İstanbul Kırmızısı, Müttefik, Pastoral Amerika

Önce canım Ferzan Özpetek'in İstanbul Kırmızısı ile başlayayım. Evet biliyorum, kimse beğenmedi. ;) Ben bile izlerken nefis oyunculuklara, İstanbul görüntülerine, durum sahnelerine bayılmama rağmen eski Ferzan Özpetek filmleriyle kıyaslama yaparak "yok, olmamış sanki" dediğim oldu. Aslında sonradan düşündüğümde Ferzancığımın o gürültülü, bol kahkahalı, rengarenk İtalyan sofralarında bile hep arka plandaki duygular vardır aslında. Bu film sanki tadı ilk ısırıkta değil de ağızda dağıldıkça, yavaş yavaş belli olan lezzetli bir yiyecek gibi oldu bu film benim için. İsocum'la üstünde konuştukça daha çok sevdim. Filmin başındakiyle sonundaki halim arasında zaten fark vardı ama filmden çıktığımdaki düşüncemle bir saat sonraki düşüncem arasında dağlar kadar fark oluştu diyebilirim. Aslında bir nevi aşma filmi olmuş bu Ferzan Özpetek için.  Bir olay örgüsü, konu, başı sonu olan bir senaryo falan beklemeyin. Hatta Deniz'in (Nejat İşler) ağzından kendi öz eleştirisini bile yapmış filmde. Ruh hallerini, duyguları, düşünceleri anlatmış daha çok. Bunun için seçtiği oyuncular da o kadar başarılı ki. Halit Ergenç'i saatlerce izleyebilirdim bu rolde. Tuba Büyüküstün'ü ilk kez izledim ve çok iyiydi kesinlikle. Toplam beş dakika filme girip öylesine etkili bir oyunculukla bizi bir kez daha kendisine hayran bırakan Zerrin Tekindor olağanüstüydü. Mehmet Günsur ve Serra Yılmaz iyiydi. Ve tabi ki diğer bir başrol de görüntüleri ve sesleriyle İstanbul'du. Bence artık filmlerde ve kitaplarda gerçek halinden daha güzel olan İstanbul. Sonuçta illa ki bir filmden giriş-gelişme-sonuç beklemiyorsanız, "öyle havada kalan şeyler bana göre değil, yorumuma bırakmasın hiçbir şeyi," demiyorsanız mutlaka izleyin derim.

Şu iki ismi duyunca izlersiniz zaten: Brad Pitt ve Marion Cotillard. Gerçi Brad Pitt'in oyunculuğunun iyiliği konusunda ciddi şüphelerim var. Ben hiçbir filmde acayip etkilendiğimi hatırlamam bak kendisinin oyunculuğundan. Ama Marion öyle mi ya? Alımlı Fransızım benim. O elbiseleri, o sabahlıkları ancak sen giyersen olur zaten.;)

Müttefik'in konusu kısaca şöyle: istihbarat subayı Max ve Fransız direniş savaşçısı Marianne, Fas'ta Nazi Almanyası büyükelçilerinden birini öldürmek üzere karı-koca rolünü üstlendikleri bir gizli görevde bir araya gelirler. Görev başarılı olur, ama kendilerini role fazla kaptırarak yaşamlarına gerçekten karı-koca olarak Londra'da devam etmeye karar verirler. Evliliklerinin ilerleyen yıllarında gizli görevlerle dolu geçmişlerinden dolayı birbirlerinden şüpheye düştükleri bir dönemi atlatmaları gerekir. Kısacası II. Dünya Savaşı döneminden bir aşk ve casusluk hikayesi var karşınızda. İzlenmez mi, izlenir. Dekor ve kostümler şahane olunca daha da keyifle izlenir. Savaş filmi gibi bol aksiyonlu olmadığı için ben daha çok sevdim diyebilirim ayrıca. Öneririm.

Pastoral Amerika'yı da en az Müttefik kadar merak ediyordum ve en az o kadar da sevdim. Ewan McGregor'un hem yönettiği hem de baş rollerden birini üstlendiği filmin diğer öne çıkan ismi çok sevdiğim Jennifer Connely. Dakota Fanning de sorumlu değil de sorunlu isyankar genç kadın rolünde çok başarılı. Philip Roth'un Pulitzer ödüllü romanından sinemaya uyarlanmış filmde aslında nefis bir sistem eleştirisi de var. "Mükemmel aile" kavramı, varlık ile birlikte artan "saygınlık" durumu, "imrenilecek" hayatlar yaşıyor gibi görünen insanların bencil duyarsızlığı, yüzeyselliği ve bunun da aslında dönüp dolaşıp yine o "mükemmel" aileyi ve toplumu vurması konu ediliyor filmde. Ayrıca Amerika'nın yakın tarihinde yaşanan siyahlara karşı ırkçılık, Vietnam Savaşı gibi insanlık dışı olaylara karşı da bir eleştiri var filmde.

Genç kızları mahallelerinde yaşanan bir bombalama eylemine karıştıktan sonra ortadan kaybolan gayet düzgün bir Amerikan ailesinin hayatından yola çıkarak yapıyor eleştirilerini yazar. Anne karakterinin kusursuz yüzeyselliğini ve trajedi karşısında bile kendini maddiyatla iyileştirmesini görünce Merry'nin küçük bir çocukken yaşadığı kıskançlığın bile basit bir çocuksu anne kıskançlığı olduğunu düşünmek yerine o zamandan aşırı duyarlı bir ruha sahipmiş diye düşünerek bitirdim filmi. Baba karakterine bayıldım bu arada. Öneririm.

Hafta sonu yaklaşırken film&patlamış mısır planları yapanlara duyurulur. ;)

Hiç yorum yok: