recep'in sürpriz pastasıyla ve burada yapmış olduk böylece. Bakın görüyor musunuz, mutluluktan ağzım yamulabiliyormuş. ;)
Kapanış kutlamasını da birkaç gün sonra yine eski dostlarla yapmak varmış kısmette. TAC'den üç kız olarak uzun bir aradan sonra Burçak&Müge&Ben buluştuk bu kez. Ertesi gün hepimizin ayrı işleri olduğu için sağlıklı yiyelim, az içelim diyerek Reasürans'taki Kantin'e gittik. Kantin'e yıllardır bayılırım ama yeni yerine ilk kez gitmiş oldum böylece.
Nefis bir şampanyalı kokteyl ile hem üçlü buluşmamızı hem de Burçak'la bir hafta arayla olan doğum günlerimizi kutlayarak başladık akşama. Sonra Kantin'in harika ekşi mayalı ekmekleri, avokadolu kuzukulağı salatası, mini başlangıç tabağı, keçi peynirli sultani bezelye ile devam ettik. Sonra firik pilavı ile servis edilen fırında oğlağı bölüştük birlikte. Ve kapanışı da nefis bir kestaneli tatlı ve galiba kalburabastı (şerbetli tatlı kültürüm çok zayıftır) ile yaptık. Araya ne kadar zaman, olay, vs girse de her zaman bıraktığın yerden ve o sıcaklık seviyesinden devam ettiğin dostların olması çok güzel. İyi ki varlar!
Not: Bir ara kendime hediyemden ve düşünceli İsocum'un hediyelerinden de bahsetsem güzel olur bence, ilham verebileceğini düşünüyorum çünkü. Ama önce yeni geziler gelmeden Vietnam-Kamboçya yazılarını bitirmem gerek. Ha gayret İmge, tembellik yok! ;)
İyi haftalar!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder