15. İstanbul Bienali'nin temasının İyi Bir Komşu olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama bir bienali temayı bilerek girer, temayı unutarak çıkarsınız derler. ;) Kim der diye sormayın, biz genelde her iki yılda bir bu duyguyu yaşayarak çıkar, sonrasında oturup gördüklerimiz üstüne düşündükçe daha net bağlantılar kurmayı beceririz. Bu kez aslında temayla eserler arasında bağlantı kurmak nispeten daha kolaydı bile diyebilirim. Sadece afişler biraz yanıltıcı oldu benim için. "İyi bir komşu sizin gibi yaşayan birisi midir?", "iyi bir komşu sizi rahat bırakan mıdır?", "iyi bir komşu nadiren gördüğünüz birisi midir?" falan gibi tanıtım cümlelerini görüp küresel ve doğasal bazda düşünmeyip baya mahalleye odaklanarak gitmişim ben. ;P Ellerimi ovuşturarak "ay en sevdiğim konular bunlar, iyi bir komşu yüksek sesle müzik dinlemeyen midir, otuz tane ayakkabıyı giriş kapısı paspası üstüne yığmayan mıdır, kızının başını on yaşında örtüp okuldan almayan mıdır" falan gibi konulara el atılacak derken sanatçıların çok daha geniş ve derin bakış açıları olacağını göz ardı etmişim. Bakalım onlar hangi konulara el atmışlar? Bienal yazı dizisinin ilk bölümünde İstanbul Modern'deyiz.
Altta ortadaki figür hepimiz için çok tanıdık olsa gerek. Güney Vietnam'ın Kuzey Vietnam'ı bombalaması sırasında çırılçıplak kaçışan çocukların olduğu o meşhur fotoğrafı bilirsiniz. İşte o fotoğraftaki çocuklardan birinin fildişi heykelini yapmış Adel Abdessemed. Evini, huzurunu, onurunu, yaşamını yitirmenin ne demek olduğunu, acı ve şiddetin trajik zaman dışılığını böyle anlatmış. Solunda Alper Aydın'ın buldozer kepçesinin yığdığı ağaç gövdelerinden oluşan çalışması insanoğlunun "ilerleme" adını verdiği şeyin yol açtığı tahribat ve yıkıma dikkat çekmekte. İstanbul gibi şehirlerimizde sıkça tanık olduğumuz bir doğa tahribatı bu. Sağda ise Kemang Wa Lehulere adlı Güney Afrikalı sanatçının Kuşların Konferansı çalışması yer alıyor. Artık var olmayan ülkeleri temsilen on altı karatahta ve kuş evi ve tahta okul sıraları ile hem günümüzdeki toplanma özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar hem de kurumsal ırkçılık ve adaletsizliğin mirası gözler önüne serilmiş.
Latifa Echakhch'nin Silinen Kalabalık adlı karşılıklı iki duvar enstalasyonunu çok sevdim. Sanırım bana Gezi'yi hatırlattığı için. Sanatçı son dönemde dünyanın her yerinde demokrasi, protesto ve politik ilerleme gibi ideallerin kötücül güçlerin darbeleri altında nasıl bir bozulmaya uğradığını araştırıyor.
Çok sevdiklerimden biri de Victor Leguy'un Görünmez Sınırlar için Yapılar'ı oldu. Sanatçı aynı tür bir projeyi Brezilya'da da gerçekleştirmiş. İstanbul'da ise yaklaşık 3,5 milyon Suriyeli mülteci ile benzer bir çalışma yapmış. Bunun için mültecilerin ağırlıklı olarak uğradıkları Fener semtindeki The Pages adlı kitapçı ve kafede tanıştığı insanları kendisiyle bir şeyler değiş tokuş edip, bir de hikaye paylaşmaya ikna etmiş. Sembolik görünmezlik koşullarına, bilgi, anlatı ve tarihlerin üzerinin örtülmesine atıfla bu objelerin de bir kısmını beyaza boyamış. Adeta uzun bir duvar boyunca beyaza boyalı bir ufuk çizgisi yaratıp altında ise üstü örtülü kalanları bırakmış.
Aşağıdaki objeleri görür görmez bir metamorfoz durumu olduğunu anlayacaksınız. Ama neymişler de ne olmuşları kestirmek biraz güç. Biri zaten klozetmiş, daha ne olsun, di mi? :P Kaari Upson sokağa atılmış, atılırken zarar görmüş ve dönüşüme uğramış mobilyalar ve eşyalar üzerinden hem eve ait olanın tanıdıklığını hem de karşıtının ayartıcılığı ve bilinemezliğini anlatmış.
Kapanış olarak aşağıdaki dört ayrı çalışmayı seçtim. Sağ üstteki Iraklı Mahmoud Obaidi'nin Sevişme Savaş tablolarından biri. Ayrıca Galata Rum İlkokulu'nda Kompakt Ev Projesi çalışması da bulunuyor. Bir medeniyetin kurulması binlerce yıl alırken yıkılması ise sadece birkaç dakika sürer, diyor tam da savaşın içinden gelen sanatçı. Sol altta ise adını çok enteresan bulduğum için paylaştığım ama hiiiç bir şey anlamadığım bir tablo var. O kadar ki lahana buğulamayı bile bulabilmiş değilim! ;) "Evde, lahana buğulamanın kokusunun rahatsız etmediği yerde, babamdan aşağıda sadece benim olduğum yerde" diye eser adı mı olur demeyin. Mirak Jamal yapmış ve olmuş.
Sağ alttaki hamamda oturmuş sekiz çift bacak da sık gördüğünüz Bienal eserlerindendir diye tahmin ediyorum. Candeğer Furtun'un bu oturan adamları - öyle iki yana açarak anca adamlar oturur tabi!- hamam dışında toplu taşıma, bekleme odası, kamusal ya da özel başka alanlarda da oturuyor olabilirler. Türkiye'nin sekiz komşusunun alegorik bir temsili de olan bu bacaklar aynı zamanda eril gücün gizli kapaklılığı ve dışlayıcılığını da bünyelerinde barındırıyorlar.
Ve son olarak sol üstte ise Rayyane Tabet'in Kil Ayaklı Dev Heykel adlı enstalasyonu var. Bu sütunları Beyrut'ta bir hurdalıktan bulan sanatçı onların büyük bir aile evine ait olduğunu öğreniyor. Bir emlak spekülatörü evi almak istemiş ancak mirasçılar arasında uzlaşma sağlanamayınca bunu başaramamış. Ancak Beyrut mülkiyet yasalarına göre çatısı olmayan ev ya tamamen yenilenmek ya da satılmak zorunda olduğu için birkaç işçi tutup evin çatısını bir gece ansızın yıktırıvermiş. Böylece üstüne yaptıracağı gökdelenin önündeki engeli de kaldırmış tabi. (çakal rantçı her yerde aynı demek!) O evden kalan bu sütunlar da kapitalist düzenin yarattığı yıkımdan arda kalanlar olarak bizlere ulaşıyor.
Sırada Bienal'in Galata Rum İlkokulu'ndaki bölümü var. Ama önce biraz deniz molası vereyim ben. ;)
2 yorum:
Ben hâlâ başlayamadım Bienal ziyaretlerine. Fena halde aklımda.
olsun, zaman bol daha nasılsa. ;)
Yorum Gönder