Dikkatimi Çekti!

Sizin de dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama bu sene 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız şerefine asılan bayrakların sayısında ciddi bir düşüş gözlemledim. Laik, demokratik ve çağdaş Cumhuriyet'e inanmanın ölçütü elbette ki bayrak asıp asmama ya da kimin daha büyük bayrak astığı olamaz. Özgürlüğe inandığınızı en doğru gösteren ölçütler yalnızca ve yalnızca kalbiniz ve beyninizdir. Takılan maskeler, kullanılan simgeler, söylemler falan hikaye olabilir. Ama söyleyin bana lütfen, ben mi yanlış düşünüyorum? Sizce de Cumhuriyet'in ilan edildiği gün, o ülkenin tüm kurumlarının ve bireylerinin gururla ülke bayrağını dalgalandırmak isteyeceği günlerin başında gelmez mi? Diğer milli bayramlarımız da öyle elbette ama en çok Cumhuriyet Bayramımız değil midir evlerimizde, işyerlerimizde, belki meydanlarda ellerimizde Türk bayraklarıyla önümüze açılmış olan aydınlık yolu kutlayacağımız gün? Bu kadar mı saptık biz yolumuzdan? Bu kadar mı gaflet ve dalalet içindeyiz? Bu kadar mı yok oldu ortak değerlerimiz, sevinçlerimiz, bizi biz yapan ve bir yapan özel günlerimiz? Bu kadar mı uzağız artık bir bütün olmaktan, bağlarımızdan? Bu kadar mı törpülendi aslında gurur duymamız gereken kimliğimiz?















Bayrak anlamında bu bayramın kara listesinin başında eskiden bir dönem çalıştığım Garanti Bankası geliyor. Her sene Zincirlikuyu'daki genel müdürlük binasına asılan kocaman bayrak bu sene yok! Girişte bile Cumhuriyet'i kutlamak adına asılmış küçücük bir bayrak dahi yok. 100 metre ilerisindeki Bank Mellat adında Arap bankası bile kocaman bir Türk bayrağı asmış bu özel günümüzün şerefine ama Garanti unutmuş! Sanırım YKB Plaza ve Sabancı Kuleleri'nde de bayrak yoktu ama tam önlerinden geçmediğim için yorum yapamayacağım. Ama eskiden önlerinden geçmemiz gerekmezdi zaten. Metrocity hizasından hepsinin dev bayraklarını görürdük. İş Kuleleri'nin iki kulesine iki bayrak asılmış ama belli ki İş Bankası grubu olarak asmasak olmaz, bari laf olsun diye şunları asalım, denmiş gibi iki küçük bayrak duruyor. Koskoca kulelerde benim balkondakinden hallice iki bayrak! Her sene iki kulesinin arasına kocaman bayrak asan Astoria'da bu sene bir şey yok. Belki girişe minicik bir şey koymuşlardır ayıp olmasın diye. Metrocity de öyle yapmış çünkü, eskiden yaptığı gibi kocaman bayraklar asmak yerine giriş kapısının üstüne küçücük bir bayrak asarak kutlamayı tercih etmiş en büyük bayramımızı. Kanyon'da da hiçbir şey göremedim bu arada. Yıldız Posta girişinde The Plaza Otel ve Dedeman Oteli de bayrak asmamayı tercih edenlerden.









Neyse, ben şimdi bu saydığım bayrak yüzsüzlerinin kurumsal iletişim sorumlularına bu sene bayrak asmama nedenlerini sormak üzere mailler yazmaya başlıyorum. Cevap alırsam sizlerle de paylaşırım (ama pek umutlu olduğumu söyleyemem). Söyler misiniz bana, anlamsız bir şeye mi takılmış zihnim? Normal mi bunun içime dert olması, hayal kırıklığım ve sinirim? Yabancı bir şirket olan Google bile ay yıldızı, Mustafa Kemal'i ve kırmızı-beyazı kullanarak bayramımızı kutlarken normal mi "bizim" şirketlerimizin ve insanlarımızın bizi biz yapan unsurları kullanmaktan öcüden kaçar gibi kaçmaları. Yazıklar olsun bu saygısızlar ordusuna!

Casper Büyümüş de 35 Olmuş! :)















Evet, sevgili okurlarım bugün itibariyle kocacım 35'ini doldurmuş bulunuyor. Şair 35'i yolun yarısı sanıyor olabilir, ama bize göre 35 yolun üçte biri falan demek oluyor. Yani yolun yarısını 50'de kutlayacağız bu durumda. Ama yine de her zamankinden daha özel bir hediyenin hak edildiği bir yaş olduğunu düşünüyorum 35'in. O zaman alsam alsam ne alsam derken aklıma İso'cumun geçen Ankara'ya gidişimizde getirdiği nostaljik plakları geldi. Hımm, bunları çalabilmek için bir pikap gerekecek değil mi? O zaman geç bakalım İmge internet başına, bul şöyle en güzelinden bir dual pikap kocana, dedim kendi kendime. Ve İso'cumun doğumgününden iki gün önce hediyesi kapımızdaydı. (Pikap ve plak almak isteyenler bana e-mailimden ulaşırlarsa Ankara'dan güvenilir bir isimle tanıştırabilirim kendilerini bu arada.) Artık evdeki rakı gecelerimize mezeler, balıklar ve salataların yanı sıra Zeki Müren plağımız ve Çin dolabındaki diğer pek çoklarının da bize eşlik edeceği şimdiden belli oldu. Sizleri de İ&İ Malikanesi'nin nostaljik gecelerine bekleriz. :)

İyi ki doğdun canım İso'cuuuummmmmmm!!! Birlikte nice kutlamalar yapmak dileğiyle... Şimdi geliyorum yanına sana kocaman bir öpücük vermeye...:)

1 Sergi & 1,5 Kitap & 0,5 Film

2007 yılında üzücü bir trafik kazasında kaybettiğimiz "Devlet Sanatçısı" unvanına sahip ünlü heykeltraş Tankut Öktem'in Bronza Yazılan Efsane sergisinden bahsetmezsem olmaz. Taşınmadan iki gün önce, serginin açılış günü olan 5 Ekim 2010 tarihinde gitmiş olmamıza rağmen ancak yazabiliyorum. (O aralar yazabilseydim eğer Hıncal Abi'den bile önce yazmış bir blogger olarak pek havalı olacaktım ama bu tarihi fırsatı kaçırdım ne yazık ki.) 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında İş Kuleleri Kibele Sanat Galerisi'nde açılan retrospektif sergide ünlü heykeltraşın sanat yaşamının tüm dönemlerine ışık tutuluyor.















Hâlâ Türkiye’nin en büyük, dünyanın ise üçüncü büyük anıtı olarak literatürdeki yerini koruyan Manisa'daki Kuvayi Milliye ve Atatürk Anıtı başta olmak üzere bu Cumhuriyet aşığı sanatçının yapmış olduğu tüm eserleri ağzınız açık izleyeceksiniz. Çanakkale Şehitliği'ndeki pek çok heykele de imzasını atmış olan Tankut Öktem'in taşa ve bronza nasıl hayat verdiğini görmek için ne yapıp edip 5 Aralık'a kadar yolunuzu İş Sanat'a düşürün derim. Sergi Pazar ve Pazartesi günleri hariç her gün 10.00-19.00 arasında gezilebiliyor. Benim ilk işim ilk Ankara'ya gidişimde Kara Harp Okulu'nun önünde yer aldığını öğrendiğim Atatürk ve Harbiyeli Anıtı'nı görmek olacak (güya yarı Ankaralıyım diyorum, ama orada o kadar muhteşem bir eser olduğunun farkında bile değildim doğrusu). 1000 tane insan figürünü barındıran bu devasa heykele verilen emek karşısında sonsuz bir saygı duymamak imkansız. 67 yıllık anlamı yaşamında bizlere böyle güzel eserler kazandıran bu büyük sanatçının nur içinde yatması dileğiyle...

Sırada son dönem bölük pörçük devam eden kitap okuma deneyimim var. Taşınma sırasında çeşitli nedenlerle boş eve gelip balkondaki tüpün üzerine tüneyip usta beklerken başladığım ve uzunca bir süredir elimde süründürdüğüm Halide Edip biyografisi hâlâ elimde sürünürken araya okuma şevkimi ve konsantrasyonumu yerine getirecek daha light bir kitap almaya karar vererek Temizlikçi'yi bitirdim. Halide Edip'in yaşamını dönemlere ayırarak ele alan İpek Çalışlar'ın kitabını ise yanımda spora götürüp bölüm bölüm okumaya devam ediyorum. Kurtuluş Savaşı sırasında cephede verdiği destek, Mustafa Kemal ile çatışmaları, aile ilişkileri, Latife Hanım ve Fikriye Hanım'la ilgili görüşleri ve pek çok farklı yönüyle Cumhuriyet döneminin en önemli kadın figürlerinden olan bu büyük yazar ve hatibin yaşamını tam anlamıyla öğrenmek isteyenlere bu biyografiyi kesinlikle tavsiye ederim. (Ben biraz şanssız bir dönemde başladığım için süründürmüş olsam da sizlerin daha keyifle ve kesintisiz okuyacağınızı düşünüyorum. Gerçi bölüm bölüm okunması da mümkün olan bir kitap olduğu için ben de okumaya devam edebiliyorum neyse ki.)














Temizlikçi ise aslında tam da sahilde okunacak türden sürükleyici bir gerilim romanı. Paul Cleave için "yeni Stephen King" falan denmiş ama hemen şımartmamak lazım keratayı diye düşünüyorum; kolay mı öyle bir kitapla ortaya çıkıp da yılların Stephen King'i olmak (Stephen King'in de ilk dönemlerini takdir ettiğimi son kitaplarından sonra kendisini terk ettiğimi de buradan duyurmak isterim). Temizlikçi'yi yenge tavsiyesi üzerine İso'nun yurtdışında olduğu günlerde değil evimize döndüğü dönemde okudum. İyi ki de kulak vermişim bu tavsiyeye! İki günde de bitirdim tüyler ürperten seri katil Joe'nun romanını ve cidden tırsıtıcı bir psikopatla tanışmış oldum diyebilirim. Filmi çekilse güzel olur, diye not düşüyor gerilim severlere tavsiye ediyorum.

Son olarak sizlere sinemaya geldiği dönemi kaçırdığım, çok merak ederek DVD'sini aldığım bir festival filmi olan Paris'te Son Konser'den bahsetmek isterdim ama ne yazık ki bunu yapamayacağım gibi görünüyor. Çünkü taşınmanın hemen sonrasında hiçbir şeye tam anlamıyla konsantre olamadığım ve yorgunluktan koltukta uyuyakaldığım dönemlerde izleme gafletinde bulunduğum filmin yarısını falan hiç hatırlamıyorum (çünkü uyumuştum). Kalan yarısını ise bakarak ama görmeden izledim diyebilirim. Yani eskiden Bolşoy orkestrasının şefi olup da politik nedenlerle kovulduktan sonra şu an Bolşoy'un temizlikçisi olan Filipov eski orkestrayı bir araya getirerek Paris'ten gelen bir konser davetine yeni orkestranın yerine katılmayı planlarken ben misafir odasının halı renginin ne olması gerektiğini, TV ünitesindeki raflara ne tür biblolar koyabileceğimi, ocağın çalışmayan gözünü falan düşünüyordum. Sonra da uyuyakalmışım! Dolayısıyla kendisiyle doğru zamanda ve doğru bir zihin yapısıyla buluşamadığım için Fransa'da gişe rekorları kırmış bu filme haksızlık etmek istemem. O yüzden zaman ayırıp, izleyip, kendiniz yorumlayın derim. Ama bir dakika izin verin bana, filmi sonuna kadar izlemiş olan İso'cumu arayıp onun da yorumunu alayım...

(İso'cumla telefon bağlantısı)

...Yok arkadaşlar, o da çok bayılmadığını söylüyor. Fazla ütopik ve demodeydi, dedi hatta. Bu arada iki hafta önce izlediğimiz filmi nasıl bulduğunu sormak için bugün telefon etmiş olmamın onu biraz tedirgin ettiğini ses tonundan hissettim. Neyse, blogu okuyunca durumu anlayacaktır nasılsa. :)

Eyvah! Kocamı Çaldılar!

Sevgili kadınlar. Üzgünüm, ama yok öyle bir şey! Olamaz yani. Kocanız çantanız, cüzdanınız, cep telefonunuz mu ki çalsınlar ya da kapıp kaçsınlar. Ödünç CD ya da kitap mı ki üstüne yatsınlar. Bavulunuz mu da üzerine etiket yapıştırıp, bulunduğunda adrese gönderin diyeceksiniz. Kredi kartınız mı limitini sonuna dek kullansınlar. Kayıp&Çalıntı bürolarında hiç bir koca gördünüz mü? Olmaz çünkü! Koca çalınmaz veya çaldırılmaz.

Eğer çalınan bir koca varsa ortada, zaman o ilişkiye dikkat etmek gerekir. Büyük olasılıkla aynı koca öncesinde de kafeslenmiştir. Lunaparklarda halka atıp sigara kapılırdı ya hani bir zamanlar, işte onun gibi şans eseri halka atıp koca kazanan bir kadın vardır genellikle ortada. Ya da boynuna süslü bir tasma geçirdiği kanişini kucağında dolaştıran ve birlikte çekilmiş fotoğraflarını her yerlere asan bir kadın. Ama "kocamı çaldılar" diye yaygara yapan kadınların ilişkilerinin başında "harika bir parça düşürdüm" dediklerini duymazsınız nedense. Çünkü o dönem başlarına gelenin kaderle, şansla, talihle ilgilisi yoktur ve "koca bulmak" gibi büyük bir başarıyı bileklerinin hakkıyla elde etmişlerdir.

Ama sonrasında fettan bir kadın (ya da duruma göre bir sürtük, şıllık, kaltak, fahişe, o... diye sürer gider) gelir ve kocayı çalar. Oysa o ana kadar her şey de çok iyi gidiyordur. Evli, mutlu, çocuklu tablosu çizilip çerçeveletilmiş ve gelen geçen baksın diye evin baş köşesine asılmıştır. Kadının ve erkeğin evin her yerine serpiştirilmiş yüzyıllar gibi uzun bir süre önce çekilmiş gibi duran fotoğraflarındaki o mutlu, rahat, içi gülen gözlere sahip simaları sertleşmiş, gözlerin ışıltısı kaybolmuş, bir zamanlar birbirlerine baktıklarında veya dokunduklarında elle tutulacakmış gibi somut bir şekilde hissedilen o enerjiden eser kalmamıştır. Ama olsun. Yine de her şey çok iyi gidiyordur işte. İçindeki resim yıpranmış olsa da çerçeve çok şıktır!
















Her zaman söylerim her ilişki ayrı bir vaka çalışmasıdır ve genelleme yapılması çok da doğru değildir. Ama bir gecelik bir kaçamak dışında uzun süreli başka bir ilişki için giden taraf da (kadın veya erkek) büyük olasılıkla yeniden anlamlı bir resim yaratmak amacındadır (bir gecelik kaçamakları makul gördüğüm sonucu çıkmasın buradan mümkünse!). Kadın ya da erkek olarak statükocu zihniyetten uzak yaşayan ve daha cesur olan taraf olabilir. Karısına ya da kocasına olan aşkının bittiğini görüp, saygıyı yitirmeden bir şeyleri sonlandırmaya karar vermiş olabilir. Gibi gibi...

İşte kadın ya da erkek birçok makul nedenden dolayı yaşadığı ilişkiyi bitirebilirken neden kadınlar çıkıp da "kocamı çaldılar" derler ben bunu anlamıyorum. "Kocanı çalmadılar, şekerim. Siz ayrıldınız!" ya da "Kocan seni terk etti!" diyerek omuzlarından tutup sarsmak gerek böylelerini ki durup biraz düşünsünler gidenin nedenlerini. Yıllardır iki kişilik yaşanmış bir ilişkiden bir anda sıyrılmak var mı öyle?!

Önceleri Türk usulü bir kadercilik, olumsuz olayları şanssızlığa bağlayıp sorumluluğu başka birilerine yükleme durumu olduğunu düşündüğüm bu durumun artık Türk kadınına (belki de genel olarak kadına?) özgü bir hal olduğunu görür oldum. Zira hiçbir erkeğin "karımı çaldılar" dediğine şahit olmadım ben. Ya da karısı tarafından terk edilen bir erkekten bahsedilirken öyle dendiğini görmedim. Gerçi bu konudan uzun uzadıya bahsedenler de büyük olasılıkla bir kadın grubu olacağı için sohbet genelde şu zeminde ilerleyecektir: "Gördün mü bak sürtüğü, şıllığı, kaltağı, vs... Gül gibi adamı bırakıp gitmiş. Oysa bir dediğini iki etmiyordu adamcağız. Altında arabası, kolunda son moda çantası, mücevherleri... Cık cık cık..." İtiraf: hemcinslerimin bu zihniyetlerinden tiksindiğimi söylemek zorundayım. Hatta bir araya gelen bu tür hemcinslerimin yarattıkları yüksek gerilim hattında kazara bulunup da çıktıktan sonra topraklanma ihtiyacı hissediyorum. Bir sonraki yazımda da spor merkezindeki yüksek gerilim hattından bahsedeyim bari..:)

Neyse, toparlayacak olursak. Karınızı ya da kocanızı kimse çalmaz merak etmeyin. Ama karınız ya da kocanız sizi bırakıp gidebilir. Ya da siz onları bırakıp gidebilirsiniz. Ayrıca illa ki başka birileri için olmayabilir bu durum. Taraflardan birinin aynı evde birlikte yaşamanın anlamlı olmadığını, çünkü ruhen ve manen hiçbir şey paylaşmadığını düşünmeye başladığı an geçerli bir neden var demektir. Bu durumda gerçekleşen olaya da ayrılık deniyor. Çalma, kapma, kaçma, kafesleme, düşürme gibi ifadeler de emniyet kayıtlarına daha uygun düşüyorlar bence. Sizce de öyle değil mi?

İmge Gezer, Tozar, Yer, İçer, Güzelleşir...

Cumartesi günü öğleden sonra attım kendimi dışarılara. Bakım onarım programı çerçevesinde aldığım randevu için Nişantaşı'na gittim. Oradan çıkışta Gizoş'la buluşup biraz vitrin baktık. Sonra Starbucks'ta oturup birer kahve molası verdik. Bir ara ayarlarımız bozulduğu için teyze moduna girdik ama sonra girdiğimiz hızla o moddan çıktık! Önümüzdeki çift ve bebekleriyle ilgili yorumlarımızı duysanız ne demek istediğimi anlardınız:

- Pek şekermiş, akça pakça maşallah!
- Evet, güzel bebekmiş, babaya çekmiş herhalde (dudak bükerek).
- (hüüüp diye kahveden bir yudum alarak) Kadın da kocasını pek seviyormuş demek ki!


:))

Gizoş'tan ayrılıp Betül'le buluşmak için ayrılırken de sağlam bir gülme krizine girdik. Hatta en son Teşvikiye Kafe'nin karşısındaki yokuşta ayrılmadan önce karnımızı tutarak iki büklüm olmuşken ses bile çıkaramadan katılarak gülüyorduk. Kısaca konudan bahsedecek olursam: lastikli Türkçemiz, sağ olsun erkeklerin bu lastikli Türkçemizi oraya buraya çekerek masum sözcüklere yeni ve müstehcen anlamlar yüklemeleri suretiyle biz zavallı kadınların dertlerini bir türlü anlatamamaları, hele hele bazı konularda bir ustadan, esnaftan ya da apartman görevlisinden falan yardım istemenin zorluklarıydı bizi bu kadar güldüren. Daha fazla detaya girmeyeyim isterseniz, ama gerçekten insanı zorlayan bir durumla karşı karşıyayız burada. Tüm evin işlerini halleden bendeniz iki tane çivi çaktırmak , resim taktırmak için kıvranır durumdayım ve hatta İso'cumun dönmesini bekliyorum, o derece yani! :)

Neyse, Gizoş'tan ayrıldıktan sonra Betül'le Kırıntı'da buluştuk ve şansımıza hava süperdi (dışarıda oturacak kadar). Tabi öyle olur, çünkü yanıma kocaman şemsiye almıştım! Hiçbir şeyi kınamayacaksın şekerim. Ne o öyle Nişantaşı'nın sokak kafeleri, yanından arabalar geçiyor, sen de kaldırımda oturup yemek yiyorsun, diye eleştirirken sokağın hemen yanındaki masaya kurulup bir şişe şarabımızı da açıp yemeklerimizi afiyetle yedik. Kış bastırmadan açık havada oturabilmenin keyfi hiçbir şeye değişilmiyor tabi, o yüzden yol kenarı falan pek fark etmedi o gece. Betül'le de görüşmeyeli aylar olmuştu herhalde. Telefonla sürekli konuşmamıza rağmen yüz yüze ve şarap eşliğinde görüşmek kesinlikle çok farklı oluyor. O yüzden Cumartesi günü bana çok iyi geldi diyebilirim.

İso'cumu yaban ellere uğurladıktan sonra kendimi gezmeye tozmaya ve alkole verdim galiba a dostlar! Aslında geçtiğimiz hafta boyunca akşamları saat beş civarı turist modunda bir iki kadeh bir şeyler içmeye ve İso'cumu şehla gözlerle karşılamaya başlamıştım. Yeni evi kutluyorum ya, bahanem hazır. Hatta İso'cumun geciktiği gecelerde pilot kıvamına geldiğim bile olmuştu. Neyse Cumartesi de aynı tempoyla devam ettim, ama Pazar günü artık bu gidişata bir dur demeli diyerek haftalardır uzak kaldığım spor salonuna attım kendimi. Güne sağlıklı başlamak sağlıklı bitirmenin garantisi değil elbette ama yine de arada bir vücut için iyi bir şeyler yapmak da iyi geliyormuş gerçekten. Bu yaz döneminde burun ve taşınma yüzünden ihmal ettiğim spora bu kadar ara vermemem gerektiğini bir kez daha anladım. İso'cum gelir gelmez onun da başına dikileceğim, buradan duyurulur!

Pazartesi günü Gizoş hayırlı olsuna geldi ve sayesinde evimize yeni bir karakter daha eklenmiş oldu. İkinci Mudo Concept balığıma da bayıldım doğrusu! Hem Mudo Concept hem de balık figürlerine bayılan bendeniz yeni balığımı misafirleri selamlamak üzere girişteki yerine yerleştirdim bile. Bu arada başlangıçta yine kahve, çay, kurabiye, börek, vs ile teyze moduna girmiştik ki konularımız ateşlenince bira ve tuzlu fıstıkla ayarlarımızı düzelttik. Teşekkürler Gizoş'cum. Hem hediyen için hem de saatler süren ketifli sohbetimiz için. En kısa zamanda tekrarlayalım derim.















Şimdi ne yapıyorum? Turksat'ı bekliyorum. Kablolu TV'yi bağlamak için bugün 10.00-18.00 saatleri arasında bir zaman geleceklermiş. Sonra da İmge Kaçar. Nereye mi? Gezdi, tozdu, yedi, içti, güzelleşti...eee, artık bir zahmet spora tabi ki!!

Yeni Evden İlk Yazı

Nerede kalmıştık? En son Türk Telekom'la beyaz sayfa açmaktan bahsediyordum, değil mi? Galiba açtım. Çünkü gerçekten de tam dedikleri saatte, yani taşındığımız gün öğleden sonra gelip bağladılar hattımızı. Ertesi gün de Internet bağlantım tamamdı. Ama şu an otomatik ödeme talimatı veremiyorum nedense. Umarım sonradan kocaman bir gecikmiş fatura olarak karşıma çıkmaz bu durum.

Neyse, 7 Ekim Perşembe günü yeni evimize taşındık. Nakliye şirketimizden çok memnun kaldığımızı söylemeliyim. Taşınmayı düşünenler Cavitoğlu Nakliyat'tan Fuat Bey ile iletişime geçerseniz pişman olmazsınız gibi geliyor bana (ama bu biraz da şans işi belki de bilemiyorum). Tel: 0-212-216 03 31 / 213 79 64. Bu arada iyi ki fazla eşya götürmeyeceğiz dedik. Ne kadar fazla eşyamız olduğuna inanamadım gerçekten de. En kısa zamanda bir parti daha temizlik olayına gireceğim, çünkü insan bu kadar eşya biriktirmenin hiç de akıl kârı bir şey olmadığını en güzel taşınırken anlıyormuş!

Aydınlatmalarımız için üç defa Şişhane turu yaptıktan sonra salon, giriş ve yatak odasının avizelerinin tamamını eski evimizin dibindeki İsmet Aydınlatma'dan hallettik. Çok zevkli bir sahibesi olan İsmet Aydınlatma'ya bir göz atmanızı öneririm. Mine Hanım'ın elinin değdiği ürünlerine bayılacaksınız. Tel: 0-212-258 96 57. Adres: Nüzhetiye Cad. No: 39/B Beşiktaş.

Hemen yanındaki Aras Möble de İsmet Aydınlatma'da gördüğüm eskitme aynayı bana yapacak olan ama bir türlü beceremeyen o kafası iyi adamın yeridir. Yakınından bile geçmeyin derim. Çünkü 10 gün sonra bize yolladığı ayna abuk subuk bir şey çıktı ve geri gönderip kaporamızı alarak arkamıza bakmadan uzaklaştık.

Step Halı'nın profesyonel ve ilgili yaklaşımı da bu süreçte aklımızda kalanlardan oldu. Step Halı'nın halılarının kalitesi zaten tartışılmaz ama bir de ev kokularını denemenizi öneririm. Aisha adlı ev parfümlerinin lavanta aromalısını evinizin havadar bir yerine koyarak tüm evinizi lavanta kokutabilirsiniz.

Bu yeni evden yazılmış ilk açılış yazısı olsun bakalım. Şimdi eski evle ilgili halletmem gerekenler var. Suyunu ve doğalgazını kapattım (pardon, suyu İso'cum kapattırdı - bu süreçte kendi mini minnacık değerli katkılarından bahsetmezsem çok bozuluyor da kocacım! Halbuki şarapları bile sıralamadı!! :)) ), şimdi ise elektriği kapattırmam gerekiyor. Bir de Cuma'ya kadar eski evi boşaltmam gerektiği için orada kalan birkaç eşyamı ÇYDD öğrencilerine vermek için bir ayarlama yapmam gerekiyor. Haftaya da bir zamanlar olduğum bakımlı ve güzel kadına dönüşmek için kendimi güzellik programına sokacağım. Ustalar, tozlu koliler, bulaşıklar, sekiz defa silinmesi gereken yerler, on beş defa çağrılması gereken elektrikçilerden sonra el ve ayak bakımı, saç bakımı, bir buçuk aydır uğramadığım spor merkezi, buhar banyoları, kremler, bornoza sarınıp müzik dinlemek falan iyi gelecek diye düşünüyorum. Ne dersiniz? Hak etmedim mi sizce de?

Yarın Taşınıyoruz

Gördüğünüz gibi yeni eve bir gün kala bile buralardayım. Bu haftanın olumlu ve olumsuz eleştirilerine devam ediyorum.

- Hatırlarsanız "Türk Telekom'un insafına kaldım, artık ne zaman yeni telefonumu bağlarlarsa o zaman internete girerim" demiştim bir önceki yazıda. Pazartesi öğleden sonra yaptığım başvuru sonucunda bugün sabah 9'da Telekom yetkilileri telefon bağlamak için kapıma dayanmışlar bile! "Şey, kusura bakmayın, ben ev boş olacak demiştim aslında, o yüzden gelmeden önce aranmayı not etmiştim..." falan dediğimde "önemli değil hanımefendi, ne zaman isterseniz o zaman gelelim" dediklerinde dilim tutuldu. "O zaman yarın öğleden sonra olsun" dedim ve "13.30 ile 17.00 arası gelecekler" cevabını aldım. Eğer gerçekten böyle olursa Türk Telekom hakkında temiz bir beyaz sayfa açmaya hazır olacağımı belirtirim. Tabi telefon hattı olmadan TTnet hizmeti vermeye başladıkları anda yeni numaramızı satacağım, o ayrı mesele!Bu arada İso'cum ile tarifsiz acılar içindeyiz. Ortaköy'den bu yana 11 yıldır kullandığımız telefon numaramız artık yok! Dünden beri hattımın sesi soluğu kesildi. Tık yok! Ama internet bağlantım yerli yerinde! Hımmm, hani telefonsuz internet olmuyordu? Yemeyin bizi, alooo! Bak yine gıcık oldum TT'ye. Neyse, ilişkimizi belli bir saygı çerçevesinde yürütmeye devam edeceğim bir süre daha. Zaten baya komşu da olduk kendisiyle. :)

- Alışveriş yapamamama rağmen çalışma tarzlarına, anlayışlarına ve ürünlerine bayıldığım Öztaş Aydınlatma (Modoko şubesi) ve Birsen Hanım&Adem Bey'e de buradan teşekkürlerimi göndereyim. Bayıldığım bir sarkıt avize ve iki yan abajur için kendilerine zahmet vermeme rağmen yatak odasında istediğim gibi durmadığı için hepsini iade etmek durumunda kaldım. Bu isteğimi ikiletmediler bile. Hemen ürünü iade alıp, ödememizi de iade ettiler. Bazı firmaların nasıl ve neden isim yaptıklarını anlamanın hiç de zor olmadığını gösteren bir yaklaşım sergileyen Öztaş'a bol bol (benim gibi olmayan) müşteri diliyorum. Komodinlerin bücürleştiği ve yatakların devleştiği günümüzde abajur alırken aman dikkat! Kitap okumak için aldığınız abajurlar yatağınızın yan kalınlığını ancak aydınlatabilir, haberiniz olsun. Bir de çantamızda metreyle dolaşıyoruz. :)

- Kanyon'daki Sony Centre üç haftalık süreç boyunca beni sinirden ağlatan tek yer oldu. Teslim günü olan bu Pazartesi önce arayıp 10 Eylül'de sipariş ettiğimiz ürün ellerinde olmadığı için daha üst bir ara model göndereceklerini söylediler. Allah Allah! Bayram değil seyran değil, Sony beni neden öptü? "İstemiyoruz, kendi ürünümüzü yollayın" dediğimizde "İyi o zaman, size iyilik yapacaktık ama neyse buluruz sizin ürünü başka bir bayimizden" dediler. Buraya kadar hoş, dedikleri zaman aralığında boş evde elimde aklımı veremediğim Halide Edib biyografisiyle oturup bekledim. Saat beşte aradığımızda ise bugün gelemeyeceklerini öğrendik! Bunu yapan da mahalle esnafı değil Sony! Bir de Kanyon'da hizmet veren şubesi! Neyse, sanırım İso'cumun kendilerine verdiği ayar etkili oldu ki hem özür için aradılar hem de gece 21.00'de hâlâ "evdeyseniz getirelim ürünlerinizi" diye arıyorlardı. Tabi ki evde değildik. Ertesi gün sabah 9'da eve önce Mukaddes'le ben, sonra da Sony daldı! Kontrol listemize bir çentik daha atalım o zaman. Bu iş de bitti! :)

- Mahalle esnafı demişken mahallemizdeki bir döşemecide gördüğüm bir aynayı çok beğendiğim için adama sipariş verdim 10 gün önce. Eskitme olduğu için biraz uzun sürebileceğini söyledi. Geçen Cumartesi teslim edecekti, ama hâlâ eskitememiş sanırım. Ağzında sakızı ile her daim kafası iyi gibi görünen bir adamcağız olduğundan aynamı alana kadar kendisine bulaşmayı düşünmüyorum. Ama alırken de "ulen doğal haline bıraksan eskirdi zaten bugüne kadar!" diyerek biraz çemkirsem mi diye düşünmüyor da değilim hani! Normal zamanda kendisinden tırsıyor olabilirim, ama şu an o benden tırssa iyi olur bence: hem taşınma hem de PMS döneminde olan bir kadınım ben!

Evet efendim, geldik bu sürecin de sonuna. Yarın nakliye şirketinin sabah 8'de kapımıza dayanmasıyla taşınmaya başlıyoruz. Digitürk ve Telekom da yarın gelecek. Ayrıca salon aydınlatmaları da öyle. Cuma öğlen gün ışığında halı seçimimizi yapıp, yeni bir yaşama başlıyor olacağız. Yarın bilgisayarınızın başına geçer geçmez İmgeleme'ye güzel enerjilerinizi yollamayı unutmayın. Ben de diken diken kabaran saçlarım iner inmez aranıza döneceğim.

Yeni Eve 3 Gün Kala

Durum raporu veriyorum:

- Öncelikle hâlâ yıkılmadım, ayaktayım! Yoruluyorum dediğime de bakmayın, gayet mutlu bir yorgunluk bu. Zaten sağlığım yerinde olduğu sürece koşturmaktan hiç şikayet etmeyeceğime dair kendime verdiğim sözü de tutmam gerek, değil mi?

- Evimize bir sürü eşya götürüyorum. Karınca harekatım yön değiştirdi. Depoladığım şeyleri bir yuvamdan çıkarıp diğer yuvama taşıyıp yerleştiriyorum bu aşamada. Gıcır gıcır kadehlerim, tabaklarım, kupalarım sizleri bekliyor artık. İster kahveye, ister balkonda şarap peynir sefası yapmaya beklerim hepinizi. :)

- Aylar önce alıp 1 Ekim Cuma günü teslimat talebinde bulunduğumuz yatak odası takımımız tam da belirttiğimiz gibi öğleden sonra geldi. Gelmeden bir gün önce ve aynı günün sabahı teyit için bizi arayan çalışanların profesyonelliklerine hayran kaldım. Getirdikleri ürünler eksiksizdi. Montaj sırasında o kadar saat yorulmalarına rağmen yüzlerindeki gülümseme hiç eksilmedi. Çalışırken çok özenlilerdi. Parkelerin çizilmemesi için yerlere kartonlar serdiler, duvarlara dikkat ettiler, ayakkabılarını çıkardılar ve bütün ambalajları temizleyip gittiler. Hepsi de çok saygılı ve temizlerdi. Genellikle pek alışık olmadığımız bu durum karşısında olumlu bir şok geçirdikten sonra iyi iş çıkaran tüm kişi/kurumların kazançlarının bol olmasını dileyerek Lazzoni'ye bir kez de buradan (kendi web sitelerinden etmiştim) teşekkür ediyorum. Elbette bizimkilere de kocaman bir teşekkür yolluyorum, zira yatak odası takımı onların ev hediyesiydi.

- Arçelik de servis, zamanlama ve güleryüz açısından takdirimi kazandı bu süreçte. "Boş evde beni bekletmeyin lütfen, bir zaman aralığı verirseniz ona göre evde olayım," dediğimde verecekleri zamana uymalarını hiç beklemiyordum, ama inanılmaz dakik çıktılar. Hem klimayı hem de anneannemin hediyesi olan fırınımı tam dedikleri saatte getirip, takıp gittiler. Arçelik'e ve yukarıdan taşınma koşturmacamı izleyen anneanneciğime teşekkürler.

- Son derece profesyonel bir firmayla ve mimarla da tanışmış olduk bu süreçte. Kütüphane yaptırmak amacıyla girdiğimiz Metin Akpınar Aydolap'ın Modoko şubesindeki Gül Hanım ile tanışır tanışmaz bir tek kütüphane ile kalmayacağımızı anlamıştık. Bizimle saatlerce ilgilenen Gül Hanım'a hem kütüphanemizi hem TV ünitemizi hem de salon ve yatak odası perdelerimizi emanet ettik. İyi ki de etmişiz. Her şey aynen konuştuğumuz ve bilgisayar çizimlerinde olduğu gibi, bir santimetre sapma olmadan ve gününde geldi. Bundan sonra her türlü dolap işinde ve perde ile ilgili gözüm kapalı güvenebileceğim bir isimle tanıştığım için inanılmaz mutlu oldum. Teşekkürler Metin Akpınar Aydolap ve Gül Hanım. Modoko Şubesi telefonu: 0-216-466 29 40

- Çalışma odamın perdesini ise Sultanhamam'daki TAÇ Bayisi olan Perdecor'a yaptırdım. Onların da aynı şekilde profesyonel ve ilgili davrandıklarını söylemeliyim. Tam zamanında gelip, tertemiz çalıştılar. Ayaklarına galoşlar geçirerek eve girdiler. Ve ayrıca o gün akşam 8.30'a kadar boş evde beklemiş olan bendenize acıyarak beni ve ve boş bavullarımı Beşiktaş'a, kapımın önüne kadar bıraktılar. Perde seçerken bana yardımcı olan Bülent Bey ve adını hatırlayamadığım ama tarzımı şıp diye anlayan kadın çalışana ve beni eve bırakan Mustafa Bey'e çok teşekkürler. Perdecor için Tel: 0-212-520 36 10-11

- Unutmadan İso'cuma da bir teşekkür yollayayım. Her ne kadar Dido'nun "İmge, bütün evi kendin taşıdın neredeyse. İso taşınma sırasında orada olacak değil mi?" sorusunu haklı çıkararak otel ziyareti yapar gibi eve uğrayıp, süreçten genel anlamda bihaber olan kocacım öyle noktalarda devreye girdi ki bana her şeyi unutturdu. Bir, Arçelik'i karşılamak için eve gitmem gerektiği gün yaklaşık yirmi dakika elim kolum dolu taksi beklediğimde ve anormal bir şekilde hiç boş taksi gelmediğinde işten çıkıp beni eve bıraktı. İki, Cumartesi günü sabah 9'dan akşam 21.30'a kadar bir sürü eşyayı ve IKEA'nın montaj ekibini beklerken bana sefa desteği verdi. Nasıl mı? Ben yapılacak işler olduğunda iş bitene kadar sefaya zaman ayıramam. Büyük olasılıkla o gün evde tek başıma olsaydım 12 saat boyunca oradan oraya koşturacak, arada bir paket bisküvi, su ve bir gofretle günü geçirecek, sersemlemiş halde eve dönecektim. Ama İso'yla birlikte olunca her şey çok farklı. Kocacımla bir saatlik ara bulup tavuk & bira sefası yaptık, sonra bir ara evden çıkıp ikimize Starbucks'tan kahve getirdi, sonra biraz yeni kurulan yatak odamızda uzanıp kitap okuduk, sonra akşam geç saatte çıkışta da balık pazarının orada bir küçük Yeşil Efe ile balık sefası yaptık. Şaka maka en yoğun günlerimizden birini turist gibi (öğlen birası bu hissi yaratıyor bende) geçirdik. Ve bunu İso'cuma borçluyum tabi ki. Teşekkürler İso'cuuuummm!

Şimdilik teşekkürlerim bu kadar. Marangoz Şaban Usta'ya hiç teşekkür etmediğim gibi bir daha kendisiyle karşılaşmayı da istemediğimi belirterek bu yazıya son veriyorum. Aydınlatmalar ve nakliye ile ilgili görüşlerimi de artık Gayrettepe'den yazarım diye düşünüyorum. Tabi bunun için Türk Telekom'un insafına kalacağız. Artık telefon hattımızı ve internet bağlantımızı ne zaman nakil ederlerse o zaman görüşeceğiz sizlerle.

Haydi şimdi bize bol şans dileyin, olur mu? Hava şartları iyi olsun, kalan eşyalar, nakliyat ve yerleşme sürecini tıkır tıkır atlatalım da kutlamalara geçelim bir an önce. :)

Görüşmek üzereeee...