Boğaziçi - Mimari Doku, Semtler ve Yalılar

Şerif Yenen ile İstanbul Unveiled projesi sayesinde tanışmış ve ülkemizin, özellikle de İstanbul'un tanıtımı adına yaptığı bu harika çalışmasına hayran olmuştum. Daha sonra Şerif Yenen Travel kültür gezilerini takip etmeye başladım ama 28 Mayıs Pazar gününe kadar hiçbirine katılma fırsatı bulamamıştım doğrusu. Ben de az gezgin değilimdir, bilirsiniz ;), o yüzden bir türlü istediğim turlara denk gelememiştim. Uzatmayayım, en sonunda geçtiğimiz Pazar günü Dr. Sedat Bornovalı ile Boğaziçi, Mimari Doku, Semtler ve Yalılar gezisine katılma fırsatım oldu. Şerif Yenen'e ayrı, Eminönü'nde başlayıp, aynı yerde biten bu dört saatlik turda verdiği yaklaşık yarım saatlik mola dışında hiç durmadan, keyifli anlatımıyla bize Boğaziçi'ni dolu dolu anlatan sanat tarihçisi, profesyonel tur rehberi ve tercüman Dr. Sedat Bornovalı'ya ayrı, ama her ikisine de kocaman teşekkür ediyorum. Ne anlamlı, ne güzel bir emektir bu yaşadıkları şehre verilen. 


Tahmin edeceğiniz üzere başladığımız noktadan Dolmabahçe'ye gelene kadarki bölüm içler acısıydı. Galataport inşaatı bitiyor Kabataş'taki Martı inşaatı başlıyor. Her yer vinçler, çimento makineleri, denizi dolduran o kazıklarla dolu. Sedat Bornovalı'nın dediği gibi galiba denizi doldura doldura iki yakayı birleştirecekler sonunda!

Aslında kıyılarda pek çok yerde içinizin cız ettiği anlar oluyor. Doldurulan alanlara yapılan otel havuzları, restoranlar, kötü yapılmış restorasyonlar, yıkımlar, yanmış bekletilenler (GSÜ Kütüphanesi gibi), otoparka dönüştürülenler, sonra üstüne yine otel inşa edilenler, falan filan. (Reina ve Kuruçeşme GS Adası da iç acıtıyor o halleriyle, etrafını örtseler ya diğer yerler gibi.) Ama kaçışı yok galiba artık. Bu şehir ve özellikle Boğaz kıyılarında boşluk kalması yasak gibi. O yüzden iyi restore edilen ya da yeniden inşa edilen yerlere şükretmek gerek sanki.


Neyse, Tarabya'yı geçip 3. Köprü'ye selam edene kadar yolumuz var daha Avrupa kıyılarında. Hemen sinirimizi bozmayalım, daha sinir olacak çok şey olacak. ;) Şöyle sol üstteki gibi şirin, tek katlı, ağaçlar içinde yalı bulmak zor. En favorilerimden biriydi o yüzden. Diğer ahşap gibi görünenlerin çoğu bile betonarme üzerine ahşapmış mesela. Eskiden Kuruçeşme Arena olan alana da Mandarin Oriental geliyormuş. Kuruçeşme Divan'ın yerine de yine bir butik otel inşaatı var. Bebek'ten Hisar'a kadarki sahil yolu da doldurma kazıklarıyla falan göz kanatıyor! Sağ altta İngilizce alt yazılı semtimizden geçiyoruz: Baltalimanı=Portaxe. ;) (Kıh kıh, Sedat Bey'in esprisini çaldım.;) )


