Masal gibi on günlük bir gezinin dönüş travmasını yaşadığım şu günlerde her zamanki gibi kendimi gezi notlarını yazmaya, fotoğrafları düzenlemeye vererek ve tabi ki bir yandan da bir sonraki rotayı düşünerek şifalandırmaya çalışıyorum. Uçsuz bucaksız doğanın ve tamamen bambaşka bir kültüre ait hayatların içinde kaybolduğumuz böylesi gezilerden sonra dönüş kesinlikle çok daha zor oluyor. Artık şehir gezilerinden çok bu tür doğa ağırlıklı gezilerin ruhumuza daha iyi geldiğini de fark ediyoruz. Yaştan mı, şehir hayatının sıkıcılığından mı, özümüze dönüş isteğinin bu şekilde ortaya çıkmasından mı bilmem. Bildiğim tek şey doğanın minicik de olsa bir parçası gibi hissedebildiğimiz anların yarattığı mutluluğun paha biçilemez olduğu.
Güney Afrika'da üç durağa ve Victoria Şelaleleri'ni görmek için Zimbabwe'ye uğradığımız on gecelik programımızı Golden Bay Tour ile gerçekleştirdik. Normal şartlarda kendimiz gezmeye bayılsak da söz konusu Afrika -en Afrika'ya benzemeyeni bile olsa- olunca ve birçok durağın kompakt bir şekilde yer aldığı bir program da karşımıza çıkınca yine bir tur denemesi yapalım dedik. İyi ki de yapmışız. Hayatımızın en keyifli tur gruplarından biriyle tanıştık diyebilirim. Ayrıca turla yapılan gezilerin iyi geçmesinin en önemli faktörlerinden olan tur rehberimiz Tefik Egeli de harikaydı. "Ben rehberin zeki, çevik ve disiplinli olanını severim" diyen bir büyüğümüz yoksa hemen ben diyeyim. Gerçekten de zaman konusundaki disiplinini ilk günden yansıttığı için olsa gerek tur boyunca hiçbir aksama olmadan programımızı gerçekleştirdik. Kaş'tan komşumuz çıktı bir de, iyi mi? Artık başının etini yer dururuz "Tefik bizi tura götür!" diye. ;)
Tur programından, kaldığımız otellerden, yemek için seçilen yerlerden, rehberimizden çok memnun kalmamıza rağmen programı tamamladıktan sonra fark ettiğim bir şeyi de söylemeden geçemeyeceğim. Johannesburg ve Sun City aslında hiç olmasa da olurmuş bana göre. Onun yerine en az 4 dolu gün Cape Town ve 3 dolu gün de Victoria Şelaleleri'nde kalmak bence ideal olurdu. Sırası geldikçe nedenlerinden de bahsederim. Ama en temel nedenler bu iki şehrin en yapay yerler olması, sırf bu şehirleri görmek için yapılan ara uçuşlar ve otobüs yolculukları, belki de bu nedenle Victoria Şelaleleri günlerini biraz fazla koşturmacalı geçirmiş olmak diyebilirim. Ayol Benny Hill Show tadında 15 dakikada hazırlanıp odadan çıktığımızı bilirim hani. ;) Turla ilgili minicik bir eleştirim olacaksa o da bu olabilir. Belki çocuklu aileler için Sun City, Lesedi Köyü ve Aslan Parkı ilginç olabilir. Belki iki ayrı program da oluşturulabilir o yüzden. Neyse, kendi kendime sayıklamamı bitirip ilk durak Cape Town'ı anlatmaya başlayayım.
