Sun City - Pilanesberg - Lesedi Köyü - Johannesburg

Nerede kalmıştık? En son Lion & Safari Park'ı gezdikten sonra Afrika'nın Las Vegas'ı olduğu söylenen Sun City'ye doğru yola çıkmıştık. Siz siz olun beklentinizi düşük tutun burada da. Zaten burada kalmanın asıl amacı Las Vegas tadında sunduğu eğlence ve kumar alternatiflerinden çok Pilanesberg'e en yakın turistik yerleşim yeri olması. Biz de burada iki gece kalacağız. Otelimiz içinde casinosu da olan Soho Hotel. Kendisinden gayet memnun kaldığımızı söyleyebilirim. Her yere yürüme mesafesindeydi, odaları rahat ve temizdi, kahvaltısı iyi, havuz başındaki çim alanları tam sefa yayılmaları içindi.Tabi zamanımız olsaydı yayılırdık, o ayrı. ;)


İlk akşam Cascades otelin içindeki güya Yunan restoranında yemeğimizi yedik. Restoranın adı Bocado ve servis korkunç. Yemekler de lezzetli olsa da Yunanlı olmakla uzaktan yakından alakası yok. Hiç önermiyorum. İkinci gün sabah ve akşam safarisi arasında Sun City'nin en meşhur gezilecek noktasını keşfetmeye karar verdik. Filli yolda yürüyüp, maymunlu çeşmeyi geçip, karşımızda Palace Hotel'in kubbelerini gördükten sonra 45 dakikada bir "dev" dalgaların geleceğini duyduğumuz plaj şeklinde düzenlenmiş havuza (Valley of Waves) gittik turdan kızlarla. Kafamızda nasıl bir görüntü yarattıysak her köşeden izleyip çekebilelim diye de farklı köşeleri tuttuk. Ve beklenen an geldi. O dev dalga denen şey minik bir kıpırdanma halinde kıyıya vururken konuşlandığımız köşelerden çıkıp yüzlerimizdeki hayal kırıklığı ifadesiyle birbirimize baktık. Instagram'da fırtınalar estiririz derken sessizce videolarımızı silip yolumuza devam ettik. ;)) Bir yandan da İsocum'a nasıl anlatsam bu fiyaskoyu diye düşünüyordum ben tabi. Çünkü kendisi bu sırada otelde kalıp, dinlenmeyi ve masaj yaptırmayı tercih etmişti. Beni de ikna etmeye çalıştığında da "ay ne meraksızsın, İstanbul'da yaptırırım ben masajımı, koskoca dalga havuzunu görmeye gelmeyecek misin yani?" falan diye bir afralarla ayrılmıştım yanından. ;) "Neyse ki yüzümüzün aldığı şekli görmedi, o da bir şey," diyerek safari öncesi bizim otelin havuz başında birer bira içmeye gittik. Güneşin altında içmeye başladığımız birayı fırtına ve kapkara bulutlar eşliğinde bastıran yağmurla bitirdik. Of ya, adam gibi bir yaz göremeyecek miyiz biz?!  


Pilanesberg

Pilanesberg 550 kilometrekarelik bir alana yayılmış Güney Afrika'nın en büyük milli parklarından biri. Parkın içindeki lüks çadırlarda ya da lodge'larda kalabilirsiniz. Ya da bizim gibi Sun City'de kalıp sabah ve akşam safarilerine gelebilirsiniz, çünkü yaklaşık 20 dakikalık bir mesafede yer alıyor burası. Bir Masai Mara ya da Serengeti olmadığını söylemeye gerek yok sanırım, ama Big 5'ı görme ve Safariye Giriş 101 tadında bir deneyim yaşama şansınızın olduğu bir yer. Biz fil açısından oldukça şanslıydık. Selfie çektirmediğimiz fil kalmadı hatta. 