Rumelihisarı'nın içine mescit oturtulmasıyla ilgili hop oturup hop kalkanlardan biri de bendim ancak Sedat Bornovalı, bunun aslında doğru bir uygulama olduğundan bahsetti. Hatta keşke eski halinde olduğu gibi içindeki ahşap evlerin de yapılıp tarihin canlandırılması ve korunması da mümkün olsa ve gerçek anlamda Rumelihisarı'nı yaşatsak diye de ekledi. Adını unuttuğumuz birçok semt olduğundan da söz etti Sedat Bey. Örneğin, Emirgan ve Baltalimanı arasındaki Boyacıköy. III. Selim bu semte fes kırmızısını boyayan boya ustalarını  yerleştirdiği için adı öyleymiş. Böyle de bir hikayesi olan bir semte adıyla hitap etmek lazım, "Emirgan'ın oralar işte" denmez ki, değil mi?

Bu arada her ne kadar 18 yıllık İstanbul hayatımda Avrupa Yakası'nda oturmuş olsam da yalımı kesinlikle Anadolu Yakası'nda istiyorum, haberiniz olsun. ;) Sebebi tabi ki güneş! Avrupa Yakası'ndakiler donuyordur ayol, hep gölge, karanlık. Ama Anadolu Yakası öyle mi? O poyrazlı, buz gibi Mayıs sonu gününde bile güneşin altında sefa yapabiliyorlardı, gözlerimle gördüm. Biz o sırada teknede kulaklarımıza bandana sarmış montumuzun üstüne şal dolamış gezerken bütün o "cemaat dünyasının ünlü isimleri" bahçelerindeki bambu koltuklarında uzanıyorlardı. Bir gün karşılarına çıkıp "o Mayıs öğleni vapurdan geçerken el salladığınız o fakir ama gururlu kadın şimdi yan komşunuz oldu, çaya beklerim," diyeceğim. ;)) Yok ya, çok masraflıdır o evler şimdi, almayayım ben. (Büyük düşünemeyenlerde bugün. ;) )


Şaka bir yana, haksız mıyım? Harika görüntüler değil mi? Çoğunun sahiplerini, kimlerin yaşadığını da öğrendik ama tabi ki söylemeyeceğim. Sonra tembellik yapar, tura katılmazsınız çünkü. ;) Hatta bu kadar yazı ve fotoğraf yeter diyerek Kuleli Askeri Lisesi, Beylerbeyi Sarayı ve Kız Kulesi ile kapanışı bile yapıyorum.


31 kilometrelik Boğaz boyunca ne evler, ne hikayeler, ne tarih var görülecek. Çok güzel bir şehir burası bizlere rağmen. Hatta orijinal yalıların koruları, haremlik ve selamlıklarıyla birlikte aslında şimdikilerin yirmi katı falan alana sahip olduklarını düşünürsek, yeniden inşa edilen bu şehrin kıyılarını hâlâ nispeten yeşil ve az katlı bile bulabiliriz. Birden bir optimist oldum sanki. Boğaz havası yaradı sanırım.;)


Şimdi biraz Şerif Yenen tarafından hazırlanmış ve tur sırasında bizlere dağıtılan Boğaziçi ve İstanbul haritalarını, planlarını inceleyeyim de bilgilerimi tazeleyeyim. Siz de bu programı yakalayabilirseniz mutlaka katılın derim, değdiğini göreceksiniz. Boğaz havası değil, böyle kıymetli insanların varlığı asıl içimizdeki optimizm rüzgarlarını estiren.

2 yorum:

Klio'nun Şarkısı dedi ki...

Gelecek turisti bulabiliyormuşuz gibi her yerin otelle doldurulmasına sinir oluyorum. Ah ama tabii Araplar! Onlar var.
Harika bir tur olmuş, ne iyi yapmışsın.

Imge dedi ki...

Sezer,

Arap turistler için bir saç ekim merkezi misafirhanesi yeterli olabilir aslında, bu kadar tantanaya hiç gerek yok, değil mi? ;) Artık gülüyorum acınacak halimize, yapacak bir şey yok, n'apalım. Böyle bir istilacı rant kafasına denk geldik güzelim ülkede, yazık.