11,5 saatlik bir uçuşun ardından vardığımız bu güzel şehirde Southern Sun Waterfront Hotel'de kaldık. Odaların bazıları baya küçükmüş, ama biz o anlamda şanslıydık sanırım. Otelden memnun kaldık, iki büyük bavulumuzu açarak odaya yayılabildik. Burası şehrin en canlı noktalarından biri olan Victoria & Albert Waterfront'a da yürüme mesafesindeydi. Alışveriş merkezi, keyifli restoran ve barları, nefis Masa Dağı manzarası ile Cape Town'da zaman geçirebileceğiniz en güzel yerlerden biri burası. Sağ altta fotoğrafını gördüğünüz Harbor House'a deniz ürünleri yemeye ve/veya günbatımı birasına uğramayı unutmayın. Yok ben baya beyaz kumaş peçeteli, şık balık restoranı istiyorum derseniz Baia iyi fikir. Daha salaş, fast food gibi deniz ürünleri hüpletelim diyenlere Ocean Basket'i öneririm. Bir de alışveriş merkezinin alt katında ve açık alanı olmadığı için tercih etmediğimiz, ama menüsüyle feci aklımızda kalan Willoughby & Co da aklınızda olsun. Kısacası burada deniz ürünlerine doyuyorsunuz, en geç de on gibi odanıza dönüşe geçiyorsunuz, çünkü her yer kapanıyor.
Cape Town, Johannesburg'e göre nispeten güvenli olsa da akşam hava karardığında, tek başınıza, elinizi kolunuzu sallayarak sokaklarda dolaşmamaya dikkat ediyorsunuz. Mümkünse Uber ile otelinize dönüyorsunuz. Hem çok yaygın hem de taksiciler akşamları bizim taksicilere dönüşüyorlarmış. İki katı fiyat falan ödeyebilirsiniz yani.
Şehrin en canlı noktalarından biri de Green Market Square adı verilen bölge. Alışveriş yapılabilecek tezgahların toplandığı meydanı, minik kilisesi, çevresindeki küçük kafe ve barlarıyla ve hemen yakınındaki Company Gardens bahçeleriyle şehirde zaman geçirebileceğiniz bir nokta.
Gelelim şehrin en renkli semtlerinden biri olan Bo Kaap'a. Burası Malay Mahallesi olarak da biliniyor. 16. ve 17. yy'da Hollandalı emperyalistler tarafından getirilen kölelerin kendilerinden sonraki nesillerinin yaşadığı bu semtte Malezya, Sri Lanka, Afrika ve Hint Müslümanlarının kültürüne dair izler bulabilirsiniz. İlginizi çekerse burada Bo Kaap Müzesi ve Güney Afrika'nın ilk camisi olan Auwal Camii (1794) dahil camiler de bulunuyor. Benim sadece rengarenk evler ilgimi çekti açıkçası. Ömrümde ilk kez bir Müslüman mahallesinin bu kadar renkli olduğunu gördüğüm için olsa gerek!
Müslümanlık kültürü her zaman Bo Kaap kadar renkli olmasa da Afrika ile ilgili her şeyin rengarenk olduğunu söylememe gerek yoktur sanırım. Takılar, giysiler, yemekler, süsler, kullandıkları araç-gereçler, her şey benim gibi sade tonlara alışık gözleri yakacak kadar çok renkli ve çok da yakışıyor onlara. Bir günlüğüne deniz ürünlerine ara verip de bu renkli kültürü bir de restoranlarında göreyim derseniz gitmeniz gereken adres de Gold Restaurant.
Afrika kıtasındaki çeşitli ülkelerin mutfaklarına ait lezzetleri önünüze set menü olarak getiriyorlar. Siz sadece içeceklerinizi söyleyip bu lezzetlerin ve danslarının tadını çıkarıyorsunuz. Elbette bir tık turistik bir restoran. Ama servis ve yemekler ve danslar denenmeye değer. Sadece her şey çok hızlı gelişiyor burada. 8-8.30'da oturuyorsunuz, bütün yemeklerin gelmesi, şarapların içilmesi, kiosktan dondurmanızı yiyip hesabınızı ödemeniz 10.00 civarına denk geliyor. Bu arada bize renkler, onlara da İsocum'un kafası cazip gelmiş olsa gerek. ;)
Hâlâ enerjisi tükenmeyenler için gece Long Street üzerindeki barlarda devam edebilir. Kalanlar dinlenmek üzere otellerine çekilebilirler, çünkü daha şehrin çoook küçük bir kısmını gezdik. Bu bir açılış yazısı, bir de selam olsun şehre. Daha neler göreceğiz neler...
Gelelim şehrin en renkli semtlerinden biri olan Bo Kaap'a. Burası Malay Mahallesi olarak da biliniyor. 16. ve 17. yy'da Hollandalı emperyalistler tarafından getirilen kölelerin kendilerinden sonraki nesillerinin yaşadığı bu semtte Malezya, Sri Lanka, Afrika ve Hint Müslümanlarının kültürüne dair izler bulabilirsiniz. İlginizi çekerse burada Bo Kaap Müzesi ve Güney Afrika'nın ilk camisi olan Auwal Camii (1794) dahil camiler de bulunuyor. Benim sadece rengarenk evler ilgimi çekti açıkçası. Ömrümde ilk kez bir Müslüman mahallesinin bu kadar renkli olduğunu gördüğüm için olsa gerek!
Müslümanlık kültürü her zaman Bo Kaap kadar renkli olmasa da Afrika ile ilgili her şeyin rengarenk olduğunu söylememe gerek yoktur sanırım. Takılar, giysiler, yemekler, süsler, kullandıkları araç-gereçler, her şey benim gibi sade tonlara alışık gözleri yakacak kadar çok renkli ve çok da yakışıyor onlara. Bir günlüğüne deniz ürünlerine ara verip de bu renkli kültürü bir de restoranlarında göreyim derseniz gitmeniz gereken adres de Gold Restaurant.
Afrika kıtasındaki çeşitli ülkelerin mutfaklarına ait lezzetleri önünüze set menü olarak getiriyorlar. Siz sadece içeceklerinizi söyleyip bu lezzetlerin ve danslarının tadını çıkarıyorsunuz. Elbette bir tık turistik bir restoran. Ama servis ve yemekler ve danslar denenmeye değer. Sadece her şey çok hızlı gelişiyor burada. 8-8.30'da oturuyorsunuz, bütün yemeklerin gelmesi, şarapların içilmesi, kiosktan dondurmanızı yiyip hesabınızı ödemeniz 10.00 civarına denk geliyor. Bu arada bize renkler, onlara da İsocum'un kafası cazip gelmiş olsa gerek. ;)
Hâlâ enerjisi tükenmeyenler için gece Long Street üzerindeki barlarda devam edebilir. Kalanlar dinlenmek üzere otellerine çekilebilirler, çünkü daha şehrin çoook küçük bir kısmını gezdik. Bu bir açılış yazısı, bir de selam olsun şehre. Daha neler göreceğiz neler...
3 yorum:
Devamını çok çok merak ediyorum, bekliyorum İmge. Cape Town'a bir gün mutlaka gitmek istiyoruz, senden notlar alayım:)
Ah İmge, benim pek haz etmediğim Seyşeller tatilimden sonra seninki nasıl güzel geldi bana. Nasıl da detaylı anlatıyorsun her şeyi. Ben de gideceğim inşallah bu dediğin yerlere. :)
Sezer,
Öncelikli listenize alabilirsiniz bence bu şehri. Yapacak çok şey var ve hem doğa hem şehir gezisi anlamında süper tatmin edici. Detaylı notlar geliyor. ;) Sevgiler.
Özlem,
Seyşeller'i beğenmedin mi? Nasıl yani?! O gördüğümüz rüya gibi fotoğraflar falan hepsi birer yalan mıymış? Hemen senin bloga geliyorum detay almaya o zaman. ;) Cape Town ve Victoria Şelaleleri'ni bir arada yapmanızı mutlaka öneririm bu arada. Siz gezgin bir aile olarak hakkını verirsiniz buraların bence. ;)
Sevgiler.
Yorum Gönder