Onun dışında erkek ve dişi aslan dahil pek çok hayvanı görme şansını yakaladık. Turdan Gülşah'ın yorumuna katılıyorum: "çok az hayvan serpiştirilmiş buraya!" ;)) Evet, bu gördüklerimizi yaklaşık üçer saatlik sabah ve akşam safarilerinin yüzde onluk bölümünde görmüşüzdür. Onun dışında bomboş arazilerde gezinip durduk beklenti içinde. Yine de safarinin bir şans işi olduğunu düşünürsek sonuç çok da fena değildi. 


Lesedi Kültürel Köyü

Sırada gezinin en gereksiz bölümü var: Lesedi Köyü. Güney Afrika'da yaşayan farklı kabilelerin gelenekleri ve yaşam tarzları ile ilgili bilgiler verilen, en sonunda da bir dans gösterisinin sizleri beklediği bu durağı pas geçebiliyorsanız öyle yapın. Son derece müsamere tadında bir turistik şovdu bana göre. Hani Masai köylerine bile turistik derler ya burayı gördükten sonra oranın ne kadar otantik olduğunu anladım. Adamlar mis gibi ılık büyükbaş kanıyla kahvaltılarını yapıp güne başlıyorlardı ayol, var mı ötesi? (Masaileri düşünüyorum gözlerim kapalı ;))


Bunlarda ise "Zulular şöyle kulübelerde yaşar, Xhosa'ların evlenme çağındaki kızları şöyle giyinir, evlenenler böyle giyinir, Pedi kabilesi size ancak şöyle seslenirseniz kapılarını açar, seslenin bakayım, aferin çok güzel, bakın sizi içeri buyur ediyorlar, protein deposu kurutulmuş ağaç kurtlarımız da ikram, ehe ehe" gibi bölümler sizi bekliyor. Yani olsa da oluur, olmasa daha iyi olur bir durak işte. Hediyelik ıvır zıvır alabileceğiniz dükkanları fena değildi bir tek.


Johannesburg

Lesedi Köyü gezisi sonrası kaotik ve güvensiz olduğunu bol bol duyduğumuz Johannesburg şehri için yola koyuluyoruz. Zaten trafiğinden dolayı ancak akşama doğru otelimizde oluyoruz. Nelson Mandela Meydanı'nda yer alan oteller, restoranlar ve AVM kompleksinin bir parçası olan Da Vinci Hotel nefis bir otel. Trafik dolu bir şehir turu yapmak yerine direkt otele gelsek bile daha iyi olurmuş. Yani kayda değer sadece Nelson Mandela'nın evini gördük, o da yüksek güvenlik duvarlarının arasından birkaç saniyeliğine. Johanneburg ile ilgili anlatabileceğim de pek bir şey yok zaten. Otobüs turu sırasında bu şehirle ilgili içimde kalan ya da merak ettiğim de hiçbir şey olmadığını fark ettim. Burası sadece hava alanı durağı için uğramak zorunda kaldığımız bir tür aktarma şehriydi bizim için. Müthiş bir mücadele ile halkına özgürlüğü bahşeden efsane lider Nelson Mandela'dan izler görmek ve hikayesini anımsamak bu şehrin en güzel katkısı oldu bize.


İkinci katkısı da Trumps Steakhouse oldu desem yeridir. ;P Etleri zaten olağanüstü olan bu restoranın kaburgası ve kalamar ızgarası da harikaydı. Şarap menüsü ve ortamıyla da kendisine tam not veriyor ve gözü kapalı öneriyorum. Rehberimizin sözünü dinleyip burada oturduğumuz için pek mutlu olduk o akşam. 


Sırada gezinin hayallerimi süsleyen durağı var: Victoria Şelaleleri. Ama öncesinde otelin havuz başında biraz daha içebiliriz bence. Nasılsa odada kurulan iki cep telefonu alarmı ve uyandırma servisi sayesinde uçağı kaçırmak gibi bir alternatifimiz olamaz. ;)

Hiç yorum yok: