Chelsea Market, The High Line, West Village, Soho, Pier A

Ben 19 Mayıs'a, New York'taki ikinci günümüze dönüyorum bugün. Bu kez ilk durağımız Chelsea Market. Bu kapalı pazar alanına bayıldım. Bir sürü yeme-içme yeri ve minik dükkandan oluşan pazarda yok yok. Istakoz dürüm de bulabilirsiniz, Thai yemeği de; Anthropologie mağazası da görebilirsiniz vintage butiği de; tasarım çantalar da alabilirsiniz çeşit çeşit şarap da. Avrupa şehirlerinin meydanlarında kurulan pazarlar tadında, gezmesi çok keyifli bir durak. Mutlaka uğrayın.


Oradan çıktıktan sonra kendimizi The High Line'ın neredeyse başlangıç noktasına atıyoruz. Gökdelenlerin arasına yürüyüş yolu, yeşil alan ve sanat serpiştiren aklı tebrik etmek gerek. Biraz olsun o devasa binaların boğuculuğundan kurtaran bir yer insanı. Çeşitli noktalarından inilen merdivenlerle aşağıya, yani şehre ayak basmak mümkün. Ve aşağıda da bir sürü sanat galerisi bulunuyor. 



The High Line'ın bir ucu da Whitney Museum of American Art. Ayağım iyi olsa gezmeyi planladığımız, ama MOMA ile birlikte bir dahaki sefere gezeriz diyerek bu kez sadece el salladığımız bir müze. Günün geri kalanında Greenwich Village, West Village ve Soho sokaklarında dolaşıp yemek ve kahve molaları veriyor, biraz da mağaza geziyoruz. Bu semtlerde de tuğla evler, değişik ve özel butikler, Avrupa benzeri kafeler, restoranlar bulabilirsiniz. Bu arada gezerken fark ettik ki biz Amerika'da Avrupa'yı arıyoruz ve ondan izler bulduğumuz yerlerini seviyoruz galiba. ;) 

Öğle yemeği molası için Mighty Quinn's Barbeque'yu tercih ettik. Klimalı herhangi bir yer de olabilirdi bana göre, ama kaburga çılgınlığı yaşayan İsocum için burayı bulduk Yelp'ten. Çok başarılı bir yer, haberiniz olsun. Hamburger ve diğer et çeşitleri de harika görünüyordu.  


Akşam yine bizim klasik NYC çetesi bir araya gelecektik. ;) İlk durak olarak Pier 26'daki City Vineyard'a gittik. Ama oturacak yer olmadığı için ve ne yazık ki bende de ayakta duracak hal olmadığı için şansımızı başka bir Pier'de deneyelim dedik. Serdar'ın yalancısıyım ama bana Hugh Jackman'in tam da oralarda, Manhattan manzaralı terası olan bir evde oturduğunu söyledi. Ah! Bir kapısını çalsak mı diye düşündüm, ama zaman yoktu. Zaten çat kapı olmaz öyle, bir dahaki sefere bir ev hediyesi de alıp öyle uğrarım artık. ;)  


Uber'e atlayıp Pier A'e gittik ve Tracy sayesinde Harbor House'da bir masaya atabildik kendimizi. İki saat sonra falan sizi deniz manzaralı açık havaya da alabiliriz dediklerinde masamıza öyle bir yerleşmiştik ki kaldırabilene aşk olsun. Biz burada iyiyiz, birkaç galon daha bira getirirseniz daha iyi olacağız, mealinde bir şeyler söylediğimizi hatırlıyorum en son. Ve gece boyunca karnımız ağrıyana kadar güldüğümüzü. Sonra çıkışta Türk usulü böyle bir yerdeki masa sayısı, ortalama hesap ve aylık/yıllık getiri hesaplarını yaptıktan sonra ertesi gün başka bir bira çeşmesinin önünde buluşmak üzere bir hatıra selfie'si çekip evlere ayrıldık. ;)

Sırada son gün durakları var. Sonra artık New York bitiyor. Kaş bavulunu toplama zamanı geliyor. Özledim Merkez! ;)

Hiç yorum yok: